Kâinat Kitabını Kur’ân Âyetlerinin Işığında Okumak
Hayat düsturumuz Kur’ân, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!”[1] emriyle söze başlar. İlk insan Hz. Âdem’in meleklerden üstün kılınışı ve onların saygı secdesine mazhar oluşu Yüce Allah’ın onu eğitip öğretmesinden sonra eşyanın isimlerini bir bir sayması sebebiyledir.
Yani Hz. Âdem, kendisine öğretilen bilgisiyle meleklerle birlikte tâbi tutulduğu sınavı kazanmış ve onların saygısına mazhar olmuştur. Kur’ân’da kendisine ilim verilen ilim ehlinin ayrı bir yeri vardır. Yine Kur’ân’da yer alan pek çok âyet ilmin, ilimle amel etmenin ve gerçek âlim olmanın önemine vurgu yapar. Birkaç örnek verecek olursak:
“De ki: ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”[2]
“Allah'ın kulları arasında O'ndan korkan, ancak bilginlerdir.”[3]
“Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır.”[4]
“Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti.”[5]
“Rahman olan Allah Kur’an'ı öğretti, insanı yarattı, ona konuşup açıklamayı öğretti.”[6]
“Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabb’in, en büyük kerem sahibidir.”[7]
Bunların yanında pek çok âyetiyle Kur’ân, insanı kendi âyetleri yanında kâinat kitabının âyetlerini okuyup üzerinde derin derin düşünmeye, her bir âyetteki Yüce Allah’ın erişilmez kudretini görmeye davet eder. Bu âyetlerin her biri farklı eğilimlere sahip olan insanı iknâ etmeye, aklını vardırmaya, hakîkati bulmasını sağlamaya yöneliktir.
Şöyle ki; kimi zaman Kur’ân, muhâtaplarını yerde gezdirir, yerin yaratılışı, dağlar, denizler, bitkiler, hayvanlar ve diğer varlıklara onun dikkatini çeker, onlar üzerinde düşünmesini ister. Kimi zaman göklere çıkarır, güneş, ay, yıldızlar, bulutlar, rüzgârlar ve yağan yağmurlara dikkatleri çekerek onlar üzerine derin derin düşünüp ibret alınmasını ister.
Kimi zaman ise tarihin derinliklerine daldırır ve geçmişte yaşanan olaylardan ders alınmasını ister. Bütün bu çeşnili âyetleri okuyan herkes, bunlardan etkilenir, alınacak dersleri payına düştüğü kadar alır ve nasiplenir.
Hadiste belirtildiği gibi “İnsanlar madenler gibidir, onların seviyeleri farklıdır.” Hemen her insanın ilgi alanı, anlama seviyesi ve kapasitesi farklıdır. Onun için Kur’ân’da anlatılan her konu, insanların hidâyeti için önemlidir, gereklidir. Hiçbir konu boşuna anlatılmış değildir.
Kur’ân’ın ilk inen âyetlerinde iki kere tekrarlanan ‘oku’ emri önce kâinat kitabını okumaya, ardından Kur’ân âyetlerini okumaya yöneliktir. Aslında iki kitabın âyetleri birbirini açıklar, birbirini destekler, birbirinin daha doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlar.
Bu iki kitabın âyetleri aslâ birbiriyle çelişmez. Zira her iki kitabın âyetlerinin sahibi de Yüce Yaratıcı’dır. O’nun âyetlerinde ise bir çelişkinin olması söz konusu değildir. Dolayısıyla bugün bir Kur’ân âyeti ile bir bilimsel veri arasında çelişki var gibi duruyorsa, burada iki ihtimal söz konusudur: Ya âyetler doğru anlaşılmamıştır ya da bilimsel veri doğru değildir. Zira bilimsel veriler doğrulanabilen ve yanlışlanabilen verilerdir. Ancak kesin olarak isbat edilmiş bir bilimsel veri, Kur’ân âyetleriyle çelişmez. “Kur’ân'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[8]
Elbette Kur’ân, bir bilimler ansiklopedisi değildir, bir fizik, kimya, matematik, astronomi kitabı da değildir. Ancak Kur’ân’ın açıklamaları müspet bilimin doğru verilerine ters düşmez, bilakis Kur’ân’da anlatılanlar, o verileri doğrular, açıklar, destekler, onlara ışık tutar mahiyettedir.
Kur’ân, her seviyedeki insana inmiş bir rehberdir. Onun âyetlerinden her seviyedeki insan bir şeyler anlar. Tabi ki Kur’ân’ın hikmet deryasından herkes kapasitesine göre istifade eder, kabına göre ondan bilgi ve hikmet doldurur. Kişi Kur’ân’a ilgisi, ona kendini verişi, bilgi ve hikmete olan tutkusuna göre ondan istifade eder.
