Bir Medeniyet Dili Kurabilmek
Türkiye’nin hiç bitmeyen ve gündemden düşmeyen konulardan biri de Türkçemizdir. Asırlık bir mesele olan lisanımız, ediplerimizin ve aydınlarımızın baş meşgalelerinden biri oldu. Bilhassa ülkemizde 1970’li yılların sonundan itibaren dil karmaşası yaşandı. Dili koruması, yaşatması ve gelecek nesillere intikal ettirmesi gereken devletin bir kurumu, gün oldu, kelimeler uydurup, asırlardır kullandığımız güzel kelimeleri tasfiye etmeye kalkıştı.
Türkülerimize, hikâyelerimize, manilerimize, şarkılarımıza, şiirlerimize girmiş olan kelimeleri “Arapçadır, Farsçadır” diyerek yok etmek istediler. Şükürler olsun ki 1980’den bu yana Türk Dil Kurumu makul bir anlayışla çalışmalarını devam ettiriyor. Bir zamanlar benim de çalıştığım Tercüman gazetesi “Yaşayan Türkçe” kampanyası ile dilimize en büyük hizmeti eden müesseselerdendi. O zaman, okuduğum Edebiyat Fakültesi’nde bize ders veren Muharrem Ergin, Faruk Kadri Timurtaş ve Mehmet Kaplan gibi hocalarımız, kampanyayı destekliyor, gazeteye makaleler yazıyor, aşırılıklardan kaçınılması ve orta yolun tutulması gerektiğini savunuyorlardı.
Sonra lügat çalışmaları başladı. Eski sözlükler yetersiz kalmaya başlayınca gayret sahipleri çalışmalarını yoğunlaştırdı. Pek çok sözlük yazıldı, yazılmaya devam ediyor. Ama bunlar arasında ikisi var ki, hakikaten büyük bir boşluğu doldurdu. İlki rahmetli İlhan Ayverdi’nin son 35 yıllık ömrünü adadığı Misalli Büyük Türkçe Sözlük (Kubbealtı Lügati), diğeri ise Yaşar Çağbayır’ın uzun müddet emek verdiği Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı Ötüken Türkçe Sözlük.
Her ikisi de hazine değerinde müracaat eserleridir. Elbette sözlüklerimiz bunlardan ibaret değildir. Şemseddin Sami’den Muallim Naci’ye, Ferit Develioğlu’ndan Türk Dil Kurumu’na kadar birçok kişi ve kurum sözlük hazırladı. Bugün de Kemal Eraslan Hoca’mız ve Şaban Kurt Bey de mühim sözlükler hazırlıyorlar. Ancak adını andığım iki büyük sözlük her kütüphanede bulunması gereken mühim kaynaklardır. Kubbealtı Lügati üç, Ötüken Sözlüğü beş ciltten oluşuyor.
Dil yaramızın tarihi çok eskilere dayanır. Gün oldu, insanlar konuştukları dile göre ‘sağcı’ veya ‘solcu’ olarak adlandırıldı. Hamdolsun ki ki bugün artık bu katı davranışlar, lüzumsuz taassup yok. Ortak bir dilimiz, yaşayan Türkçemiz var. Türkçe hakkında yazılanlardan aslında çok güzel bir antoloji çıkar. Keşke bir araştırmacımız bunu yapsa. Meselâ Türkçenin en büyük yazarlarından Abdülhak Şinasi Hisar diyor ki:
“Şimdi en büyük buhran dil buhranımızdır. Evvel zaman içinde konuştuğumuz dille yazılamaz. Yazı başladı mı, mutlaka ıstılahlı Arabî ve Farisî kelimelerle başlardı. Sonra konuşulmayan, uydurma birtakım kelimelerle yazmak istenildi. Bunlardan vazgeçilince yazı tam millî bir istiklâle koyulacakken, yeni bir taassupla, bir başıbozuk zarafetiyle devrik cümleler yazmak moda oldu. Yazı, bir türlü rahat, sakin, samimi bir dille, düşünüldüğü gibi yazılmaya ayar edilmiyor. Şimdi mutlaka, bir marifet yapar gibi, kendine mahsus bir edâ uydurulmak isteniyor. Ne yazık!”
