Ziyaretçilerin Kaleminden Hulûsi Efendi’nin Birlik ve Beraberlik Ruhuna Etkisi
Kur’an insanın mutluluğunu sağlamak için indirilmiş bir hayat rehberidir. Buna yönelik olarak insanlar arası ilişkilerin ölçü ve kurallarını belirlemiştir. İslâm bir hayat tarzı olduğu için sadece inanç esaslarını vermekle kalmayıp sosyal davranış kuralları da getirmiştir. Bunları evrensel değerler olarak bütün insanlar için öngörmüştür. Adâlet, merhamet ve ahde vefâ bunların en başında gelmektedir. Kur’an, insanların birlikte yaşama ortam ve imkânlarını oluşturabilmeleri için temel insânî sorumluluklar bağlamında yaratıcıya ibadet, yaratıklara merhamet ve adalet olarak açıklamıştır.
Her insan diğerleri ile birlikte yaşamaya muhtaç olduğu için onlarla iletişim kurmak, paylaşmak, onlardan yardım almak ve onlara yardımcı olmak sorumluluğu altındadır. Başkalarıyla iletişim kurmak toplumsal yaşamın gereğidir. Nitekim birbirleriyle tanışmaları ve kaynaşmaları için farklı dillerde ve renklerde yaratılmışlardır. Yaratılışın bir gâyesi de insan fıtratında var olan iyilik duygularını ve insandaki güzellikleri ortaya çıkarmaktır. Toplumların kurduğu siyâsî gruplar olan devletler de birbirleriyle ilişki kurmak zorundadırlar.
Yeryüzünün bütün güzelliklerinden herkesin yararlanabilmesi için karşılıklı tanışmak, görüşmek ve bazı ilişkiler etrafında bir araya gelmek kaçınılmazdır. İnsanın, birlikte yaşadığı topluma karşı sorumlulukları vardır. Açıklandığı üzere dünyadaki muhâsebe toplumsal, âhiretteki muhâsebe ise bireyseldir. Zira âhirete ilişkin sorumluluklar da bireyseldir. İdeal sahibi bir birey kendisini toplumdan soyutlayamaz ve çevresine ilgisiz kalamaz. Hayat şartları ve insan fıtratı, onu toplum ile birlikte yaşamaya, topluma katılmaya, toplumsal hayata katkı sağlamaya zorlar. Toplumun bir üyesi olarak insan hayatını ailesi, komşuları, akrabaları, dost ve arkadaşları din kardeşleri ve diğer din mensupları ile birlikte yaşamaktadır. Birlikte yaşam şartları insana her alanda toplumsal sorumluluklar yüklemektedir.[1]
Vakıf ruhu ile es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin toplumun birlik ve beraberliğine olan etkisini bir ziyaretçi şu satırlara kaleme almış:
“Milli ahlak ve menfaatler doğrultusunda ülkemizin en büyük ihtiyaçlarından olan eğitim ve öğretim müesseseleri açmak ve sosyal yardımlaşmayı gerçekleştirmek için kurulu bulunan mevcut vakfımızın teftişi vesilesiyle, Seyyid Osman Hulûsi Efendi’yi daha yakından tanımak ve eserlerini bizzat yerinde görmekle şerefyâb oldum. Mevcut vakfımızın daha da güçlenerek amacı doğrultusunda gereken hizmetleri bihakkın edâ edebilmesi dilekleriyle.
18.06.1992
Veysel SİPAHİ
Vakıflar Genel Müdürlüğü Müfettişi”
Düşünce tarihinde insan sosyal bir varlıktır diye tanımlanır. Sosyal varlığın oluşturduğu, sosyal bir yapının temelini de öncelikli olarak ahlak ve ahlâkî değerler oluşturur. Bu değerlerdeki yozlaşma, öteden beri devletlerin yıkılış ve yok oluş sebepleri arasında en önemlilerinden biri olarak görülür.
Dolayısıyla bu değerlerin, inancı ve milliyeti ne olursa olsun bütün insanların, milletlerin geçmişteki yaşanmış tecrübelerden yararlanarak yaşatılması gerektiği aksi takdirde, bu değerlerin göz ardı edilmesi durumunda sadece bölgesel değil küresel bir takım çözülmesi zor problemlerle karşı karşıya geleceği göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda birlikte veya bir arada yaşama ve sosyal bir hayat, küresel toplum hayatının bütün alanlarında evrensel olarak kabul edilen ve paylaşılan anlayışlar ve değerler yoluyla gerçekleşir. Bu bağlamda, insanlık tarihi boyunca, bu değerlerin, birlikte yaşama, beraber yaşama için önemi toplumların dinamiklerinden olan mütefekkirlerin en temel konularından biri olmuştur.
