Kulluğun Zorlaştığı Zamanlar
Dünya âhirete doğru yaklaşırken mü’minlerin imtihanları da zorlaşmaktadır. Çünkü haram çeşitleri sürekli artmaktadır. Yüz yıl önceki haramlar ile günümüzdekiler sayı olarak aynı değildir. Ayrıca bunların insana saldırma şiddetleri de eşit değildir. Önceleri insanların dikkatlerini üzerine çekecek haramlar neredeyse yok idi. Ama günümüzde öyle mi?
Evinizden çıktığınızda gideceğiniz yere varana kadar binlerce haram gözünüze takılır. Bunlardan kaçmanız mümkün değildir. Bunun yanında televizyonunuzu açtığınızda, gazetenize göz attığınızda haramlar üzerinize hücum eder. Göze hitap eden haramlar yanında, insanın nefsine yenik düşmesine sebep olacak haram çeşitleri de binlerce kat artmıştır.
Zira insanlar arası ilişki çeşitleri arttıkça haram çeşitleri de o kadar artmıştır. Ayrıca önceleri bir insanın başkasına verebileceği zarar çeşitleri sınırlı iken bugün aklınızın ucundan geçmeyecek yöntemlerle haksızlığa uğratılmanız, kandırılmanız mümkün olmaktadır.
Bütün bu olumsuzlukları bir araya getirdiğimizde dinimizi yaşamanın geçmiş zamanlara göre zorlaştığını söylemek durumundayız. Bu da peşinden imanımızı ve ihlasımızı sağlam tutmak için daha fazla çabalamamız gerektiğini göstermektedir. Bunu yapmazsak ayağımızın her an kayması mümkündür. Çünkü çevremizi kuşatmış olan fenâlıklar bize öyle baskı kurmaktadır ve üzerimize öylesine gelmektedir ki, en küçük bir gevşeklikle birlikte bastığımız yerden savrulmamız mümkündür.
Pek çok İslâm büyüğünün, “Zaman imanı kurtarma zamanıdır.” demesi bundandır. Çünkü şehevât ile haram yoldan para kazanma hırsı başta olmak üzere pek çok gayr-i meşrû yol insanı kendisine doğru çekmeye çalışmaktadır. Bunlara karşı mücâdele edebilmek ise, başta sağlam bir iman, sonrasında da bu imanı devamlı surette canlı ve güçlü tutacak amel desteğiyle olur.
İşimizin ne kadar zor olduğunu anlamak ve devamlı surette üzerimize saldıran bazı haramların bizi kendilerine nasıl alıştırdığını görmemiz için basit bir örnek verelim: Bundan yirmi yıl önce gözümüz bir harama iliştiğinde hemen başımızı çevirip içimizden istiğfâr ederdik. Lakin yirmi yılda o kadar şey değişti ki?! Sokağa çıktığımızda gözümüze ilişen yüzlerce haram manzaranın her biri için istiğfâr çekmeye çalışsak, dilimizin tâkati buna yetmez, ancak işin kötü tarafı bu manzaraya alışmış olmamızdır.
Yirmi yıl önce harama gözümüz ilişince hemen bundan sakınmaya bakan bizler, her gün aynı haramlardan yüzlercesi ve belki binlercesi üzerimize geldiğinden buna alıştık. Artık manzara bizim için sıradan bir hâle dönüştü. Bu sebeple de sokağa adım attığımızda, önceleri bizlere istiğfâr çektiren haramları gördüğümüzde aklımıza tövbe etmek gelmiyor. Bundan daha da vahimi, gözümüze ilişen harama bakmayı sürdürmemizdir. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi.
Ekran Karşısında
İsterseniz kendinizi bir de televizyon karşısında sınayın. Yirmi yıl önce dinimizce haram sayılan bir şey ekrana çıktığında ne yapıyorduk? Hemen televizyonu kapatıyorduk veya kanalı değiştiriyorduk. Peki şimdilerde bir filmi seyrederken veya bir yarışma programına bakarken yirmi yıl önce yüzümüzü ekşittiğimiz sahne ekrana gelince ne yapıyoruz? Kaç tanemiz kanalı değiştiriyor veya televizyonu kapatıyor?
