Sivas ve Darende’nin Maneviyat İkliminde İki Hak Dostu
Sivas Kadim ve Kâmil İnsan Hazineleriyle Gönüllerde Taht Kurmuştur
Osmanlı’nın mirası olan bu güzide topraklarda varlık mücadelesini devam ettiren Türkiye’miz, maddÎ güzelliklerinin yanında manevî zenginlikleriyle de inkişaf etmektedir. Bu minvalde Konya deyince Mevlâna Celâleddin Rûmî, Ankara deyince Hacı Bayram-I Veli, Eskişehir deyince Yunus Emre, Nevşehir deyince Hacı Bektaş-I Veli, İstanbul deyince Ebû Eyyûp el-Ensârî (Eyüp Sultan) ve Aziz Mahmûd Hüdâyî; Bursa, Aksaray ve Darende deyince Somuncu Baba (Şeyh Hamid-i Velî), yine Bursa deyince Üftâde Hazretleri ve Emir Sultan; Kırşehir deyince Ahi Evran, Erzurum deyince İbrahim Hakkı Hazretleri ve Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi, Urfa deyince Hz. İbrahim, Hatay deyince Habib-i Neccar, Malatya deyince Niyâzî-ı Mısrî, İznik (Bursa) deyince Eşrefoğlu Rûmî akla gelmektedir. Bu isimleri artırmak mümkün. İşte öyle de Sivas deyince İhramcızâde İsmail Hakkı, Darende deyince de Somuncu Baba (Şeyh Hamid-i Velî) ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi akla geliyor.
Türkiye’nin gözbebeği mesabesindeki kadim vilayetlerinden biri olan Sivas, ülkemizin manevî yönüyle inkişaf etmiş mümtaz şehirlerinden biridir. Sivaslılar farklı inançlara ve düşüncelere karşı son derece hoşgörülüdür.
Sivas kadim bir yurt toprağıdır. Hititlerin, Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların, Danişmentlilerin ve Osmanlıların izlerini sürebilirsiniz bu kadim topraklarda. Hiç kimseyi ötekileştirmeden barış ve huzur içerisinde farklı kültürlere beşiklik etmiştir bu topraklar.
Sivas’ın Maneviyat Göklerinde Parlak Bir Yıldız: İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak
Sivas’ın manevî iklimini anlatma iddiasında bulunup da bu güzide şehrin dinî hayatına çok büyük katkılarda bulunan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’tan bahsetmemek olmaz.
Sivas deyince akıllara öncelikle ve özellikle İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi gelmektedir. Soyadı Kanunu sonrasında tevazuundan olsa gerek “Toprak” soyadını almıştır. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi bu güzel şehrin maneviyat göklerinde parlak bir yıldızdır. Dilerseniz bu Hak ve hakikat dostunun hayatını ve mücadelesini yakından temaşa edelim.
Ömrünü hak ve hakikat yoluna adayan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, 1873 yılında (nüfusta 1880) Sivas'ta dünyaya gelmiştir. Ataları Kâbe'nin örtüsünün değişimi ve bakımıyla ilgilendikleri için "İhramcızâdeler" adıyla anılmışlardır. Babası Sivas kolağası Hüseyin Hüsnü Efendi'dir. Annesi, halk arasında "Nilli Hatun" diye bilinen Aişe Hanım'dır. Kendisi seyyidedir. İhramcızâde Rüştiye Mektebinde¸ Sivas Çifte Minare ile Şifahiye Medreselerinde eğitim görmüştür. Arapça ve Farsçayı anadili derecesinde öğrenmiştir.