Bunlardan biri de Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî (1207-1270)’dir. Mevlâna’nın içinde yaşadığı dönem birçok yönden iç açıcı bir dönem değildir. Zira Anadolu’da siyasi bir istikrarın bulunmaması, Selçukluların siyâsî hâkimiyetleri için savaşları, Moğol istîlâları, siyâsî ve ekonomik buhranlar, ahlâkî değerler açısından yozlaşmaların yaygınlaştığı, değersizliklerin değer haline geldiği insanların canından bezdiği bir dönemdir. İşte Mevlâna sadece bir şair ve edebiyatçı olarak değil aynı zamanda döneminin ve toplumun sorunlarına çözümler öneren ve üreten toplumsal bir önder olarak ortaya çıkar ve insanın var oluş amacına yönelik bir düşünce ve yaşam sistemi oluşturmaya çalışmıştır.
Bu sistemin temelini oluşturan esaslar, dini, ırkı, milliyeti, mezhebi, inancı ne olursa olsun bütün insanlığın sahip olup yaşaması gereken ahlak ve ahlâkî değerler olmuştur. Gerek Doğu gerekse Batı insanına eserlerinde vermeye çalıştığı mesajın esasını bu değerler oluşturur denilebilir. Onun varlığın birliği hakkındaki ontolojik görüşünde de bunu görmek mümkün, oradaki birliği ve birlikteliği sosyal yapıda da görmek mümkündür. Onun adâlet, cömertlik, bilgelik, merhamet, hoşgörü, alçak gönüllülük, tevâzu, doğruluk, dürüstlük, iyilik etme ve yardımseverlik, sözünde durmak, vb. evrensel olarak paylaşılması, anlaşılması ve yaşatılması gereken ahlâkî değerlerdir. Bu değerler günümüz insanın bir arada yaşamak için gerek birey gerek toplum gerekse tüm insanlık için sahip çıkılması ve gerçekleştirilmesi gereken değerlerdir.[2]
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî ve Mevlâna Hazretleri gibi toplumun birliğini ahlak hamuruyla yoğuran, kültürel değerlerle kalkındıran Hulûsi Efendi Hazretleri hakkında devrin Malatya Valisi şu tespitlerde bulunuyor:
“26.06.1992
Milletler, kültürleri ve onu insanlığın hizmetine sunan büyük âlimleri ile yaşarlar. O insanlar ki etrafına iyiliği ve fazilet duygularını yayarlar.
Merhamet duyguları, sevgi, hoşgörü ve mütevâzılık, iman ve insanlığı aydınlatma bir düşüncenin temelinde var ise o ölmeyen ve toplumla bütünleşen her an, meydana gelmesini sağlayan kişidir.
Somuncu Baba dergâhını ziyâret ederken ve es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi’nin kütüphanesini tetkik ederken, milletimizin nasıl ayakta kaldığını daha iyi anladım.
Yaratana sığınıp O’na inanan gönül sultanları ile birlikte sevgi, hoşgörü ve imanı bütünleştirerek insanlara doğru yolu gösteren yüce büyüklerimizi minnetle ve şükranla anıyorum. Etrafında her gördüğü hammaddeyi insanların hizmetine nasıl sunabilir ve değerlendirebilir merak ve idealini idareciler için yol gösterici olarak telakkî ediyorum. Allah rahmet etsin. Vakfa başarılar diliyorum.
Saffet Arıkan BEDÜK
Malatya Valisi”
Toplumların birlik ve beraberlik ruhunu yaşatması ancak, Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in öngördüğü ahlâkî ve insânî değerleri örnek almakla mümkün olabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatı boyunca Kur’an ahlâkını bütün ilişkilerinde uygulamıştır. İnsanları dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu edecek kuralları önce kendi hayatında göstermiştir. Daha kendisine peygamberlik gelmeden evvel insanlara zulüm ve haksızlık yapanlarla mücâdele etmek için Hılfu’l-Fudûl’a katılmıştır.
