Millî Mücadele’nin Kahraman Şeyhi Mehmed Ata Efendi
Anadolu’da, bağımsızlığımızı kazanmak için savaşan askerlerimizin silah ve cephane ihtiyacı büyük ölçüde, İstanbul’daki tekkeler, yani tarikat üyeleri dervişlerin ibadet ve toplanma yerleri aracılığıyla karşılanıyordu. Tekkede barınan şeyhler ve dervişler, işgal kuvvetlerinin karakollarına geceleri gizlice baskın yapıyor, oradaki silah ve cephaneleri kaçırıyor ve tekkelere depoluyorlardı.
Özellikle İstanbul’un Üsküdar Semti Sultantepesi’ndeki, Orta Asya’dan gelen seyyah dervişler ve hacılar için 1752-1753’de kurulan Nakşbendî Tarikatı’na mensup Özbekler Tekkesi ve şeyhi Mehmet Ata Efendi, işgal altında olmalarına rağmen her türlü tehlikeyi göze alarak, büyük ve önemli faaliyetler gerçekleştirdi. Şeyh Ata, kendisini vatanın ve milletin kurtuluşuna hasretti ve bağımsızlığımızın yeri doldurulmaz adsız kahramanları arasına ismini yazdırdı.
Şeyh Ata’nın Millî Mücadele’deki destansı hizmetlerine geçmeden önce hayat hikâyesine ve biyografisine kısaca yer verelim:
6 Ağustos 1883’de doğdu. Zamanının icap ve usullerine göre dinî, ilmî, ahlakî ve insanî tahsilini tamamladı. Ayrıca hukuk eğitimi de aldı. Daülfünun’da hukuk dersleri verdi. Ata Efendi, Üsküdar’da Sultantepesi’nin Bülbülderesi’ne bakan yamacındaki Özbekler Tekkesi’ne postnişin/şeyh tayin edildi. Kesin tarihi tespit edememekle birlikte muhtemelen, 20 Nisan 1915’te vefat eden Şeyh Sadık Efendi’nin yerine 9. postnişin oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nda, İstanbul ve Anadolu’daki pek çok şeyh, âlim ve müderris gibi Şeyh Mehmed Ata Efendi de ordumuzun yanında yer almıştır. Millî Mücadele sürecindeki faaliyetleri ise, girişilen bağımsızlık savaşıyla adeta özdeşleşmiştir. Vatanın kurtuluşu için çareler araştıran ve bu uğurda en önce teşkilatlanan “teşkilatçı şeyhlerin” başında gelmiştir. Kendisi gibi dinî değerleri temsil mevkiindeki şeyhler ve ulema ile birlikte umutsuz ruhlardaki moral ve maneviyat ateşini alevlendirmiştir. Başında bulunduğu tekke, varlığını hürriyet ve bağımsızlık davasına adayan kişilerin uğrak ve sığınak yeri olmuştur.
O devirde, işgal kuvvetlerinin -Anadolu’ya kuş uçurtmayacak ölçüde- İstanbul’u sıkı kuşatma altına aldıkları hesaba katılacak olursa, Üsküdar sırtlarındaki tekkesinde Şeyh Ata’nın ne denli bir kahramanlık ve fedakârlık örneği sergilediği daha iyi takdir edilecektir. Halide Edip Adıvar’ın da belirttiği gibi hem de bütün şehirde, herhangi bir surette Anadolu’daki Kuva-yı Milliye hareketine yardım edenlerin ölüme mahkûm edileceğinin, İngilizce ve Türkçe olarak büyük klişelerle afişe edildiği düşünüldüğünde, kelleyi koltuğa alırcasına ifa edilen bu destansı feragatin boyutu hakkıyla anlaşılacaktır.
Böylesi çetin şartların hüküm sürdüğü bir zamanda Şeyh Ata’nın eda ettiği görevi, o günleri aktif olarak yaşayan İstanbul Polis Müdüriyetinde istihbarat görevlisi Razi Yalkın, şu çarpıcı tahlil ve tespitlerle vurgulamaktadır: “Temsil ettiği dinî ve manevî kıymetleri, vatanın selamet ve istiklaline vakfetmiş olan kendisi gibi ulema ile el ele vererek, en ateşli gençlerin gösteremediği cesareti izhar etmiş, kapı kapı dolaşmış, birçoklarının ağızlarının açılmadığı o günlerde ruhlara ümit telkin etmiş, başında sarındığı yeşil destarı, üzerindeki siyah cübbesiyle bizlere istinat olmuştur.”