Bir dava adamı olan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Tokatlı Mustafa Hâki Efendi'ye intisap etmiştir. Mustafa Hâki Efendi'nin vefatından sonra Sivaslı Mustafa Tâki Efendi'ye biat etmiştir. O da vefat edince irşat vazifesini ömrünün sonuna kadar kendisi sürdürmüştür. 1969 senesinde 89 yaşında vefat etmiştir. Sivas'ta "Efendi Hazretleri" olarak tanınan bu hak ve hakikat dostu, 89 senelik uzun ve bereketli ömrünü İslâm hizmetinde geçirmiştir. Şair Yavuz Bülent Bakiler onun ölümünün ardından şu satırları yazmıştır:
"O, bir tespihin imamesi gibiydi; toplayıcı, yapıcı, güzelleştirici ve huzur verici bir şahsiyeti vardı. İslâm'a yakın ve bağlı olanlar hariç tutulursa, denilebilir ki; onun bu şehirde hiçbir yakını yoktu. Aynı şekilde İslâm düşmanları hariç tutulursa, onun bu şehirde hiçbir düşmanı da yoktu. Kanunlar çıkarılmıştı. Hiç kimse, 'bey, efendi, ağa, paşa' gibi, bu milletin ruhunda, dilinde, edebiyatında yer eden kelimeleri kullanamayacaktı. Bu garip, bu acayip kanuna rağmen, o, bu şehirde ve bütün çevre vilayetlerde yarım asrı aşan bir süre içerisinde, hep 'Efendi' olarak bilindi, hep 'Efendi' diye kendisine hitap edildi.
Yakınları arasında, onun bir tek cümlesi, bir ceza hâkiminin veya bir hukuk hâkiminin hükmünden daha tesirli olurdu. Bir yoksulun giydirilmesi, bir düşkünün kalkınması, ecdat yadigârı bir eserin korunması veya yeni baştan onarılması, bir kültür müessesesinin kurulması, onun uzatacağı parmağa ve söyleyeceği bir tek cümleye bağlıydı. Kanunla, zorla, zulümle, tehditle değil; faziletiyle ve efendiliğiyle yapıyor, yaptırıyordu."
Daha evvel belirttiğimiz gibi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi'nin adı hayır işleriyle özdeşleşmiştir. O, tabir caizse bir vakıf adamıydı. Ömrü hayır peşinde koşmakla geçmiştir. Kimin bir derdi varsa ona koşmuş, o da müşkülünü halletmiştir. Sivas genelinde onun himmetleriyle yüzün üzerindeki eser imar ve ihya edilerek halkın hizmetine sunulmuştur. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’nin yapım veya tamirine vesile olduğu eserlerden bazıları şunlardır: "Hoca İmam Camii Minaresi, Sivas İmam-Hatip Lisesi, Hayırseverler Camii, Sofu Yusuf Camii, Serçeli Camii, Dikimevi Camii, Zara-Cencin Köyü İçme Suyu, Zara-Cencin Köyü Köprüsü, Tozanlı Köprüsü, Sivas ve çevresinde muhtelif sebil çeşmeleri."
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi'nin Sivas'ın gözbebeği sayılan Ulu Cami'ye hizmetleri de çok büyüktür. O, zaman içerisinde iyice eskiyen bu kutlu mabedi adeta yeniden imar ve inşa etmiştir. Vehbi Cem Aşkun "Hayırsever Bir Din Adamı" adlı yazısında onun, başta Ulu Camii olmak üzere, yaptığı hayır hizmetleriyle ilgili olarak şunları söylemiştir:
"Sivas'ın yıllardan beri harap ve perişan durumdaki Ulu Camii¸ yeni baştan onarılmak suretiyle bayağı ölümden kurtulmuş. Bu¸ eski bir Selçuklu eseridir. Minaresi canlı bir anıt hâlinde yükselir ve Sivas'ın her tarafından görünecek kadar da yüksektir. Bunu ölümden kurtaran herhangi bir kurum değildir. Bu doğrudan doğruya İhramcızâde İsmail Efendi'nin hayırseverliğidir. Bu zat¸ bundan başka daha pek çok hayır işlerine el atmış ve her bakımdan din yoluna hizmeti amaç edinmiş bir Sivaslıdır. Nitekim son çalışmalarının canlı bir örneği de İmam-Hatip Okulu binasıdır. Eski Kız Ortaokulu yerinde yapılan bu bina bitmek üzeredir. Ferah ferah kalabalık bir liseyi içine alacak kadar da büyüktür.”
Nakşbendî Tarikatı’nın Halidiyye Kolu mürşitlerinden olan İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Sivas'ın gönül sultanlarından biriydi. O, sözün tam anlamıyla bir mektepti. Onun yanına gelenler, hiçbir zaman boş dönmemişlerdir. O, etrafındakilere hep hayrı ve güzellikleri tavsiye etmiş, bu konuda mükemmel bir rol model olmuştur.