Belki de çoluk çocuğumuzla hiç bir şey olmamış gibi seyretmeye devam ediyoruz veyahut da çocuklarımızın yanında sesli olarak kızıyoruz, ancak bir şey kaçırırız endişesiyle kanalı da değiştirmiyoruz. Geldiğimiz nokta işte budur. Bu, esasında bizim ne durumda olduğumuzu gösterdiği gibi imtihanımızın çetin olduğunun da bir göstergesidir.
Herkes kendi nefsinin muhâsebesini yapacak olduğunda, buna benzer ne kadar da çok harama alıştığını fark edecektir. Gündelik hayatımızın birer parçası haline gelmiş o kadar çok günahlarımız var ki! Bir türlü ihlâsa bürünemeyişimizin sebebi de budur. Yaptığımız, haramlar içinde ayakta durmaya çabalamaktır. Velhasıl, sınavımız gerçekten zor geçiyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.) yüksek ferâseti ile ümmetinin, yani bizlerin ne tür bâdirelerden geçeceğini biliyordu. Nitekim pek çok hadislerinde dile getirmiş olduğu hususları bugün aynıyla yaşamaktayız. Bu aynı zamanda içinden geçtiğimiz sınavlarla yüzleşeceğimizin de habercisidir. Bu sebeple asıl olan, imtihanları başarılı bir şekilde tamamlayarak âhirete doğru güler yüzle yola çıkabilmektir. Allah Rasûlü kendisinden sonraki zor zamanları haber vererek şöyle buyurmuşlardır:
“(Ashâbım!) Sizler öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, içinizden biri emrolunduğu şeylerin onda birini terk etse helâk olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki, onlardan kim emrolunduğu şeyin onda birini yapsa kurtulur.”[1]
“Öyle bir zaman gelecek ki, o zaman şu üç şeyden daha kıymetli bir şey olmayacaktır: Helal para, can u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.”[2]
“(Fitneler zuhûr ettiği vakit) kişi mü’min olarak sabahlayacak, akşam kâfir olacaktır. Veya mü’min olarak akşamlayacak sabah kâfir olacaktır. Dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı satacaklardır.”[3]
“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hâin sayılacak, hâinlere güvenilecek. İnsanlar şahitlik etmeleri istenmediği halde şahitlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler.”[4]
Yılmak Yok
Bütün bunlar bize sınavımızın zor olduğunu gösteriyor. Ancak şunu unutmamak gerekir: Yeryüzündeki insanların çalıştıkları çeşitli iş kolları vardır. Bunların bir kısmı diğerlerine göre daha ağırdır ve maaşları da fazladır. Mü’minlerin yaşadıkları ömür boyunca tâbi tutuldukları zor imtihanların karşılığında alacakları sevaplar da böyledir.
Müslüman bu imtihanları başarmak için elinden gelen gayreti gösterir ve rabbin huzuruna bu çabayla varırsa, Allahu Teâlâ onun haramlara göğüs germe, emirleri yerine getirme yönündeki çabasını fazlasıyla mükâfatlandırır. Çünkü zor zamanlardaki Müslümanların sınavı rahatlık içinde dinlerini yaşamaya gayret edenlerinkinden daha zordur. Hatta aynı zaman dilimindeki insanların sınavı bile eşit değildir.
