Allah’a Kulluğu Öncelemek
Bir camiye girdiğinizde ibadet etmek ne kadar kolaydır. Zira içine adım attığınız mabedin tamamı sizin Allah’a yönelmeniz için inşa edilmiştir. Tertemiz halılar, ortamı aydınlatan lambalar, üşümeden rahatça ibadet edebilmeniz için ısıtma sistemi, ayakkabılarınızı koymanız için ayakkabılıklar, şaşırmadan tesbihatınızı yapmanız için tespihler. Farzları eda etmeniz için bir imam, yardımcı olarak da bir müezzin. Tamamı size hizmet etmek için hazır edilmiş. Ayrıca içeri girenler yani cemaat de ibadet etmek için oradadır. Velhasıl ibadet etmenin çok rahat olduğu bir ortamda bulunmaktasınız. Herkes bir arada olmanın verdiği manevî güçle Allah’a yönelir ve alenî bir şekilde ibadetlerini yapar.
Bazı ibadetlerde ise gizlilik esastır. Efdal olan başkalarının onu bilmemesidir. Zekât vermek gibi. Neden böyle denecek olursa, bunun iki temel gerekçesi vardır:
Birincisi: İnsanın malından belli bir miktarı, bir karşılık olmaksınız birine hibe etmesi çok zordur. Bununla birlikte, zekât veren kimse, başkaları kendisini gördüğünde gurura kapılabilir. Veren el olması hasebiyle nefsinde büyüklenme olabilir. Onun zekât verdiğini gören kimselerde bir eziklik de oluşabilir. Zira birine zekât verirken olaya şahit olan bir üçüncü kişi, gösteriş yapılarak aşağılanabilir. Bu nedenle saklı vermek, nefsi azdırmamak adına önemlidir.
İkincisi: Zekât alan kimse mahcubiyet içindedir. Zira bir kuldan yardım almak nefse çok ağır gelir. Karşıdaki ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir eziklik duyar. Ama muhtaç olması nedeniyle yardım da gereklidir. Çünkü zayıfların gözetilmediği bir toplumda sosyal barıştan ve adaletten söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle, durumu elvermediği için yardım edilen kimsenin onurunun korunması şarttır. Yardım ediyorum diyerek izzetiyle oynamamak gerekir.
İbadetler Aksatılamaz
Yukarıda belirttiğimiz gibi, ibadetler bazen alenî bazen de gizli eda edilmek durumundadır. Ancak asıl olan her hâlükârda eda edilmeleridir. Günümüz Müslümanlarının karşılaştığı temel sorunlardan biri işte burada başlamaktadır. Şöyle ki, dinî duyarlılıkların zayıfladığı toplumumuzda, Allah’ın bizlere farz kıldığını ve mutlaka yerine getirmemiz gerektiğini bildiğimiz ibadetlerimizi eda etmekten çekinir olduk. Bazı haramlardan kaçınmakta da ürkek olduk. Acaba etrafımızdaki insanlar bize nasıl bakar? Bizimle alay ederler mi? Bize yafta takarlar mı? Gerici olarak suçlanır mıyız? Bunlar ve benzeri pek çok endişe bizi kıskıvrak yakalar, farz ve haram noktasında üzerimize düşen görevi yapmaktan korkarız.
Öncelikle şunu söylemek durumundayız: Bu endişeyi taşıyan insanda, kula verilen önem Allah’a verilen değerin önüne geçmiştir. Kulluk borcumuzu eda etmezsek Rabb’imiz bize nasıl bakar? Haramdan kaçınmadığımız için bizleri mücrim kullar sınıfına dâhil ederse hâlimiz nice olur? Ahiretimizi heba etmiş olmaz mıyız, gibi sorular ikinci plana düşmüştür. Böyle olunca da fedakârlığa kulluktan taviz vermekle başlamışızdır. Sanki çekindiğimiz bu insanların ölümden sonra bizlere bir faydası dokunacakmış gibi?! Bunun adı ahireti dünya uğruna satmaktır. Dünyalık bir takım şeyler elde etmek amacıyla ebedî hayatımızı sıkıntıya sokmaktır.
Vakti Çıkmakta Olan Namaz
Şöyle varsayalım: Vaktinde eda etmek istediğimiz namazın vakti çıkmak üzere. Bir mescide girip kılabilecek kadar zamanınız da kalmadı. Etrafımızda dolanan yüzlerce insana aldırmadan, Allah yeryüzünü bizlere mescid kılmıştır diyerek ceketi bir köşeye serip namazımızı eda edebilecek cesaretimiz var mı? Yoksa yukarıda saydığım korku hafakanları bizi kendisine esir mi eder? İnsanlar bana burun kıvırır, fotoğrafımı çekerek şurada burada basarlar, namazımı kılarken laf atarlar endişesiyle Allah’ın hakkını ikinci sıraya mı atarız?