Şeyh Ata Efendi, Osmanlı payitahtının işgal edildiği ateşkes döneminde, kendisine İstanbul’un çeşitli yerlerinden gönderilen silah ve cephaneyi, talebeleriyle birlikte gizlice tekkesine taşımıştır. Anadolu Hareketi’ni desteklemek için İstanbul’da kurulan Karakol Cemiyeti ve Müdafaayı Milliye Grubu (Mim Mim Grubu) gibi daha birçok gizli teşkilata üye olup işbirliği yaparak, Ankara’ya silah sevkiyatı, insan nakli ve yüksek mevkideki önder kadronun kaçırılması işine büyük bir gizlilik ve dikkat içerisinde ön ayak olmuştur.
Bilhassa Karakol Cemiyeti ile giriştiği işbirliği hakkında bir dönem milletvekilliği yapmış olan Hasene Ilgaz şu enteresan bilgileri vermektedir: “Karakol Cemiyeti, tekkelerden çok faydalanmıştır. Merdiven köyündeki Bektaşî Tekkesi, Sultan Tepesi’ndeki Özbek Tekkesi bunlardan ikisidir. Bu tekkeler, Anadolu’ya giden ve gelenlere menzil vazifesi görürdü. Bu tekkelere merkezin parolasıyla giden herkes hüsnü kabul görür, icap eden mahalle gönderilirdi.”
Prof. Doğu Ergil’in, İtilaf Devletleri’nin silah depolarından zorla ya da gizlice kaçırılan askerî mühimmatın, İstiklal Harbi’ndeki ehemmiyeti hakkındaki değerlendirmesi kayda değerdir: “Türk Ulusal Savaşı için gereken silah ve cephaneleri almak için Kuvayı Milliye destansı girişimlerde bulundu. Birçok silah deposu ustaca planlanmış baskınlarla boşaltıldı; diğerleri zaman içinde parti parti boşaltılıp içerilere taşındı. İstanbul’daki depolardan hem silah ve cephane hem de Anadolu’dan İtilaf Devletleri’nce toplanan, top kamaları ve makineli tüfek kapak takımları derlendi.”
Bu konuda, Millî Mücadele komutanlarından Miralay Mehmet Arif Paşa’nın hatıratında geçen şu rakamlar, hangi çapta bir başarıya imza atıldığının ispatıdır: “İngilizlerin kontrolleri altında bulunan ambar ve depolardan geceleyin aşırılmak suretiyle muhtelif tarihlerde İstanbul’dan 56.000 mekanizma, 320 makineli tüfek, 1500 tüfek, 1 batarya top, 2000 sandık cephane, 10.000 takım elbise, 100.000 gem, nal ve mıh, 15.000 matara, 1000 tona yakın malzeme ve muhtelif askerî eşya Anadolu’ya geçirilmiştir.”
Bundan dolayıdır ki, işgal kuvvetleri tarafından dikkat çekmediği ve kuşku uyandırmadığı için en emin yerler olarak, başta Özbek Tekkesi olmak üzere birçok tekke âdeta bir silah deposu ve gizli üs hâline getirilmişti. Şeyh Ata Efendi, kendisine gönderilen silah ve cephaneleri tekkeye büyük bir sükûnetle, Üsküdar meydanında bulunan Nakkaşi Karakolu’nu işgal etmiş bulunan İtalyan Jandarmasının dikkatini çekmeden taşınmasını temin ediyordu.
Aynı mevzuda, o sırada Mim Mim Grubu’nda çalışan Razi Yalkın şu önemli bilgileri aktarmaktadır: “Gündüz çevresine ümit telkinleri yapan bu insanlar, gece silahlanırlar, Nakkaşi Karakolu’ndan tekkeye kadar yolları tutarlar, silah ve cephaneler tekkeye taşınır oradan Karakol Cemiyeti’nin fedaileri eliyle Büyük Çamlıca’nın arkasından dolandırılarak Libadi’deki göz doktoru Esat Paşa’nın çiftliğine aktarılmak üzere Kısıklı İmamı Nuri Hoca’nın Libadi’deki evinin yanındaki mezarlığın içinde saklanır, münasip zamanlarda tomruk taşıyan arabaların alt bölümüne yerleştirilerek Alem Dağı’nda gizli karargâh kuran millî kuvvetlere iletilirdi...”
