Mustafa Takî Efendi’nin Medeniyet Anlayışı
Medeniyet, sözlükte “şehirleşmek, şehir halkının yaşayışını benimsemek” manalarına gelmektedir. Farklı tanımları yapılan bu kavramın tanımlarında ortak olan nokta, medeniyetin, şehir hayatının, sosyal, siyasal, entelektüel, kurumsal, teknik ve ekonomik alanlarda mümkün kıldığı birikim, düzey ve fırsatları ifade etmiş olmasıdır.[i]
Tarihî süreç içerisinde farklı yöntem ve dayanaklarla birçok medeniyet teklifi gündeme getirilmiş ve dünya birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu çalışmada son dönemin etkin gönül erlerinden biri olan Mustafa Takî Efendi’nin (ö.1925) medeniyet düşüncesine bakışını ele almak istiyoruz. Osmanlı’nın çöküşü ile Cumhuriyet’in kuruluşu süreçlerine şahitlik eden Takî Efendi’nin, ilmî kişiliğinin yanı sıra sûfî meşrep biri olması dolayısıyla onun medeniyet tasavvurunda madde ve mana bütünlüğünün önem arz ettiğini görmekteyiz. Bu makalede onun medeniyete bakışındaki bu kapsayıcılığına dikkat çekmek istiyoruz.
Takî Efendi, medeniyet düşüncesini insanın medeniyete olan ihtiyacını ifade ederek temellendirmeye başlamıştır. Ona göre insan tek başına yaşamaya güç yetiremeyeceği için bir toplum içerisinde yaşamaya mecburdur ve bu mecburiyet insanı medeniyet oluşturmaya iten mücbir sebeptir. Medenî toplumun birtakım kuralları benimsemiş olmasını da zaruri gören Takî Efendi’ye göre bu noktadan bakınca sorumluluk medeniyeti şekillendiren en temel kavramlardan biri olmaktadır.
Bireylerin görev (iç ve dış görev) hassasiyeti ile hareket etmelerini medeniyet anlayışında kilit konulardan biri olarak takdim eden Takî Efendi, insanların medenî bir toplumda suçtan uzak durmalarını da olmazsa olmaz bir diğer başlık olarak takdim eder. Medeniyetin hukuk ve ahlâk ilimlerinin konusu olduğunu belirten Takî Efendi, kâmil akıl sahipleri olan peygamberlerin, akl-ı meâş ile meseleleri çözebilen insanların ve aklını tam anlamıyla kullanamayıp deneme yanılma yoluyla medeniyetin unsurlarını anlayabilecek kimselerin medeniyet tekliflerinin olduğunu söylemiş ve bu öneriler içerisinde en üstün medeniyet tasavvurunun kâmil akla sahip olan peygamberlerin ilâhî temele dayalı medeniyet düşüncelerinin en üstünü olduğunu belirtmiştir.[ii]
Takî Efendi’ye göre olayları tek tek ele alarak çözümlemeyen, türlerine göre olayları değerlendiren ve bu becerileri ile medeniyet oluşturmayı hedefleyen “Tecrübe Ehli”nin medeniyet anlayışı nâkıstır.[iii] Onların medeniyet fikirleri uzun yıllar alması, sürekli değişen ve dönüşen topluma uygun mükemmel kanun maddelerine ulaşmadaki kusurları nedeniyle bu böyledir. Takî Efendi’ye göre, tecrübe kişisel işlerde son derece önemli bir veri olmasına karşın mükemmel bir kanun maddesi meydana getirmek ve tecrübenin kaynaklık ettiği bu sağlam kanunlar üzerine herkesi kucaklayıcı bir medeniyet anlayışı tesis etmek mümkün görünmemektedir.[iv]
Takî Efendi, bütün düşünceleri sorarak herkesin görüşünü değerlendiren kimseler olarak tarif ettiği “İstişare Yapanlar”ın medeniyet anlayışına da değinmiştir. Ona göre, meşveret yolunu tutan kimseler, meşverette bulunduğu kimseyi iyi tespit edebilirse insanların tecrübelerinden faydalanmış, bilimsel gelişmelerin olumlu katkılarını değerlendirmiş ve teknolojinin verilerinden istifade etmiş olurlar.