Bu tür davranışlarıyla çevresindeki insanların güvenini kazanmış ve insanlar kendisini “Muhammedu’l-Emin” olarak sıfatlandırmışlardır. Günümüz insanı için birlikte yaşamanın olmazsa olmazı olan “adâlet, eşitlik, hoşgörü, insana saygı ve sevgi…” gibi temel ilkeler onun hayatının önemli olayları olan, Medîne vesîkası, Mekke’nin Fethi, Vedâ Hutbesi’nin temel öğretilerini oluşturur. Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği geliştirecek kardeşlik anlaşması ile zor günlerini birbirine maddî mânevî destek vererek daha kolay atlatmıştırlar. Veda Hutbesi’yle hayatında yaşadığı Kur’an-ı Kerim’in temel ilkelerini ümmetine hatırlatmıştır. Üstünlüğün ancak takvâda olduğuna dikkat çekmesi, kabîlecilik, soy ve sop üstünlüğünü, bütün mü’minlerin kardeş olduğunu ifade ederek dünyadaki bütün insanların huzûrunun kardeşliğe önem vererek sağlanabileceğine vurgu yapmıştır.
Maddî güç ve ekonomik üstünlüğünü kullanarak insanları aşağılayan düşünce tarzının Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünnetinde hiçbir değeri yoktur. İşte bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.) ümmetine kurtuluş olarak Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’ini bırakmış, Müslümanların bu iki kaynağa sarılırlarsa kurtulacaklarını ifade etmiştir. İnsanların İslâm’ı şiddet ve savaşla özdeşleştirilen, İslâmfobiya korkusunun tam tersine, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in insanlar arasındaki farklılıklara karşı müsâmaha ve hoşgörüsü takdire şâyândır. O hayatı boyunca insanları iyilik ve güzelliğe davet etmiş, hayatında bu amaçla ilkeler belirlemiştir. Bu ilkelere uymayan Sahâbeyi de eleştirmiş ve onlarında bu ilkelerle hareket etmesi için uyarılarda bulunmuştur.
Eğer biz de dünyamızın kan gölüne çevrilmesini istemiyor, birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamak istiyor, meleklerin Allah’a “Dünyada fitne ve fesat çıkaracak birilerini mi yaratmak istiyorsun?” endişelerini doğru çıkarmak istemiyorsak, bir an önce Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünnetindeki ilkeleri hayata geçirmek zorundayız. Aslında Allah insanoğlunu bu görevi üstlenebilecek kapasitede yaratmıştır. Onun fıtratı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine uygun bir şekilde yaratılmıştır. İnsanoğlu bu görevine engel olmaya çalışan şeytanı yenebilecek kapasitededir.[3]
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvufî öğretisinin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Onun için bu iki güzel yolun takipçisi olan vakıf mensuplarının hizmetteki ciddiyetin bir devlet yöneticisi şu satırlarla dilendiriyor:
“29.06.1992, Pazartesi
“II. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu” vesilesiyle bu hayırsever vakfı daha da yakından tanıma fırsatı buldum. Görevim esnasında vakfın fevkalâde çalışmalarını yakından müşâhede ettim. Hizmet vermeye âşık vakıf mensuplarının olağanüstü gayretlerini hayranlıkla takdir ettim. Çünkü sa’y ve gayret gösterirken bazı engellerle karşılaşmış, bazı zorluklar çekilmiş ama buna rağmen sabırla bu bâdireler atlatılmıştır. Yılmadan, usanmadan bağnaz bir tutuma girmeden fevkalâde medenîce hizmetler verilmiş. Hiç kimseyi kırmadan, gücendirmeden hizmet kervanlarına eser bırakmaya çalışmışlardır. Hayranlıkla takdir ettiğim de budur.
Vakıf olarak her türlü desteği vermeye hazır, pek çalışkan vatansever, hamiyetli insanları kemâl-i ciddiyet içinde gördüğümden;
Bu insanları saygıyla selamlıyor, hizmetlerinin devamını diliyor, başarı dileklerimi arz ediyorum.
Haluk AKTI
Darende Kaymakamı”
İslâm’ın zâhirî hükümleri yanında derûnî hikmetlerini gerçekleştirebilme yetisi olan tasavvuf ilmi, toplumun her katmanında etki uyandıran bir düşünce sistemidir. Bireysel kemâlin yanında sosyal kimliğin de kazanılmasını öngörmektedir. “Halvet der-encümen/Halk içinde Hak ile beraber olmak” duygusunu şiâr edinmektedir.