Uzun bir müddet, İngilizlerin akıllarına bile getiremedikleri bu ustaca yol ve yöntemle Anadolu’ya silah ve cephane sevkiyatı devam etmiştir. Ta ki, işgal birlikleri tarafından (sıkı kontrol ve takibata rağmen bir türlü keşfedilmeyen) bu gizli kaynak ve kanalın bulunmasına kadar… O dönemde İngiliz işgal kuvvetlerinde istihbarat görevlisi olarak çalışan Harrison Armstrong, bu gerçeği şu sözlerle itiraf etmiştir:
“Anadolu’da başlamış olan direnişi kırmanın en kestirme çaresi, İstanbul’dan Anadolu’ya asker-sivil hareketini devam ettirecek şahsiyetlerin gitmesine engel olmaktı. Anadolu’da silah ve malzeme zaten yok denecek kadar azdı. Denizden ve karadan, bilinen bütün yolları kontrol altına almıştık. Buna rağmen İstanbul’dan ayrılmalar devam ediyordu. Tedbirlere rağmen ayrılmaların temposunda esaslı azalma olmayınca, dikkatimizi ilk anda hiç de şüphe çekmeyecek şahıs, yer ve müesseselere çevirdik.
İlk anda doğruluğuna asla ihtimal vermediğimiz bir ihbar devam edince Üsküdar’da, çok tanınmış bir dinî müessese olan Özbekler Tekkesi’ne ani bir baskın yaptık. Buranın şeyhi olan Ata Efendi’yi tevkif ettik. Hayretle öğrendik ki, İstanbul’dan Ankara’ya karayolu ile insan ve malzeme kaçırmalar burada düzenlenmektedir ve yol devamınca başlıca gizlenme yerleri camiler, mescitler, tekkeler ve benzeri dinî müesseselerdir. Bu Şeyh Ata ile birçok defalar konuştum. Kendisinde vazifesini ifa etmiş ve etmeye kararlı sakin, azimli, cesaret ve irade sahibi bir insan şahsiyeti vardı. Nitekim ifadelerinde bütün mesuliyeti şahsen üzerine aldı ve şunu da söyledi ki bu yapılmış olanı kendisi olmasa dâhi yapacaklar birbirini takip edecektir.”
Şeyh Ata Efendi’nin büyük hizmetleri, Armstrong’un sözlerinden de anlaşılacağı üzere sadece silah nakliyle sınırlı kalmamıştır. Millî Mücadele hareketine katılmak isteyen herkesi gizli yollardan Anadolu’ya gönderme işinde de çok önemli görevler üstlenmiştir. Hatta kaynakların belirttiğine göre, gündüzleri Üsküdar’ın çarşı ve kahvelerinde dolaşıyor, tespit edilmiş parola ile Anadolu’ya kaçacak kişileri bulup tekkesine topluyordu. Sonra da bunları, 15-20’şer kişilik kafileler hâline koyup, gerekli emniyet tedbirlerini aldıktan sonra Çamlıca eteklerinden işgal mıntıkası dışına çıkarıyordu.
