Veysel Karanî Bize Ne Söyler?
Yıllar önce İstanbul’da bir ortaokulda müdür yardımcılığı yaparken, idare odasına, on iki-on üç yaşlarında iki çocuk, onların annesi ve bir de dedeleri geldi. Sade kıyafetlerinden ve çekingen tavırlarından, köyden yeni geldiklerini tahmin etmiştim. Ancak Anadolu’nun küçük yerlerinde rastlayabileceğimiz mahcup simalardı. Halim selim görünüşlü dedeleri daha selam verir vermez, elindeki nüfus cüzdanlarını bana doğru uzattı. Doğu şivesiyle; “Hocam! Çocukları okula nakil yaptırmak istiyoruz.” dedi.
Nüfus cüzdanında Siirt-Baykan-Ziyaret Beldesi yazdığını görünce, kendiliğinden gelişen bir refleksle birden ayağa fırladım! “Siz Veysel Karanî Hazretleri’nin memleketinden mi geliyorsunuz? Buyurun, buyurun! Hoş geldiniz!” diyerekten onlara oturmalarını işaret ettim. Bir taraftan bilgisayardan işlemleri yaparken diğer taraftan da Amca’ya köyleri ile ilgili merak ettiğim ufak tefek sorular soruyordum. Ağzı dualı Amca’mız gayet samimi ve mütebessim bir şekilde sorularıma cevap veriyordu. Hazret’in menkıbelerinden, türbedeki ziyaretçilerin çokluğuna kadar birçok şeyi konuştuk.
Veysel Karanî Hazretleri’nin isminin bereketiyle açılan sohbetimiz, feyizli ve tatlı bir hâl aldı. Odadaki dört kişinin de gözlerindeki ışıltıdan memnuniyetlerini hissedebiliyordum. Mübareğin ismi bile bu küçük odada karşılıklı sevgi, saygı ve güven ortamının oluşmasına yetmişti. Ne ben onlara önyargı ile bakıyordum, ne de onlar bana. Ne onlardan bana ufak bir zarar gelirdi, ne de benim onlara ufak bir zararım dokunurdu. Doğuluymuş, batılıymış diye bir şey katiyen söz konusu değildi. Muhabbettin olduğu yerde elbette emniyet olurdu, elbette bir güven atmosferi oluşurdu.
Odaya yayılan bu tatlı muhabbet iklimini acaba tüm memleketimize de taşıyamaz mıydık? Savaştan, terörden, ayrılıklardan tarumar olmuş gönüllere bir teselli bulamaz mıydık? Kin ve nefret gibi duygulardan sıyrılıp, ırkçılığa dair vesveseleri elimizin tersiyle itip barış iklimine yelken açamaz mıydık? Bizi birbirimize bağlayan Veysel Karanî Hazretleri gibi bir ortak noktamız varken, ondan aldığımız feyizlerle bu memlekette kardeşçe yaşayamaz mıydık? Asrın kardeşlik hareketini, Veysel Karanî Hazretleri’nin manevî huzurunda başlatıp, kardeşlik bildirimizi türbesinin önünde okuyamaz mıydık?
“Mü’minler ancak kardeştirler.” fermanını oradan bütün dünyaya deklare edemez miydik? Sizlerle paylaştığım bu düşüncelerimi o an Amca’yla paylaşmamıştım tabi ki… Veysel Karanî Hazretleri’nin bugün bu odaya taşıdığı ruh ve feyiz ile bu düşüncelere dalmıştım. İmanın doğuyla batıyı birbirine bağlayan, kalpleri birbiriyle kaynaştıran ne büyük bir bağ olduğunu bir kez daha kavramıştım. Bu tatlı muhabbetin sonunda ayrılırken Amca’ya bir kez daha; “Siz Veysel Karanî Hazretleri’nin hemşerisisiniz, ne mutlu sizlere. Bir isteğiniz olursa başım gözüm üstüne.” dedim. Çekinerek girdikleri bu odadan, Allah’a çok şükür çok güzel dualarla ayrıldılar.