Halvet, uzlet, inzivâ, erbaîn, çile, tefekkür, tezekkür, zikir ve tesbîhât yükümlülükleri ile kendine yabancılaşmayan, kendinden kaçmayan, bilakis kendi ile yüzleşebilen, kendinin farkındalığında olan ve bireysel gelişim seyrini gerçekleştiren fertler yetiştirir. Kemâl yolculuğunda mânevî donanıma eren sâlikler diğer yandan hizmet, sohbet, celvet, îsâr, uhuvvet anlayışı ile de kendinden topluma bir şeyler vermeye çalışır. Dervişin halvet ve tekke hayatı dâimî olmadığı için günlük hayatın her karesinde yer alabildiğini görmekteyiz. Dervişliğin gâyesi Hakk’a vuslat ve fenâ hâlinin gerçekleşmesidir. Derviş, yaratılmışa Hak nazarı ile bakmadan Hakk’a ulaşamaz.[4]
Tasavvuf erbabı olan Hulûsi Efendi Hazretleri güzel yaklaşımlarıyla öncelikli olarak muhâtaplarını insanlık ortak paydasında birleşmeye davet etmiştir. Zihinlerdeki karmaşayı, gönüllerdeki duygu dağınıklığını, hâl ve hareketlerdeki dengesizlikleri giderme çabasında olmuştur. Aşağıdaki satırlarla onun tasavvufî erdemiyle, imar faaliyetleriyle birlik rûhuna olan katkılarını veren satırlarla yazımızı taçlandıralım:
“Tasavvuf erenlerinden birinin huzurunda bulunmak, insan için en büyük kazançlardan… Hele bu zat Hacı Hulûsi Efendi gibi ulu bir er olunca daha anlamlı hale geliyor. Bu büyük zat da gördüğüm, tekke ve zâviyede oturmanın, zikrin dışında imar faaliyetiyle mekteple camiyle, yolla hülâsa hayatın her yönüyle uğraşmasıdır. Gelecek neslimizin örnek alması dileklerimle, Allah’tan (c.c.) rahmet dilerim.
30.10. 1992
Abdulkadir DEMİR
Kuluncak Kaymakamı”
“Böyle bir kütüphaneyi ve dergâhı ziyâret etmek insanı çok duygulandırıyor. Gönül erlerinin huzûrunda çok kısa bir süre de olsa bulunabilmek çok büyük bir mutluluk. İman, inanç ve sevgi çerâğının temellerini atıp bizlere intikâl ettirenlerin rûhu şâd olsun. Daha nice faydalı ve hayırlı hizmetlere vesile olmasını temennî eder, başta Es-Seyyid Hacı Hulûsi Ateş Efendi Hazretleri olmak üzere vakfa ve yöreye hizmeti geçenlere Allah rahmet eylesin.
30.10.1992
Sırrı UYANIK
Hekimhan Kaymakamı”
[1] Duran Ali Yıldırım, Farklılık ve Birlikte Yaşama Kültürünün Kur’anî Temelleri, SBARD. Yıl: 17, Sayı; 34 Güz, 2019. ss211-213.
[2] Naim Şahin, “Mevlana Celaleddin Rumi’de Birlikte Yaşamada Ahlak ve Ahlaki Değerlerin Önemi”, Medeniyet ve Birlikte Yaşama Kültürü Tebliğ Özetleri-4, Türkiye İmam Hatipliler Vakfı Yayınları, s.151.
[3] Hatice Dülber, “Birlikte Yaşama Ahlakıyla İlgili Hz. Peygamber’in Hayatından Örnek Kural ve Davranış Şekilleri”, Medeniyet ve Birlikte Yaşama Kültürü Tebliğ Özetleri-4, Türkiye İmam Hatipliler Vakfı Yayınları, s.103.
[4] Kadir Özköse, “İrfânî Gelenekte Birlikte Yaşama Tecrübesi”, Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Hukuku Sempozyumu, (17-19 Nisan 2015), Mardin, s. 238-239.
Musa TEKTAŞ
YazarDoğunca ağlar amaÇocuklar ağlamasınDayanmaz baba anaÇocuklar ağlamasın.Çocuk masum her dindeDün de öyle bugün deKudüs'te Filistin'deÇocuklar ağlamasınÇocuk dünyanın gülüEvimizin bülbülüKalem taşısın e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yûnus Emre, tarihi şahsiyeti ile menkıbevî şahsiyeti arasında kalmış, hayat öyküsü halen netleşmeyen bir halk şairi sûfî olarak Anadolu insanının yakından tanıdığı birisidir. Hem onun hayatından bahse...
Yazar: Hamit DEMİR
İslâm’da insanı Yüce Allah’ın yolundan saptıran fiil ve davranışlara günah denilir. Kur’an’da “cünâh” kavramıyla ifade edilen günah, Allah’a karşı gelmenin ve O’nun emirlerine isyan etmenin adıdır. Gü...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Allah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ...
Yazar: Musa TEKTAŞ