Şeyh Ata’nın asıl himmet ve hizmeti işte bu noktada kıymet ve ehemmiyet kazanmaktadır. Şeyhin tekkesi aracılığıyla şu önemli sivil ve asker şahsiyetler Anadolu’ya geçmiştir: Millî Mücadele’nin önder kadrosunda yer alan Fevzi (Çakmak) Paşa, İsmet (İnönü) Paşa, Celal (Bayar) Bey, eski mebusan meclisi başkanı Celaleddin Arif Bey, Sakallı Nureddin Paşa, Mehmet Akif (Ersoy), Halide Edip ve kocası Dr. Adnan (Adıvar), Ali Fuat Cebesoy’un babası Yozgat Mebusu İsmail Fazıl (Cebesoy) Paşa, Hamdullah Suphi (Tanriöver), Yunus (Nadi) Bey, Enver Paşa’nın eniştesi Miralay Kazım (Orbay), Kurmay Yarbay Seyfi (Düzgören) Bey, Erzurum mebusları Hüseyin Avni, Necati, Zihni ve Necip Beyler, Kocaeli Mebusu İbrahim Süreyye (Yiğit), Çerkes Edhem’in kardeşi Saruhan Mebusu Binbaşı Reşid, Trabzon Mebusu Hüsrev (Gerede), İzmit Mebusu Sırrı (Bellioğlu), Binbaşı Saffet (Arıkan), polis merkezi memurlarından Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Manastırlı Nuri (Conker)... Bu mühim kişilerin dışında, feshedilen Mebusan Meclisi’nin mebusları evvela Özbekler Tekkesi’nin gizli misafiri olmuşlar, daha sonra uygun vakitlerde gizlice Anadolu’ya gönderilmişlerdir.
Görüldüğü üzere tekke, Kuvayı Milliyeciler için emin bir toplanma ve sığınma merkezi hâline gelmiştir. Özbekler Tekkesi kanalıyla beraberindeki 24 mebusla birlikte Anadolu’ya geçen Halide Edip, tekkenin ve şeyhi Ata Efendi’nin söz konusu hayatî hizmetleri hakkındaki hatırasını, Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda uzunca anlatmıştır.
Mehmet Ata Efendi’nin yeğeni Vahide Alev Hanım, İsmet (İnönü) Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesinde dayısı Şeyh Ata’nın aracılık etmesine dair hatırasını şöyle anlatmıştır: “İsmet Paşa er kılığına girmiş, dayım da dinî kılığında… Dayım atın üstünde, İsmet Paşa yaya… Tekkenin ardından Bülbülderesi’ne inmişler, oradan Bağlarbaşı’na tırmanmışlar. Birden Kuvayı İnzibati’ye askerleri yollarını kesmiş… Her şeyin bittiğini sandıkları sırada dayım toparlanmış; soğukkanlı, kendine güvenli ve buyruk verir bir sesle: ‘Bu ne biçim iş? Ben tabur imamıyım, bu da benim emir erim. Bizi ne diye durduruyorsunuz?’ demiş. Erler, tabur imamına saygıyla yol açmışlar. Her ikisinin de soğukkanlılığıyla İsmet Paşa millî savaş içindeki yerini almış.”
İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif’in, tekke kanalıyla Anadolu’ya geçerken Şeyh Ata Efendi’ye sarf ettiği şu sözler, onun ne denli müstesna bir hizmet ifa ettiğinin tescilidir: “Ne mutlu sana şeyhim! Kurtuluş savaşçılarına yaptığın bu büyük hizmetler inan ki hiçbir zaman unutulmayacak ve milleti istiklale kavuşturacak yıldızlar arasında Şeyh Ata adı da daima hürmetle anılacak. İmreniyorum bu mazhariyetine ve seni bekleyen şerefli istikbaline...” Şeyh Ata ise, Akif’e şöyle mukabelede bulunmuştur: “Buradaki vazifemin tamamlandığı an aranızdayım inşallah!”
İsmail ÇOLAK
YazarTütün illeti, şifalı ot adı altında Batılı tüccarlar tarafından Osmanlı Ülkesine sokulduktan kısa zaman sonra kendine ticarî kazanç sağlayacak bağımlı bir kitle ve pazar bulmayı başarmıştır. Osmanlı t...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı Hanım Sultanlar, hayırsever tabîatlı, vakıf rûhlu diğerkâm insanlardı. Hayatları boyunca sahip oldukları taşınır taşınmaz maddî varlıkların ekseriyetini Hak rızası için âmme yararına cömertçe ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Genel çerçevede Dîvân edebiyatı deyince okuyucularımız ne anlamalıdır? Dîvân şiirinin özelliklerinden bahseder misiniz? Türkler, İslâmiyet’i kabul etmekle sadece dinî anlamda değil sanat ve estetik no...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
1909 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası bir subaydı; hem Osmanlı Ordusu’nda hem de TBMM’nin kurduğu Düzenli Ordu’da önemli görevlerde bulundu, birçok savaşa katıldı.Nezahat, çocukluk çağını hiç...
Yazar: İsmail ÇOLAK