Bir Poşet Şeker
Yine yaşadığım buna benzer bir hatıramı daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Öğrenci velilerinden bir ablamız okulda birilerine kızmış olmalı ki koridorda kendi kendine bağırıp duruyordu. Çocukları ile birlikte kendisini odaya davet ettim. Sıkıntısını öğrenip, elimden ne geliyorsa yapmaktı maksadım. Sorunun ne olduğunu sordum. Sitemlerine odada da devam etti. Doğrusu kolay kolay sakinleşecek gibi durmuyordu. Bu gibi durumlarda iletişim taktiklerini kullanmakta yarar vardır. İletişimde geleneksel yöntemi tercih ederek bir bahaneyle nereli olduğunu sordum. Siirtli olduğunu söyledi.
“Veysel Karanî Hazretleri’ni ziyaret ettiniz mi?” diye sordum. Siirtli olup da onu ziyaret etmemek mümkün mü dercesine bir edayla, defalarca ziyaret ettiğini ve hatta iki üç gün önce de orada olduğunu söyledi. Bunu söylerken sanki az önce bağırıp çağıran ablamız gitmiş, yerine bambaşka bir insan gelmişti. Heyecanlı bir şekilde oradaki güzelliklerden bahsetti. İnsanların nasıl bir istek ve vecd hâli ile orayı ziyaret ettiğini anlatmaya çalıştı. Onun bu hâlinden Veysel Karanî Hazretleri’ni çok sevdiği anlaşılıyordu. İsmini duyması bile bir anda onun kimyasını değiştirmişti.
Sonra çocuklara Peygamber Efendimiz’i ziyarete giden Veysel Karanî Hazretleri’nin o meşhur kıssasını bilip bilmediklerini sordum. Elbette ki biliyorlardı. Bu vesile ile onlara anne rızasını almakla kişinin Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanacağına dair öğütler verdim. Bir velinin ismini anmanın ortamı nasıl da yumuşattığına o gün o çocuklar da bizimle birlikte şahit oldular. İnşallah büyük zatların sevgisini onlara kazandırma adına bu küçük sohbetimiz hayırlara vesile olmuştur.
Ablamız odadan ayrılırken bana iki üç gün önce Veysel Karanî Türbesi civarından aldığı şekerlerden göndereceğini söyledi. Kesinlikle zahmet etmemesi gerektiğini söylesem de yarım saat kadar sonra çocuk ile bir poşet şeker gönderdi. Sanki bu ikramı Veysel Karanî Hazretleri’nden almış kadar sevindim. Cenab-ı Allah Veysel Karanî Hazretleri’nin feyiz ve bereketiyle kardeşler arasındaki tüm huzursuzlukları bertaraf etsin, aradaki buzları eritsin, bizleri iman kardeşi olma şuuruyla yaşatsın ve yüz akıyla kardeşler topluluğu olarak huzuruna kabul etsin.
Veysel Karanî’nin Önemi
Malumunuzdur ki Yemenli bir çobanı Veysel Karanî Hazretleri yapan onun annesine karşı göstermiş olduğu hürmettir. Elimizin altında annesinin adeta kölesi olmuş ve bir hizmetçi edasıyla ömrü boyunca ona hizmet etmiş bir Veysel Karanî modelimiz bulunmaktadır. Bizlerin bu modeli gündeme getirmemiz ve çocuklarımızın önüne daha şık bir şekilde koyabilmemiz gerekiyor. Hakkında yazılmış bir de güzel ilahi bulunan bu mübarek zatı, filmlerle, çizgi filmlerle, oyunlarla, şarkılarla bir şekilde çocuklarımıza tanıtabilmeliyiz.
Olumlu bir örnek olması açısından müspet ilahi sözleri ve müzikleri ile çocukların zihin ve gönül dünyalarında yer etmeyi başaran Minik Dualar grubunu burada hatırlatmak isterim. "Rabb’im hep sev onları, ayırma rahmetinden, mahrum etme merhametinden." diye de bir ilahileri vardır ki bu ilahi çocuklar için çok güzel bir dua örneğidir. Keşke bütün çocuklar anne babaları için böyle dualar etseler…
Sosyal bir gerçeklik olarak meseleye yaklaştığımızda, yeni nesli oluşturan çocuklarımızın ve gençlerimizin genel itibari ile anne babalarına karşı istenmeyen davranışlar sergilediklerini gözlemliyoruz. Bilhassa annelerinin kıymetini bilmeyen ve onlara "Tamam anneciğim!" sözünü bir türlü söyleyemeyen bir nesil ile karşı karşıyayız. Sevgi ve merhamet duygusu ile anne babaya yaklaşması gereken evlatlar, yanlış bir eğitim sistemi ve terbiye metodunun neticesinde asi ve hırçın bir hâl alabilmektedir.