Gökteki yıldızlardan bahseden bir âyeti gece gündüz hayatı dağlarda geçen, yer ve gök cisimleriyle içiçe bir hayat yaşayan bir çobanın anlayacağı gerçekler vardır, astronomi ilmiyle meşgul olan bir bilim adamının anlayacağı gerçekler vardır. Diğer anlatılan konular için de durum benzerdir.
Kur’ân’ın, farklı bilimlerde otorite olmuş kişilerin dikkatini özel olarak çeken anlatımları vardır. Örnekler üzerinde konuşacak olursak:
İnsanın yaratılışı ile ilgili âyetler:
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atılagelen bir sudan yaratılmıştır.”[9]
“Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabb’iniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?”[10]
“Doğrusu, atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan O'dur.”[11]
“İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, katılan bir meni damlası değil miydi? Sonra alaka olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. Ondan, erkek, dişi iki cins yaratmıştı. Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mı? Elbette yeter.”[12]
“Biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra alakdan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız.”[13]
“And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi alakaya çevirdik, alakayı da bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur!”[14]
Bu âyetleri okuyan herhangi bir kimse insanın yaratılış aşamalarını düşünür ve bütün bunlardaki ilâhî kudreti anlamaya çalışır. Ancak bir anatomi uzmanı yahut bir doğum uzmanının okuyuşunda bu âyetler çok daha farklı, derinlikli hakîkatleri çağrıştırır.
Sözgelimi bir tıp uzmanı kendi bilimsel birikimleriyle âyetlerin insanın oluşumunda anne karnında geçirdiği karanlık evrelere işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebilir. Bir tüneli andıran hücre safhası, bir karanlık ormanı andıran doku safhası, ışıksız bir denizaltını andıran amnios kese safhasını bu âyetlerde bulabilir.
“İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışızdır.”[15], “Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir.”[16], “Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. Doğrusu bunlarda, düşünen kimseler için ibretler vardır.”[17], “Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik.”[18]
Bu âyetleri okuyan herkes bütün varlıklardaki erkek-dişi oluşunu, iyi-kötü, cömert-cimri, mülâyim-sert mizaçlı gibi karakterleri anlayabileceği gibi; yeryüzündeki bitkilerin birbirine benzer şekilde çifter çifter yaratıldığını anlar. Bitkilerdeki aşılamayı-tozlanmayı bilen çiftçiler bitkilerin erkek ve dişi oluşunu anlar; bir fizik bilgini bunu daha da ileri götürerek atom çekirdeğinin etrafındaki artı ve eksi kutuplar, nötron ve protona işaret ettiğini anlayabilir.
“Yüce Yaratıcı, acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır; birbirinin sınırını aşamazlar. Öyleyken, Rabb’inizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?”[19], “Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah'tır.”[20]
Bu âyetleri okuyan herhangi bir kimse yeryüzünde akan nehirleri, denizlerin taşmasını engelleyen kara sınırlarını, birbirinden karışmadan yeryüzünden çıkan soğuk ve sıcak suları, tatlı ve acı suları anlar. Denizaltı sularında araştırma yapan bir su bilimcisi ise denizlerdeki farklı tuz ve özelliklere sahip acı tatlı, soğuk-serin-sıcak suların birbirlerine karışmadığını anlayabilir.
Kendi araştırmalarıyla elde ettiği deniz altından fışkıran su kanallarının bu suların birbirine karışmadığı bilgisini bu âyetlerde görebilir.
Kur’ân âyetlerinde geçen “Doğunun ve batının Rabbi…”[21], “İki doğu ve iki batının Rabbi…”[22], “Doğular ve batıların Rabbi…”[23] ifadelerini okuyan bir kimse öncelikle doğu ve batı yönünü anlayacak, ardından yaz ve kış mevsimlerinde farklılaşan iki doğu ve iki batıyı anlayacak, daha sonra da farklı mevsim ve coğrafyalardaki yaşayanlara göre farklılık arz eden doğular ve batıları anlayacaktır.
Ancak bir astronomi uzmanı bu âyetleri kendi ilmî birikimi ışığında daha da tafsilatlı bir biçimde yorumlayıp anlayacaktır.
“Dağları yerinde dönmüş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler.”[24] âyetini okuyan bir kimse kıyâmet günü dağların yerlerinde yürütülüp un ufak/toz duman olacağını anlayabildiği gibi; bir jeoloji uzmanı, kendi bilgi birikimi ile bu âyetin bilimin isbat ettiği yeryüzünün hareketliliği ve kıtasal sürüklenmeye işaret ettiğini söyleyebilir.
