Bir Ayet: Kul Hakkı
Yüce Allah, Nisâ Sûresi 29. âyette şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması hali müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”
Bu âyet-i kerîmede Yüce Allah, karşılıklı rızâya dayanan ticaret dışında insanların mallarını bâtıl/haksız ve haram yollarla yemeyi yasaklamaktadır. Fâiz, kumar, rüşvet, gasb, hırsızlık, hıyânet gibi hile yollarının hepsi bâtıl olup bu türlü yollarla insanların mallarını yemek haramdır. Âyetin devamında “Nefislerinizi öldürmeyiniz.” Buyrularak, “Haksız yollarla insanların mallarını yemek sûretiyle kendinizi öldürmeyiniz.” şeklinde mecâzî bir mânâ kasdedilmiştir.[1] “Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.”
Hak kavramı İslâm dininde çok önemli bir kavramdır. Sözlükte, “gerçek, sâbit ve doğru olmak; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakinen muttalî olmak”[2] gibi anlamlara gelen hak, ıstılâhî olarak “gerçeğe mutâbık olan hüküm”[3] şeklinde tarif edilmektedir. Hak aynı zamanda bâtılın zıddı olarak kullanılmaktadır.[4]
Hak, Allah hakkı ve kul hakkı olmak üzere iki kısma ayrılır. Allah hakkı; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, yalnızca O’na ibâdet edip emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmak olarak ifade edilebilir.
Kul hakkı ise, insanların birbirlerine karşı sorumlu oldukları hayatın her alanını kapsayan bütün haklardır. Bunlar genellikle insanın malı, canı, ırz ve namusu, mânevî şahsiyeti ile ilgili haklardan oluşmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de kul hakkının ihlalini ifade eden bütün söz ve davranışlar yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Meselâ insanın mânevî şahsiyetine yönelik; sövme, tahkir etme, hakârette bulunma, alay etme, gıybet etme, kötü lakap takma, gizli hallerini araştırma, sû-i zanda bulunma ve iftirâ gibi bütün söz ve davranışlar haram olduğu gibi, insanın canına yönelik; cana kıyma, yaralama, şiddet uygulama, zinâ, tecâvüz, tâciz gibi davranışlar da haram kılınmıştır. İnsanın malına yönelik; hırsızlık, gasb, ölçü ve tartıda hile yapmak, emanete hıyânet etme, kumar, tefecilik gibi fiiller de suç sayılmış ve haram kılınmıştır.
Yüce Allah, her türlü kul hakkına çok önem vermiş ve kul hakkına saygı gösterilmesini istemiştir. Kul hakkı ihlallerini önlemek için Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet indirmiştir. Meselâ insanın mânevî şahsiyetine yönelik suçları önlemek için şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir. Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin (aleyhinde konuşmasın); biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.”[5]
İnsanın malına yönelik suçları önlemek için şöyle buyrulmuştur:
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.”[6]
“Ölçü ve tartıda hile yapanların vay hâline!”[7]
İnsanın canına yönelik suçları önlemek için ise şöyle buyrulmuştur:
“…Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…”[8]
“Kitapta onlara şöyle farz kıldık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas yazdık...”[9]
Yüce Allah, insanın işlemiş olduğu büyük küçük bütün günahların samîmî tevbe ile affedileceğini bildirmiştir. Ancak kul hakkı ile ilgili günahlar sadece tevbe ile affedilmez. Mutlakâ hakkı ihlal edilen kuldan helallik alınması gerekmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), kul hakkıyla Allah’ın huzuruna çıkan kişiyi müflis olarak nitelendirmiştir. Ebû Hureyre’nin rivâyet etmiş olduğu bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbe-i kirâma, “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sormuş.
Ashab: “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.” demişler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekât gibi ibâdetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Ancak bu ibâdetlerin yanında öyle günahlar da işlemiştir ki, kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine zinâ iftirâsında bulunmuştur. Bu durum karşısında onun ibâdetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibâdetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. İşte böylece müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.”[10]
Kur’ân-ı Kerim’de insanların haklarına saygı duymayan, onların haklarına tecâvüz edenler zâlim olarak nitelendirilmektedir. Kul hakkını ihlal edenler birçok âyette yerilmiş ve onlara elem verici azaplar hazırlandığı bildirilmiştir.
“Sorumluluk, ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere aittir. İşte böylelerine acı bir azap vardır.”[11]
“Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!”[12]
“Zâlimler için yardımcılar yoktur.”[13]
“Biliniz ki Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir.”[14]
Yüce Allah, kul hakkı ile ilgili âyetlerin sonunda “İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir.”[15] buyurmak sûretiyle kul hakkı ihlallerini Allah’ın sınırlarını çiğnemek/zulüm olarak nitelendirmektedir.