Kişisel ve toplumsal anlamda meşveretin faydalı olduğunu söyleyen Takî Efendi, “Bu şekilde oluşturulan meclislerde birçok kimsenin görüşü değil, o meclisi oluşturan kimselerin çoğunluğunun kararı alınmakta, milyonlarca insanın doğru olsa bile görüşleri dışarıda bırakılmaktadır. Genelde de o dışarıda bulunan çoğunluğun görüşleri doğru olmaktadır” diyerek meşveretin eksik yönüne dikkatleri çekmiştir.[v]
Takî Efendi’ye göre, meşveret erbabı bilim ve teknolojiye hasredilse de sorun çözüme kavuşmamakta mükemmel bir kanun ve sağlam bir medeniyet anlayışı temellendirilememektedir. Takî Efendi, “Bu durumda kimi, genel servetin toplanıp herkese eşit dağıtılmasını, zenginin malının züğürt kimselere verilmesini; kimi çalışmayı teşvik için açlıktan can çekiştirmeyi, kimi de güya şefkatin bir göstergesi olarak binlerce lirasını bir köpeğe harcamayı iyilik kabul etmektedir. İstişare erbabının bilimsel dayanaklarla yapmaya çalıştıkları bu kanun ve medeniyet anlayışının toplumda kapatılması mümkün olmayan gedikler açacağı ise aşikârdır” demiştir.[vi]
Takî Efendi’ye göre, “İlmî Gelişmeler ve İlim Adamları” da medeniyetin tesisine yön veren amillerdendir. Takî Efendi, ilmî gelişmelere ve teknolojik ilerlemelerin hepsine maârif adını vermiş ve maârifi, geçmiş milletlerin bizlere bıraktığı bir miras ve geçmişteki insanlar arasındaki ortak aklı temsil etmesi açısından önemli bir dayanak olarak kabul etmiştir.
Takî Efendi, böylesine önemli bir kaynağı da dinin verilerinden yoksun, tecrübe ve istişareye dayanmadığı sürece eksik bir kaynak olarak görmektedir. Bu hâliyle ilmin ve ilim adamlarının bütün mahlûkatı kuşatıcı kanunlar üretmesi ve bu nitelikte bir medeniyet anlayışı sergilemesi düşünülemez. Bunun sebebini ise, “Bir zamanlar belli bir güce ulaşmış beyinlerden kabul görerek birçok bilimsel kanuna temel teşkil eden pek çok bilimsel kanun daha sonra aksi ispat edilerek devre dışı kalmaktadır” şeklinde ifade etmektedir.[vii]
Takî Efendi’ye göre bunun sebebi ise, teknolojik gelişmeler arttıkça ve bilim ilerledikçe insanların kişisel gelişimleri değişmemek de, medenî toplumlarda olmaması gereken suçların nitelikleri değişmektedir. Örneğin bir hırsız ilim öğrendikten sonra adî hırsızlıklar yapmaz bunun yerine nitelikli dolandırıcılıklara imza atar.[viii]
“Din ve Din Adamları”nın medeniyet tasavvuru konusunda ise Takî Efendi, dinin yaratıcıdan gelen ilâhî bir yönü olması ve onu anlayıp uygulamakla yükümlü olan din adamlarının bu ilâhî güçle sağlam temeller üzerine inşa edilecek bir medeniyet teklifi ile insanların karşısına çıktıklarını belirtir.
Ona göre din, emir ve yasakları uygulandığında kişiyi güzelliklere ulaştıran bir vasıtadır. Dinin verileri ışığında bir medeniyet tesis etmenin diğer sebeplere sarılarak medeniyet anlayışı benimsemekten iki farklı yönü vardır: Din, gerçek anlamda hürriyeti ve tam bir eşitlik ilkesini gerçekleştiren tek esastır.[ix] Takî Efendi’ye göre, herkesi kucaklayıcı bir medeniyet anlayışının insanlık âleminin dışından, hükmü her şeyi kuşatıcı birisinin direktiflerinin istenilen nitelikteki kanun maddelerini ve arzu edilen medeniyet anlayışını tesis edeceğini belirtir.[x]
Takî Efendi, medeniyetin güvencesi olarak ahlâkı işaret eder ve kişiyi ahlâklı olmaya sevk edip onu sağlam bir medeniyet fikri ile mutlu kılacak hususları zikreder. O, kişiyi ahlâka ve ahlâkta ölçülü olmaya götürecek etmenleri iki genel başlıkta inceler.