Meselâ hayatını Mekke’de geçiren bir insan ile her türlü haramın serbest olduğu bir coğrafyada mü’min kalmaya gayret edenin karşılaştığı zorluk aynı değildir. Bu sebeple alacakları ecir ve sevap aynı olmayacaktır. Rabb’imizin buyurduğu üzere, herkes yaptığının tam karşılığını alacaktır: “Hiç şüphesiz Allah, iyi amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.”[5], “Erkek veya kadın, kim mü’min olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar.”[6]
Allah Rasûlü zor zamanlarda dine tutunmaya ve doğru yoldan ayrılmamaya gayret edenlere bir müjde olması amacıyla şöyle buyurur: “Sizden sonra zorluklara sabretme günleri gelecektir. O günler, avuçta ateş tutmak gibi zordur. O vakitler amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” Sahabe sorar: “Ey Allah'ın elçisi! Onlardan elli kişi değil mi?” Rasûlullah da şöyle cevap verir: “Bilakis sizden elli kişinin sevabı.”[7]
Durum gerçekten de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in buyurduğu gibidir. Cihat meydanına çıkıp düşmanla çarpışan insan önemli bir sınav verir. Ancak hayatının her alanı haramlarla kuşatılmış olan zamanımız Müslümanının bütün bir hayatı boyunca vermek durumunda olduğu ağır bir sınav vardır. Mü’minin karşılaştığı zorluklar karşısında kendisini ayakta tutması ve Allah Rasûlü’nün yolundan ayrılmaması büyük bir çaba gerektirir. Bunun mükâfâtı da ona göre fazla olacaktır.
Kenetlenmenin Zamanı
Bizlere düşen görev, iman ve ibâdet üzere olmamızı sağlayan cemâatten ve ona rehberlik eden güzel insandan ayrılmamaktır. Çünkü kişi bu zor zamanda kendi başına kaldığı zaman, dinini muhâfaza etmesi ve güzel bir hayat sürmesi zor olabilir. Sonuçta bizler zayıf insanlarız. Çevremizdeki fenâlıkların bizi her an kapması muhtemeldir.
Etrafımızı kuşatmış binlerce haramdan birine bulaşarak istikâmetimizi kaybedebiliriz. Zaten Sevgili Peygamberimiz de güzel insanların etrafında kümelenmemizi istemektedir. Bir gün şöyle buyurur: “İslâm garip olarak başladı, başladığı gibi garip hâline dönecektir. Ne mutlu gariplere.” Ashâb sorar: “Onlar kimlerdir Ey Allah'ın elçisi?” Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verir: “Onlar o kimselerdir ki, insanların bozduklarını ıslâh ederler.”[8]
Bu sebeple bize düşen görev, fesadın arttığı zamanda ıslah edenlerle birlikte olmaktır. Onlarla dayanışma içine girip dinimizi bir arada yaşamaya gayret edersek zamanımızın fenâlıklarının kalbimizi daha az etkilediğini görürüz. Yeter ki kendi başımıza kalmayalım.
Unutmayalım ki, “Bana bir şey olmaz, ben kendi başıma istikâmet üzere dinimi yaşarım.” diyen niceleri nefislerinin peşine takılarak helak oldular. Çünkü yanlışa düştüklerinde onları uyaracak, ellerinden tutup güzel insanların yanına çekecek arkadaşları yoktu. Allah bizi böylesi kötü felâketten ve âkıbetten muhâfaza buyursun.
[1] Tirmizî, 2267.
[2] Taberânî, Evsat, 88.
[3] Müslim, 118.
[4] Taberânî, Kebîr, 24/310.
[5] 9/Tevbe, 120.
[6] 4/Nisâ, 124.
[7] Ebû Dâvûd, 4341.
[8] Müsned, 16690.
Enbiya YILDIRIM
YazarDudağımdan bal akar,Dilim Türkçedir benim.Mis gibi anne kokar,Dilim Türkçedir benim.Has bahçemde yeşeren,Çiçeği yediveren;Önüme güller serenDilim Türkçedir benim.Odur göğsümde nişan,Odur bana şeref şa...
Şair: Yusuf DURSUN
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’de en önem verdiği hususların başında insanların mescide devam etmeleri gelmekteydi. Gözü mescidde herkesi arardı. Buna önem verirdi, çünkü mü’minlerin sorunlarıyla il...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan nihâyetinde kendisine takdir edilmiş olan ömrü bir şekilde tamamlayıp ebedî âleme intikal ediyor. Zira Allah bugüne kadar hiç kimseye dünyada ebedî yaşama imkânı vermedi. Bundan sonra da vermeye...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Çınaraltı, bir kitap ismi, bir dergi ismi, Beyazıt ta küçük bir çay bahçesi ve onun yanı sıra güzel insanların buluştuğu bir yerin ismi. O güzel insanları kendi zamanları içinde tanımaya ve görmeye im...
Yazar: Yusuf HALICI