Peki, annesinin babasının üzülmesi hâllerinde üzülmeyen, onların üzerlerindeki emeklerini bir türlü görmeyen, onları adeta çocuk azarlar gibi azarlayan ve onlara kötü davranan bir insan tipinin yetişmesinde anne ve babaların hiç rolü yok mudur? Elbette vardır? İslâm’dan uzak bir yaşam tarzı benimsenince, bunun ortaya çıkardığı bozulma toplumun her bir unsuruna yansıyor artık. Meselenin çözümü basittir aslında... Anne baba da evlatlar da İslâmî bir anlayış kazanmalı ve bu ölçüler dâhilinde bir aile hayatı inşa edilmelidir.
İbni Kesir‘in tefsirinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in savaşa gitmek isteyen birisine; "Git annene hizmet et, çünkü cennet onun ayaklarının yanındadır."[1] buyurduğu rivayet edilir. Demek ki evladın görevi her şeyden önce anne babasını razı etmektir. Evlat anne babasını razı edememişse Yüce Allah‘ı da razı edememiş demektir. Yüce Rabb’imiz şu ayet-i kerimeler ile anne babaya ihsanda bulunmayı emretmektedir:
"Rabb’in kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilikte bulunun. Anne ve babadan birisi veya her ikisi yanında yaşlanır ve düşkünleşirse, onlara "öf" bile deme, onları azarlama, ikisine de hep tatlı söz söyle. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki; Rabbim onlar küçükken beni nasıl yetiştirdilerse sen de onları esirge."[2]
"Biz insana anne-babasını (iyilikle davranmasını) tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır."[3]
"De ki, gelin size Rabb’imizin neleri haram kıldığını okuyayım. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne ve babaya iyilik edin."[4]
İki cihan güneş Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de anne babasını razı edemeyen kimseleri ağır ifadelerle uyarmış ve şöyle buyurmuştur: "Burnu yere sürtünsün! Burnu yere sürtünsün! Burnu yere sürtünsün o kimsenin. Ki o kimse anne babasının sağlığına yetişir de onları memnun etmemiş olmak yüzünden cennete giremez."[5] Peygamber Efendimiz başka bir hadis-i şerifinde yine üç kere tekrarlayarak yanındakilere sordu: "Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” Yanındakiler “Buyur Ya Rasûlallah!” dediler. Efendimiz de; “Allah‘a şirk koşmak, anne ve babaya asi olmaktır.” buyurdu."[6]
Cenab-ı Hak bizlere anne ve babalarımızı hoşnut edebilmeyi nasip eylesin. Ömrünü annesinin hizmetine adamış Veysel Karanî Hazretleri gibi büyükleri anlamayı ve onların feyiz ve bereketlerinden hissedar olabilmeyi nasip eylesin. Âmin.
[1] İbni Kesir, c. 2, s. 373.
[2] 15/İsra, 23-24.
[3] 31/Lokman, 14.
[4] 6/En‘am, 151.
[5] Müslüm, Birr, 6.
[6] Buharî, Edep, 6.
Aydın BAŞAR
Yazarİhramcızâde’nin mensup olduğu tasavvufî gelenek hakkında kısaca bilgi verir misiniz?İhramcızâde Hazretleri, Hâlidiyye Tarîkatı’nın Mekkî koluna mensuptur. Abdullah Mekkî, Yahya Dağıstânî, Mustafa Rûmî...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Ecdadımızın velilere göstermiş olduğu sevgi ve hürmetin en güzel misallerinden birisi de Osmanlı padişahlarımızın velilerle olan münasebetleridir. Tarihî kayıtlar Osmanlı padişahlarımızın tasavvuf ehl...
Yazar: Aydın BAŞAR
1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin baskı altında tutulduğu yıllardır. Bir gün sabah namazı öncesi görev yaptığı camide ç...
Yazar: Aydın BAŞAR
Tarihî ve kültürel birikimi, yetişmiş insan unsuru ile temayüz eden Darende, özellikle Osmanlı Devleti zamanında yetiştirdiği paşalar, devlet adamları, âlimler ve mutasavvıflar ile ünlenmiştir. Osmanl...
Yazar: İsmail ÇOLAK