Farz olan ibadetler bir yana, insanlar aman bizim hakkımızda yanlış düşünmesin korkusuyla İslâmî geleneğimizin ayrılmaz bir parçası olan ve Allah Rasûlü’nün bizlere mirası olan selamı ne kadar kullanıyoruz diye bir düşünelim. Selam kelamdan önce gelir değil mi? Peki girdiğimiz bir işyerinde veya sabah mesai için dairemize gittiğimizde, selamı her şeyin önüne alarak, karşılaştığımız insanlara önce Allah’ın selamını mı veriyoruz yoksa bizi yaftalarlar diyerek “Günaydın!”, “İyi sabahlar!”, “Merhabalar!” gibi ikinci sırada gelen temennî kelimeleriyle mi söze başlıyoruz? Veyahut da birinden bir iyilik gördüğümüzde “Allah razı olsun!” diyebiliyor muyuz? Yoksa “Teşekkür ederim!”, “Sağ olun!” gibi kelimelerle mi karşılık veriyoruz?
Burada en büyük tehlike şudur: Değerlerimizin farkında olan bizler, anlamsız endişelerimizden dolayı bunlara sahip çıkmadığımızda, başta ailemiz olmak üzere toplum bu değerlerden yoksun olarak şekilleniyor. Bunun anlamı ise, evlatlarımızın elimizden çıkıp gittiğidir, onları kaybettiğimizdir. Zira örnek bir yaşantıyla İslâmî kimliğimizi çocuklarımıza intikal ettiremediğimiz takdirde, başka kültürlerin baskısı altında ezilmekte olan ve toplumumuzun en zayıf bireyleri olan çocuklarımız çok farklı değerleri kısa sürede benimseyecektir. Öyle ki, aynı çatı altında iki farklı kültürü temsil eden insanlar hâline geleceğiz. Çocuklarımızla aramızdaki farklılıkları görmeye çalışırsak, değerlerimizden ne kadar uzak yetiştiklerini ve başkalaştıklarını çok rahat anlarız. Akşam eve vardığınızda, yavrularınızla kendinizi bir de bu açıdan karşılaştırın. Sözümüzün doğruluğunu anlayacaksınız.
Üzerimizdeki Felaket
Burada esasında bizim için de bir felaket söz konusudur. O da şudur: Değerlerimize sahip çıkmadığımızda, toplum yavaş yavaş bizi kendisine benzetir. Ve bir süre sonra taviz vermememiz gereken kıymetlerimizi yavaş yavaş terk etmeye başlarız ve bizler de sıradanlaşırız. Bunun anlamı ise, hem bizim hem de ailemizin geçmişimizden kopmasıdır. Bir müddet sonra başta bizdekiler olmak üzere ailemizdeki değerler hayatımızdan silinip gider ve bu tayfunda kayboluruz.
Böyle bir akışa kendisini kaptırmış, kimliğini kaybetmekte olan, değerleri üzerinde duramayan topluma gelince, varlığını devam ettirmesi güçtür. Dünyayı saran Batı kültürünün her tarafa hegemonya kurmasının bir nedeni de, diğer toplumların dirençlerinin zayıflamasıdır. Bizde de bu çok açık bir biçimde görülmektedir. Gerçekten de büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız.
Birinin Yapmasını Bekleyen Toplum
Çeşitli endişelerden dolayı bazen dindarlığımızı gizliyoruz, çekiniyoruz, bazen haramları işliyoruz ancak ihmal ettiğimiz bir husus var ve buna hepiniz katılacaksınız:
Halkımızın ibadetler noktasındaki zafiyeti her geçen gün artmakta ve değerleri kaybolmaya yüz tutmakta olsa bile, dinî duyarlılığı hâlâ güçlüdür ve iyiden hemen etkilenir. İşin bilincinde olan bizler dinimizi elimizden geldiğince mütevazı bir şekilde yaşamaya çalışsak ve hayatımızı dinin güzellikleriyle süslesek, çevremizdeki insanlar bizden mutlaka etkilenirler. Silikleşmeye yüz tutan değerlerimize sahip çıkarlar. Bu şuna benzer:
Şehirlerarası yolculuk esnasında, vaktinin geçeceğinden endişe ettiğiniz namaz için şoföre ricada bulunup aracı bir mescidin önüne çektirdiğinizde, sizinle beraber birkaç kişinin daha namaz kılmaya koştuğunu görürsünüz. Zira insanlar birinin önderliğini beklerler. Hayatın diğer alanlarına yayılmış olan dinî mirasımız da bunun gibidir.
Birileri buna sahip çıktığında, onu sahiplenmeye hazır zaten pek çok insan vardır. İş yerindeki arkadaşlarımızı Allah’ın selamıyla selamlaşmaya alıştırdığımızda, bunun sevap boyutundan, bizi bir arada tutan değerlerden olduğundan söz ettiğimizde, pek çoğunun kısa sürede bunu benimsediğini ve evlerine gittiklerinde kapı yüzlerine açıldığında, ilk sözlerinin “Selamün aleyküm!” olduğunu göreceğiz. Dinimize bu şekilde sahip çıksak bunun olumlu etkileri yavaş yavaş topluma yayılacaktır.