Burada şu önemli hususu da belirtelim ki, kul hakkı yemenin en tehlikelisi, devlet ve kamu hakkı ihlalidir. Bütün insanların ortak hakkı olan kamu mallarını gasp etmenin ve haksız yere kullanmanın vebâli, ferdî/tek kişiye ait olan bir kul hakkından daha büyük ve tehlikelidir. Zira tek kişinin hakkını iâde etmek ve onunla helalleşmek mümkündür. Ancak kamu hakkı ihlal edildiğinde bütün hak sahiplerini bulup helalleşmek mümkün değildir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) de çeşitli münâsebetlerle kul haklarının önemine vurgu yapmış ve kul hakkı ihlallerinden insanları sakındırmıştır. “Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır.”[16]
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmadığı kıyâmet gününden önce o kimseyle helalleşsin! Aksi takdirde kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir.”[17]
Allah Rasûlü vefat etmeden önce mü’minlere son tavsiyesi kul hakkıyla ilgili olmuş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki; dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafiftir.”[18]
“Nihâyet ben de bir insanım! Aranızdan bazı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin malından sehven (bilmeyerek) bir şey almışsam, işte malım gelsin alsın! İyi biliniz ki; benim katımda sizin en önde geleniniz, en sevgili olanınız, varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helâl eden kişidir ki, Rabb’ime onun sayesinde helâlleşmiş olarak, gönül hoşluğu ve rahatlığı ile kavuşacağım. Hiç kimse, “Rasûlullah’ın kin ve düşmanlık beslemesinden korkarım!” diyemez! İyi biliniz ki; kin ve düşmanlık beslemek, aslâ benim huyum ve hâlim değildir! Ben aranızda durup bu sözümü tekrarlamaktan kendimi müstağnî görmüyorum!”[19]
İslâm dininde Allah hakkı önemli olduğu gibi kul hakkı da çok önemlidir. Allah Teâlâ kendi hakkıyla ilgili günahları tevbe ile affetmektedir. Ancak kul hakkıyla ilgili günahları hakkı yenilen kul affetmediği sürece Allahu Teâlâ affetmemektedir. Dolayısıyla inanan insanların kul hakkı konusunda dikkatli olmaları gerekir. Müslümanlar aralarında helalleşmeye önem vermeli ve sık sık helalleşmelidirler. Geçmişte bir kulun hakkını ihlal etmiş ise hiç zaman kaybetmeden hakkı sahibine iâde etmeli ve helalleşmelidir.
Netice olarak diyebiliriz ki, Allah haklarına riâyet etmemiz gerektiği gibi kul haklarına da riâyet etmek zorundayız. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in insanlığa getirdiği, “kendi nefsimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkasına da yapmama”[20] evrensel ilkesine bağlı kalmalıyız. Dolayısıyla insanların, canını, malını, ırz ve namusunu kendimizinki kadar kutsal kabul etmeli ve ona göre davranmalıyız. İnsanların maddî ve mânevî haklarına zarar verebilecek bütün söz ve davranışlardan uzak durmalıyız.
* NEVÜ İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri bölüm başkanı. msoysaldi@gmail.com
[1] Vehbe Zuhaylî, et-Tefsiru’l-Münîr, Dimeşk: Dâru’l-fikr, 1991, 5/31; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1989, 2/266.
[2] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, Beyrut: Dâru Sâdır, 1990, 10/50.
[3] Taftazânî, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, nşr. Ahmet Hicazî es-Sekka, Kahire: 1987, 12-13.
[4] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/50; Muhibbüddin Ebi Fayz Seyyid Muhammed Murtaza el-Hüseynî el-Vasıtî ez-Zebidî, Tâcu’l-Arûs, Beyrut: ts., “hkk” md.
[5] 49/Hucurât, 11-12.
[6] 2/Bakara, 188.
[7] 83/Mutaffifin, 1.
[8] 5/Mâide, 32.
[9] 5/Mâide, 45.
[10] Buhârî, Mezâlim, 10; Müslim, Birr, 59.
[11] 42/Şûrâ, 42.
[12] 3/Âl-i İmrân, 151.
[13] 5/Mâide, 72.
[14] 49/Hucurât, 12.
[15] Bz., 2/Bakara, 229; 58/Mücâdele, 4; 65/Talak, 1.
[16] Buhârî, Hac, 132; Müslim, Kasame, 29.
[17] Buhârî, Mezâlim, 10; Rikâk, 48.
[18] İzzeddin Ali b. Muhammed eş-Şeybânî İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîḫ, nşr. C. J. Tornberg, I-XIII, Leiden 1851-76, Beyrut: 1399/1979, 2/319; İbn Sa’d, eṭ-Ṭabaḳāt, nşr. İhsan Abbas, Beyrut: 1388/1968, 2/255.
[19] İbn Sa’d, eṭ-Ṭabaḳāt, 2/255; Taberî, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîḫu’r-Rusül ve’l-Mülûk, nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl, I-XI, Kahire: 1960-70, Beyrut: Dâru Süveydân, ts,. 3/190.
[20] Buhârî, İman, 7; Müslim, İman, 71.
Mehmet SOYSALDI
YazarEvlerini müminsiz cemaatsiz bırakmaDizimizi dermânsız ve takatsiz bırakmaAciziz yarattığın bir mikrop karşısındaKitâb u Habîb’ine itaatsiz bırakmaKuşlar mı tavaf etsin Kâbe’nin etrafındaMescid-i Harâm...
Şair: Ekrem KAFTAN
Allahu Teâlâ, Enbiyâ Sûresi 35. âyette şöyle buyurmaktadır: “Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”Bu âyette if...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün sahâbe ile beraber otururken Cebrâil (a.s.) gelmiş ve “İman nedir?” diye sormuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu soruya: “İman; Allah’a, âhirete, meleklere, kitaplara, peyg...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yüce Allah, Hûd Sûresi 112. âyette şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir....
Yazar: Mehmet SOYSALDI