Unutmanın Panzehri: Yüce Allah’ı Zikretmektir
İslâm’da insanı Yüce Allah’ın yolundan saptıran fiil ve davranışlara günah denilir. Kur’an’da “cünâh” kavramıyla ifade edilen günah, Allah’a karşı gelmenin ve O’nun emirlerine isyan etmenin adıdır. Günahlar, doğrudan Allah-insan ilişkileri alanında cereyân ettiği gibi, insanla insanlar arasındaki ilişkilerde de cereyân eder. Kul hakkını ihlal buna örnek olarak gösterilebilir. Sonuçları bakımından günahlar birey ve toplumların hayatında istenmeyen köklü değişimlerin meydana gelmesine yol açabilir.
Günahların özellikle mü’minlerin akıl, zihin ve gönül hayatında da büyük tahrîbâta sebep olduğu bilinmektedir. Bunların başında büyük emeklerle elde edilen bilginin yok edilmesinde korkunç bir âfete dönüşmesidir. Böyle bir hâlde yapılması gereken, günahları tevbe, pişmanlık, nedâmet, zikir ve istiğfâr ile etkisiz hâle getirerek Allah’la birlikte olma şuurunu diri tutmaktır. Nitekim Kur’an’da geçen bir âyette şöyle buyrulur: “Unuttuğun takdirde Rabb’ini an.”[1]
İslâm’a göre üç çeşit unutma biçimi vardır:
Bunlardan ilki doğal/tabiî unutmadır. İnsanda gayr-i ihtiyârî olarak meydana gelir. Bunda dinî bir sorumluluk yoktur.
İkinci olan unutma ise, ârizî olup geçicidir. Yaşlılık ya da Alzheimer hastalığı gibi nedenlerden dolayı hatırlamada meydana gelen zâfiyetler buna örnek gösterilebilir.
Dinî açıdan asıl tehlikeli olan üçüncü unutma biçimidir; şeytanın, insanı, akla ve hayâle gelmeyen değişik câzibeli vaatlerle hâkimiyeti altına alıp günah işleterek Yüce Allah’a isyan ettirmesi bu unutma biçimine delildir. Bir kötülük odağı olan İblis’in amacı, insanı, dini terk etmeye, yaşamamaya çağırmak ve dinî hayatı o kimseye çirkin ve sevimsiz göstermektir. İblis insanları hak yoldan ayırmak için planını şöyle tanımlamıştır:
“İblîs dedi ki: ‘Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”[2]
“Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.”[3]
Şu âyette de şeytanın, dinle ve kutsal değerlerle savaşmak için savaş elbisesini giydiğine ve kıyâmet gününe kadar da çıkarmayacağına değinilir:
“Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki kaybedecek olanlar da şeytanın yandaşlarıdır!.”[4]
Elbette Yüce Allah’ın kulları arasında irâdesini şeytana satmayan ve kendisini her an Allah’la birlikte olma şuurunda tutan ihlaslı ve samîmî kulları vardır: “Kullarım arasında, ‘Rabb’imiz! Biz iman ettik; bizi affet, bize acı! Sen merhametlilerin en üstünüsün.’ diyen bir kesim de şüphesiz vardı.”[5] Eğer insan bile bile Allah’a karşı itâatsizlik yapıyorsa, bu tutum ve davranışı onun Rabb’ini unutmasından kaynaklanır. Şu âyette dile getirildiği gibi: “Ama siz (ey müşrikler), işte onları alaya aldınız; sonunda bu tutumunuz size beni hatırlamayı unutturdu.”[6]
Şeytan örneğinden hareketle hem şeytanın ve hem de nefs-i emmârenin oyuncağı olan insanların işledikleri günahlar sebebiyle Rabb’ini unutması en büyük musîbettir: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”[7]
Musîbet kelimesi “istenmeyen, kötü durumlar, felâketler” anlamına gelir. Bu âyette, insanın özgür irâdesiyle Allah’a isyanlarından dolayı dünyada karşılaştığı sıkıntı, acı ve felâketlerin kendi kusurlarının bir sonucu olduğuna dikkat çekilmiştir. İnsanın içine mutsuzluktan, kederden ve gamdan ne gelirse, onun sebebi Allah’a karşı kayıtsızlık ve küstahlıktır. Ruhsal hastalıkların temelinde de inanç zayıflığı, ilâhî emir ve yasaklara karşı kayıtsızlık yatar. Böyle bir durum yaşayan kimsenin bu psikolojiden nasıl kurtulması gerektiğini Mevlânâ bir şiirinde şu şekilde dile getirir:
“Gam gördüğünde istiğfâr et (af dile). Gam, Yaratıcının emriyle çalışır.
Allah isterse, gamın kendisi mutluluk olur; bizzat bağ, özgürlüğün esası olur.”[8]
Arapçada gafr kökünden türeyen istiğfâr, “hatâ ve günahların Allah tarafından affedilmesini istemek” mânâsına gelir. İstiğfârın neticesi, mağfirettir. Mağfiret de Allah’ın, kulun hatâ ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, onu bağışlaması demektir. Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden olan el-Gafûr, Cenâb-ı Hakk’ın bağışlamasının çok olduğunu ve kullarının günahlarını bağışlamada herhangi bir sınırının bulunmadığını gösterir.[9]
Bu sebeple Mevlânâ, insanı mutsuz eden etmenler arasında günahların varlığını işaret eder. Günahların Yüce Allah tarafından bağışlanması için de O’ndan af dilenmesi gerektiğini öğütler.[10] Bir âyette: “O, çok bağışlayandır, çok sevendir.”[11] buyrulur. Bu âyette Yüce Allah’ın el-Gafûr isminin el-Vedûd ismiyle birlikte zikredilmesi çok anlamlıdır.
Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Vedûd, Allah ile kulları arasındaki sevgiyi ifade eder. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, herhangi bir insan, kendisine karşı suç işleyen bir kimseyi affedebilir, ama o kimseyi sevmez. Yine insan, sevmediği kimseye merhametle muâmele edebilir. Ancak Yüce Allah öyle değildir. Mâsiyet ve günah, Allah’a karşı işlenen suçlardır, cürümlerdir. İşte bütün bunlara rağmen O, günahlarından dolayı, bağışlanma dileyen kullarını affetmekle birlikte onları hem sever ve hem de onlara merhametiyle muâmele eder: “Çünkü Allah, tevbe edenleri sever.”[12]
Hz. Peygamber (s.a.s.)’dan öğrendiğimiz kadarıyla sıkıntıları hafifletip insanı mutluluğa kavuşturan yollardan birisi (günahlardan dolayı) istiğfâr etmektir. Abdullah b. Abbas’tan rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): “Allahu Teâlâ, istiğfâra devam eden kimsenin her sıkıntısı için bir çıkış yolu ve her keder için bir ferahlık sağlar. Onu hiç beklemediği bir yerden rızıklandırır.” buyurmuşlardır.[13] Gündelik hayatta insanı mutsuz eden mânevî etmenler arasında günahların olduğu unutulmamalıdır.
Günahların bağışlanması için Allah’tan af dilenmesi gerekir. Günah yükünü yüklenmiş olan kimse, bu ağırlıklarını ve yüklerini tevbe ve nedâmet duygularıyla attığı, güzel ameller yaptığı müddetçe Allah’a daha çok yaklaşır ve içinde mutluluk hissini daha çok duyar. Onun için her günahkâr mü’min unuttuğunda Rabb’ini anmalı ve günahlarından dolayı bağışlanma dilemelidir. Çünkü ilmin âfeti unutmak ve ilmî müzâkereyi terk etmektir. Her yaştan ilim tahsil eden talebeler, unutmanın ilacı olan, vera’a sarılmalıdırlar. Vera’ haramlara düşmek korkusuyla şüpheli olan şeylerden kaçınmak, güzel amellere yönelip kalbi Allah’ı anmaktan alıkoyacak işlerden korumaktır.[14]
Toprakta bulunan bir tohum yeşermek ve ürün vermek için nasıl yağmurun yağmasını beklerse, mü’minin kalbi ve zihni de ilmî inkişâfını sağlanmak için her türlü günah eyleminden uzak durmayı bekler. Nitekim ünlü İslâm hukuk âlimi İmam Şâfiî bir şiirinde hâfızanın zayıflığını ve unutmanın sebeplerini şu şekilde dile getirir: “Hocam Vekî’a hâfızamın zayıflığından şikâyet ettim. O da bana günahları terk etmem hususunda tavsiyede bulundu. Çünkü ilim bir ışıktır, Allah’ın ışığı günahkârlara verilmez, dedi.”[15]
O zaman ilim ve iman ışığının sönmemesini istiyorsak, günahların büyük ve küçüğüne bakmadan günahlardan uzak durmalı, sünnetlere sımsıkı sarılmalı, şüpheli olan şeylerden kaçınıp namazlarımızı ta’dîl-i erkâna riâyet ederek haşyetullah duygusu içerisinde kılmalıyız. Mademki ilmin afeti günahlardan kaynaklanın bir hastalıksa, yapılması gereken bu hastalıkların yakın semtine uğramamak ve ihsan şuuruyla yaşamaktır,
[1] 18/Kehf, 24.
[2] 7/A’raf, 16.
[3] 7/A’raf, 17.
[4] 58/Mücâdele, 19.
[5] 23/Mü’minûn, 109.
[6] 23/Mü’minûn, 110.
[7] 42/Şûrâ, 30.
[8] Mevlânâ, Mesnevî, (çev. Veled İzbudak), I, 52 (beyit 835).
[9] Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed, el-Maksadu’l-Esnâ fî Şerhi Esmâillahi’l-Husnâ, Kahire, 1409, s. 53.
[10] Bkz. Mevlâna, Rübâiler, (Haz. Halil İbrahim Sarıoğlu), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2016, s. 254-55.
[11] 85/Burûc, 14.
[12] 2/Bakara, 222.
[13] Ebû Dâvûd, Vitir, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 248.
[14] Seyyid Şerîf Cürcânî, et-Ta’rîfât, Beyrut: Âlemü’l-Kutub, 1987, s. 307
[15] Muhammed Abdülazîm Zürkânî, Menâhilü’l-İrfan fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1996, II, 38.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarYüce Allah, Nisâ Sûresi 29. âyette şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması hali müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Miladî 1256... Anadolu fay hattıyla birleşen ölü deniz fay hattı harekete geçiyor. Başta Antakya, Şam, Mısır, Filistin ve Hicaz Bölgesi olmak üzere bu koca coğrafyada yıkıcı ve tahrip edici büyük bir ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Şefâat, sözlükte; günahlarının affedilmesi ve isteğinin yerine getirilmesi için kendisinden bir şey istenen kişiye yardımcı olmaktır. Yine birisine iyi bir işte aracılık etmek ve kötü işlerden s...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