Allah’ın Hakkını Öne Almak
Bize düşen, Allah’ın hakkını her şeyin önüne koymaktır. Bu yüzden, İslâm yolunda Allah düşmanlarının bizleri horlamasını, küçümsemesini önemsemeyelim. Çünkü Allah bize yeter, o ne güzel bir vekîldir. Bunu yaparken hakkımızı aramasını da bilelim. Pısırıklık, çekingenlik bizim sıfatımız olmasın. Makul ölçüler içerisinde tepkimizi ortaya koyalım. Kulluğumuzu yaşamamızın önündeki engelleri tatlı ve güzel bir üslup ile ortadan kaldırmaya gayret edelim. İşte yapılacaklardan biri:
Büyük şehirlerdeki devasa alışveriş merkezlerine girdiğinizde, vaktin nasıl geçtiğini anlamazsınız. Zira cebinizdekini harcamanın pek çok seçeneği vardır. Hatta paranızı vermek için kuyruğa bile girersiniz. Zaman hızla akıp giderken, vakti geçmekte olan namazınızı eda etmek istersiniz. Ancak bunların büyük kısmında bir minik mescid bile bulamazsınız.
Buraları, yaptığımız alışverişlerle ayakta tutan bizleriz. O hâlde en temel ihtiyacımız olan namazı eda edebilmemiz için neden bir mescid tahsis etmezler? Etmezler çünkü bunun ticarî bir getirisi yoktur, muhtemelen artı bir maliyeti ve masrafı vardır. Su harcanacak, elektrik yakılacak vesaire. Mescid yeri ayrılmayışının belki kötü amaçlı başka nedenleri de vardır, bilemeyiz. Lakin bu tavrı kıracak olan bizleriz. İşte bu noktada kulluk bilincimizin ne derece güçlü olduğu ortaya çıkıyor. Bu yerlerin yönetimlerine ciddî anlamda protestomuzu göstermediğimiz için, belki de sergilediğimiz çok cılız tepkileri önemsemediklerinden veyahut da bu yerleri boykot etmediğimizden dolayı, Müslüman bir ülkede namazı eda edebilecek bir mekân bulamıyoruz.
Oysa üzerimize düşeni yerine getirsek, talebimizi zorunlu olarak yerine getireceklerdir. Ne kadar ilginç bir durum değil mi? Her köşesinde camilerin bulunduğu ve halkının neredeyse tamamı Müslüman olan bir ülkenin alışveriş merkezlerinde namaz kılmak için yer bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Bunun nedeni ise maalesef biziz. Sorgulanması gereken de Müslümanlığımızdır. Peki mescidi bulamadığımızda ne yapıyoruz? Ceketi serip bir köşede namazımızı kılıyor muyuz yoksa insanlar ne der diyerek kazaya mı bırakıyoruz? İşte size kendimizi tartmamız için bir fırsat!
İyi Mü’min Allah’ın Hakkını Önde Tutandır
Allahu Teâlâ Kur’an’da iyi mü’minleri tarif ederken onların dil uzatanın kınamasından korkmadıklarını belirtir. (5/Mâide, 54). Savaşta bile ibadetin aksatılmadan nasıl eda edilmesi gerektiğini tarif eder. (4/Nisa, 101-103). Ve unutmamak gerekir ki, gerek ayetlerde ve gerekse Rasûlullah’ın buyruklarında bizlerden istenen her şey, yerine getirilmek için emredilmektedir. Hayatımızda mutlaka karşılık bulmaları icap etmektedir. Öyleyse Allah’ın hoşnut olduğu mü’min, O’nun hakkını her şeye önceleyendir.
Enbiya YILDIRIM
YazarBir mü’minin İslâm’la bağını daima güçlü tutan tek ibâdet namazdır. Çünkü namaz her gün kılınır. Gündelik hayatın içine serpiştirilmiş olduğundan, kulun Rabb’ini sürekli hatırlamasını sağlar. Onu kont...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsanın doğumla başlayan yürüyüşü mutlak sûrette ölümle sonuçlanır. Bu sebeple hepimiz ölüme doğru yürümekteyiz. Son nefesimizi vereceğimiz yere kadar bu yürüyüşümüz durmaksızın devam eder. Hayatımız ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Tarihe bakıldığı zaman İslâm medeniyetinin harikulâde inkişafları görülür. İslâm dini; bütün insanlığın faydasına olan yenilikler getirmiştir. İnsanlık âleminin hayrına olan birlik ruhu, vicdan ve akl...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Günümüz Müslümanları kendi Müslümanlıklarını koruma endişesi yanında bir de çocuklarının Müslümanlığını koruma endişesi taşımaktadırlar. Hatta çocuklarına yönelik endişeleri kendi Müslümanlıklarını ku...
Yazar: Enbiya YILDIRIM