Birincisi, rûh ve nefsin tezkiye edilmesi, ikincisi ise suç işlendikten sonra kişinin tekrar suça yönlenmesini önleyecek olan tedbirlerdir.[xi] Takî Efendi, ahlâkın güzelleşmesi için ilk yol olarak nefsin ve ruhun tezkiye edilmesini benimser ve bunu tesis edecek aşamaları da şöyle özetler:
1- Güzel ve ölçülü yaratılışı kesinlikle ve şüphesiz bilmektir.
2- Nefis ve rûh tezkiyesinin ikinci yolu dinin emirlerinden olan bütün ibadet ve taatlerdir.
3-Allah Teâlâ’dan hayâ etmektir.
4- Güzel ahlâk ve yüce faziletlere sahip kimseler ile çok sık ilişkide bulunmaya ve onların mekânlarına sık gitmektir.
5- İlim ve teknoloji ile çok uğraşmaktır.
6- Vicdan hesaplaşması yapmaktır.
7- Namusu korumaktır.
8- İbret almak ve ders çıkarmaktır.
9- Kanuni cezadan korkmaktır.
10- Âhirette uğrayacağı cezadır.
11- Görevli inzibatların devamlı yapacakları kontrollerdir.[xii]
Takî Efendi, suçların işlendikten sonra tekrar yapılmasına engel olacak hususları ise şöyle sıralar:
1- Vicdani pişmanlık.[xiii]
2- Utanma duygusu ve namus.
3- Âhiret azabı.
4- Kanuni cezalar.[xiv]
Takî Efendi, netice itibariyle, kişinin bu veriler ile hareket ettiği takdirde mükemmel bir kanun maddesine ulaşacağını ve istenilen nitelikte bir medeniyet anlayışına insanların sahip olacağını belirtir. Ona göre, insanlar kurmayı tasarladıkları
[i] İlhan Kutluer, “Medeniyet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c.XXVIII, s.296.
[ii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu I”, Beyânü’l-Hak, c.II, sayı: XXVI, (1909), s.604.
[iii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu I”, s.604.
[iv] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, Beyânü’l-Hak, c.II, sayı: XXVII, (1909), s.636.
[v] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, s.636.
[vi] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, s.636.
[vii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu II”, s.636.
[viii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu III”, Beyânü’l-Hak, c.II, Sayı: XXVIII, (1909), s.654.
[ix] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu III”, s.654.
[x] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu III”, s.654.
[xi] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu III”, s.654.
[xii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu IV”, Beyânü’l-Hak, c: II, Sayı: XXIX, (1909), s.685.
[xiii] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu IV”, s.685.
[xiv] Mustafa Takî, “Diyânetin Medeniyete Lüzumu V”, Beyânü’l-Hak, c:II, Sayı: XXXI, (1909), s.725.
Fatih ÇINAR
Yazarİhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, Sivas ve çevresinde maddî ve mânevî sahadaki hizmetleriyle gönüller fethetmiş bir Hakk dostudur. İsmail Efendi, tevazu ve mahviyyeti, halka hizmeti Hakk’a hizme...
Yazar: Fatih ÇINAR
Karadenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Türkiye’nin hiç bitmeyen ve gündemden düşmeyen konulardan biri de Türkçemizdir. Asırlık bir mesele olan lisanımız, ediplerimizin ve aydınlarımızın baş meşgalelerinden biri oldu. Bilhassa ülkemizde 197...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
İşi severek yapmak, görev aşkıyla dolu olmak, huzuru, mutluluğu ve başarıyı getirmektedir. İz bırakmak isteyenler iz bırakanların yolundan gitmelidir. İnsanlığa yön ve yol gösteren buluşlar uzun, gayr...
Yazar: Ali ÖZKANLI