Darende’de Bir Maneviyat Tabibi ve Eşsiz Gönül Dostu: Osman Hulûsi Efendi
Tarihî ipek yolunun üzerinde yer alan Darende, bir ilim, irfan ve kültür şehridir. Burası Osmanlı Devleti döneminde yetiştirdiği paşalar, devlet adamları ve âlimleriyle ünlenmiştir.
Darende, maddî ve manevî köprülerinin çokluğuyla da tanınır. Manevî köprülerin bir ayağı Somuncu Baba, öbür ayağı ise Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’dir.
Somuncu Baba Hazretleri’nin burayı ikametgâh olarak seçmesinden sonra bu küçük yerleşim yeri ha(l)k nazarında büyük bir manevî kıymet kazanmıştır. Zira Zaviye Mahallesi bir ilim ve irfan yuvasıdır. Uzun senelerden beri burada gönüller tamir, zihinler ise inşa edilmektedir. Bir gönül sultanı olan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, 1914-1990 yılları arasında, son nefesine değin burada yaşamış, talebelerine hakkın ve hakikatin yolunu göstermiştir. Onun soluklandığı bu manevî iklim bugün de gönülleri şâd etmektedir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi¸ İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi'nin yolundan gitmiş, tabir caizse onun manevî vârisi olmuştur. Onun irşat halkası bugün de bu yolla devam etmektedir. İhramcızâde Hazretleri bu dünyadan göçse de, kutlu davası bugün de yaşatılıyor.
Son devrin önemli mürşitlerinden Osman Hulûsi Efendi, Somuncu Baba’dan sonra Darende’ye, özellikle de Zaviye Mahallesine büyük bir manevî değer katmıştır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi 1914 senesinde Darende doğmuş, 1914-1990 yılları arasında Darende'de 76 yıl yaşamış bir gönül sultanıdır. Soy bakımından 12. batından Somuncu Baba (Şeyh Hamid-i Veli)'ya, oradan da âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’e ulaşan nesebiyle 36. kuşaktan Peygamberimiz’in soyundandır. Osman Hulusî Efendi'nin babası Es-Seyyid Şeyhzâde Hatip Hasan Efendi, annesi ise Seyyid İbrahim Taceddin-i Veli soyundan Fatıma Hanım'dır. Bu kıymetli Hak ve hakikat dostu 1945-1987 yılları arasında 42 sene boyunca Somuncu Baba Camii'nde imamlık yapmıştır. Çevresindeki insanları irşat etmiş, çok da sevilmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Somuncu Baba'nın izinden gitmiştir. O, bir mürşid-i kâmil olduğu gibi, aynı zamanda da iyi de bir dîvân şairidir. O, Dîvân edebiyatını Cumhuriyet Dönemi’ne başarıyla taşıyanlardandır. Müstakil bir dîvân teşkil edecek kadar usta bir şiir ehlidir. Gazel, ilâhi, kaside, rubaiyyat ve müstezat onun dîvânında yer alan şiir türleridir. "Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî" adlı eserinde yakın ve uzak çevresindeki dostlarına yazdığı manzum ve mensur mektuplarını bir araya getirmiştir. Onun bir de "Hutbeler" adını taşıyan çok değerli bir eseri vardır. Bahsettiğimiz bu üç eser de Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı tarafından basılmıştır. 1990 senesinde ebedî âleme göç eden Osman Hulûsi Efendi'nin kabri Darende'de Somuncu Baba Türbesi ve Külliyesi hazire bölümünde bulunmaktadır.
Dîvân şiiri Cumhuriyet Dönemi’nde iyice zayıflasa da Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)'yi¸ Dîvân şiirinin 20. yüzyıldaki başarılı bir temsilcisi olarak kabul edebiliriz. Zira onun Dîvân şiiri sahasında birbirinden güzel gazel¸ kaside¸ rubai ve müstezat nazım şekillerinde yazılmış şiirleri vardır. Şiirlerinde çoğunlukla arûz ölçüsünü kullanmıştır. Miktarları az olsa da¸ heceyle yazdığı koşma ve semâîleri de mevcuttur. Onun Dîvân'ının yanında manzum ve mensur mektuplarının toplandığı Mektûbât-ı Hulûsî-i Dârendevî adlı mühim bir eseri daha mevcuttur.