Tefsir literatüründe Bilimsel Tefsir/et-Tefsîrü’l-İlmî diye adlandırılan bu yaklaşım bazı ilim adamlarımızca eleştirilmiş, bazıları tarafından ise kabul görüp tavsiye edilmiştir. Eleştirenler Kur’ân’ın bir bilim kitabı olmadığını, değişken bilimsel verilerle yapılan yorumların değişeceğini ileri sürerek bu tefsir ekolünü eleştirirmişlerdir.
Ancak bilgi çağının hüküm sürdüğü günümüzde yukarıda örnek olarak verdiğimiz âyetler gibi pek çok âyetin (bine yakın âyet) bilimsel verilerle birlikte değerlendirildiğinde daha iyi anlaşılacağı ve uzmanlarının dikkatini çekeceği âşikârdır. “Kur’ân’ın işaret ettiği bilimsel açıklamaları, bilim adamları buluyor, Müslümanlar da Kur’ân’da âyetini buluyor.” şeklinde bir itiraz da yerinde değildir.
Bizim tavsiyemiz her seviyede insanımıza hidâyet rehberi olsun diye indirilmiş olan İlâhî Kelâmı, farklı disiplinlerdeki ilim adamlarımızın da başucu kaynağı olarak görmesi, kendi birikimleriyle ilgili âyetleri anlamaya ve âyetlerdeki hikmetleri görmeye çalışmalarıdır.
Batılı bilim adamları muharref Kitâb-ı Mukaddes’i kütüphânelerinin başucu kitabı yaparken, biz Müslüman bilim adamlarının kütüphânesinin bir köşesinde Kur’ân-ı Hakîm’in/Hikmet Kaynağı Yüce Allah’ın hikmetli kitabının yer almaması ne kadar hazindir!
Kim bilir Yüce Kur’ân’ın gönülleri ve zihinleri aydınlatan nurlu ve ufuk açıcı yönü, onu okuyup anlayan ve âyetleri üzerinde derinlemesine kafa yoran ilim adamları için nice keşiflere kapı aralayacaktır. Elbette Kur’ân derinlemesine düşünen bir topluma inmiştir!
[1] 96/Alak, 1.
[2] 39/Zümer, 9.
[3] 35/Fâtır, 28.
[4] 30/Rûm, 22.
[5] 2/Bakara, 31.
[6] 55/Rahmân, 1-4.
[7] 96/Alak, 3-5.
[8] 4/Nisâ, 82.
[9] 86/Târık, 5-7.
[10] 39/Zümer, 6.
[11] 53/Necm, 45-46.
[12] 75/Kıyâme, 36-40.
[13] 22/Hac, 5; 40/Ğâfir, 67.
[14] 23/Mü’minûn, 12-14.
[15] 51/Zâriyât, 49.
[16] 36/Yâsîn, 36.
[17] 13/Ra’d, 3.
[18] 20/Tâhâ, 53; 26/Şuarâ, 7; 22/Hac, 4; 31/Lokman, 10.
[19] 55/Rahmân, 19-21.
[20] 25/Furkân, 53.
[21] 73/Müzzemmil, 9.
[22] 55/Rahmân, 17.
[23] 70/Meâric, 40.
[24] 27/Neml, 88.
Ali AKPINAR
YazarElazığ’da 20.si düzenlenen “Hazar Şiir Akşamları”nın davetlisiydim. Bu güzel şehrimize, 10. Hazar Şiir Akşamları’nda da gitmiştim. O zaman da, buraya Kardeş Devletlerden şairler gelmişti, bu defa da… ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Artuklu Mühendisi CezerîArtuklular; Hasankeyf, Mardin ve Harput olmak üzere üç ayrı merkezde, XIII. ve XV. yüzyıllar arasında birbirleriyle ilişkili ama bağımsız üç beylik hâlinde yaklaşık 300 yıl hük...
Yazar: Resul KESENCELİ
İnsan bu yeryüzü gurbetine sürgün edilmeden önce cennette idi. Murâd-ı ilâhî ile dünyaya hilâfet vazifesiyle tavzîf edilerek gönderildiği günden beri ayrılık acısı ile kıvranıp durmakta aslî vatanına ...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Tasavvuf ehli, Cenâb-ı Allah’ın emretmiş olduğu ilâhî kanunları insanlara uygun bir üslupla anlatmak ve güzellikleri benimsetmek amacıyla en iyi yöntemleri kullanmışlardır. İslâm’ın emrettiği ik...
Yazar: Musa TEKTAŞ