Şiirlerinde eşref-i mahlûkat olan insanı¸ ilâhî aşkı¸ manevî coşkuyu¸ tefekkürü ve tezekkürü işleyen Hulûsi Efendi¸ Hakk'ın rızasına nail olmak için kendini halka adamış bir insandı. O¸ irşat vazifesini ömrünün sonuna dek¸ fasılasız sürdürmüştür. O¸ sadece manevî hizmet etmekle kalmamış¸ muhtaçların ihtiyaçlarını görmek için de veren elle alan el arasında köprü vazifesi görmüştür. Muhtaç ailelerin çocuklarının okutulması için seferber olmuştur.
Son büyük Dîvân şairimiz Osman Hulûsi Efendi bir Hak ve hakikat dostudur. O¸ şiirlerinde dinî hissiyata tercüman olmuştur. Bundan dolayı onun şiirlerindeki aşk; ya Allah'a¸ ya da onun habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'edir. O¸ dünyevî mahbuplara itibar etmemiştir.
Şiiri, hakikatleri geniş kitlelere aktarma vasıtası olarak gören Osman Hulûsi Efendi¸ tasavvuf ehli bir şairdir. Ona göre insan Hakk'ın ve hakikatin aynasıdır. O, bürhan olarak kendisini göstermektedir. Zira o¸ baktığı her nesnede Hakk'ı bütün çıplaklığıyla seyreder. Şuhûd makamındaki Hulûsi Efendi¸ varlığı tevhid penceresinden temaşa etmektedir. Kendisinde masivadan eser kalmamıştır. Ben'ini (enaniyetini) yok eden Hulûsi Efendi¸ gerçek Ben'ine¸ yani kendisini yoktan var eden Allah'ına kavuşmuştur. O artık bir insan-ı kâmildir. Böyle bir insanın Hakk'a delil olmasından daha doğal ne olabilir ki… Böyle bir model insan varken başka delil aramak lüzumsuzdur. İşte şair de kendini en güzel delil olarak görmekte ve göstermektedir. Bu dar bir bakış açısıyla¸ bir enaniyet olarak da tasavvur edilmemelidir.
Mutasavvıf şair Osman Hulûsi Efendi fenâfillaha ermiştir. Vahdet-i vücûd (varlığın birliği) anlayışıyla hareket etmektedir. Artık baktığı her yerde Allah'ı görmektedir. Zira vahdet-i vücûd anlayışına göre varlık tektir; o da Allah'tır. Mevcudat gerçekte Hakk'ın tecellilerinden ibarettir. Şair mutlak varlık olan Allah'ı bulmuştur; onunla et ve tırnak misali bütünleşmiştir. Artık sen-ben farkı kalmamıştır. Benliğini ortadan kaldırmıştır.
Sivas ve Darende manevî açıdan bu toprağın tapusu ve çimentosu hükmündedir. Bu güzide topraklarda yetişen Hak ve hakikat dostlarının ışığı bugünün karanlıklarını aydınlatmaya devam ediyor.
M.Nihat MALKOÇ
YazarÖteki dünyaya atılan bir adım olan ölüm, bütün inanç sistemlerinde kendine has ve mühim bir yer tutmuştur. Ölüm bütün inançlarda insanoğlu için bir dönüm noktasıdır. Diğer inanç sistemlerinde olduğu g...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Ümmü Mektum... Mekke’de ashâb-ı kirâmın ilk iman edenleri arasında yer alır. Hicret’ten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın ikinci müezzini olmuş ve Medine’de vâlilik yapmıştır. İsmi önceden Husayn iken, ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Hicret’ten önce orası Yesrib adında bir yerleşim yeriydi. Yesrib kelimesi, “fesat” anlamına gelen ‘serb’, yahut “kınama” anlamına gelen ‘tesrib’ kelimesini çağrıştırdığından dolayı bu isim Peygam...
Yazar: Ali AKPINAR
Yıllar önce İstanbul’da bir ortaokulda müdür yardımcılığı yaparken, idare odasına, on iki-on üç yaşlarında iki çocuk, onların annesi ve bir de dedeleri geldi. Sade kıyafetlerinden ve çekingen tavırlar...
Yazar: Aydın BAŞAR