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi ile Türkçenin Sırları isimli nefis eserin yazarı Nihad Sami Banarlı, “Milletlerin her sahada yükselmelerini sağlayan ilk faktörün sağlam bir dil, bir tefekkür ve edebiyat kültürü olduğunu unutmamız bize ne kadar pahalıya mâl olmuştur.” der. Ali Nihad Tarlan Hoca’nın sözlerine de kulak vermeliyiz: “Türk dili, Arapça ve Farsçadan çok kelime almıştır. Fakat bunları sadece malzeme olarak almış ve kendi millî dehâsının tefekkür ve ifade sistemi olan grameri içine yerleştirmiştir. Cümle şekli ve fiiller mekanizması tamamen Türk dehâsına uygundur.” Merhum Erol Güngör ise sadeleştirmenin tehlikesine dikkat çeker: “Otuz-kırk yıl önce yazılmış olan ve Türk dilinin en iyi örnekleri olarak bilinen romanlar otuz-kırk yıl sonra ‘sadeleştirilerek’ okuyucuya sunulmak zorunda ise, orada edebiyatın sözü edilemez. Böyle bir ülkede aklın varlığı bile şüphelidir.”
Şair Ve Yazarların Hassasiyeti
Geçen gün bir yazar dostum, “Genç şairleri anlayamıyorum, dilleri bana çok yabancı geliyor.” dedi. “Haklısın, dedim. Ama suç gençlerde mi? Onlara biz yaklaşık 300 kelime bıraktık. Mehmed Akif’in, Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın, Peyami Safa’nın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türkçesi ile bugün gençlerimizin kullandığı dil bir mi? Bu muhteşem şair ve yazarlarımızı gençlerimiz ne yazık ki tam anlayamıyor. Güzel Türkçemizi kabile diline çevirip yoksullaştırırsak, on binlerce kelimelik sözlükleri bir kenara atıp birkaç yüz kelimeyle yetinirsek olacağı budur.” Arkadaşım insaflıydı, bana hak verdi.
Dilimizi bu hâle getirenlerin sorumluluk hissi taşımaması ayrı bir garabet ve tuhaflık. Yıllar önce İstanbul’daki önemli bir toplantıda “medeniyet” ele alınıyordu. Oraya katılan bir yazar, ‘medeniyet’ kelimesinden hoşlanmadığını, bunun yerine ‘uygarlık’ sözcüğünün (!) kullanılması gerektiğini öne sürmüştü. Bir meslek kuruluşunun temsilcisi olan yazara dönmüş ve hayretle kendisine bakmıştım.
O kişi, medeniyet kelimesine, Arapça kökenli olduğu için karşı çıktığını itiraf etmişti. Ben müdahale etmiş ve “medeniyet”in çok güzel bir kelime olduğunu, ama “uygarlık” kelimesinin de kullanılabileceğini belirterek, “Birçok büyük dil gibi bizim lisanımız da farklı dillerden kelimeleri bünyesine katmış, onları kültürümüze kazandırmıştır. Türkçemizi kısırlaştırmayalım, zenginleştirelim. Ben birçok yazımda hem eski hem de yeni kelimeleri bir arada kullanıyorum.” dedim ve ekledim: “Kelimelerin asıllarına bakacak olursanız “edebiyat” kelimesinin de aslı Arapçadır. Onu ne yapacağız?” Yazar, “O kelimeye de karşıyım, ben ‘yazın’ diyorum” demez mi? Bunun üzerine tepem attı: “Ben yazın da, kışın da ‘edebiyat’ı kullanıyorum. Türkçenin en güzel kelimelerinden biridir ‘edebiyat’ ve inşallah sonsuza kadar yaşayacaktır.”
Dar Görüşler Dar Bakışlar
Esasen o tarz bağnazlıklar, kısır bakışlar ve bilinen ırkçı tasfiyecilik hareketleri Türkçeyi bugünkü müşkül hâle getirdi. Bugün Türkçemiz maruz bırakıldığı saldırılardan sonra yavaş yavaş toparlanmaya başladı. İnternet dili yaygınlaşırken bu arızanın farkına varanlar çoğunlukta. Edebiyat yerine sokak dili, şiir yerine ekran dili, ana lisan yerine garip ucube bir dil yayılmamalı toplumumuzda.
Sevindirici olan husus şudur ki, Türkçemizin uzun zamandan beri içinde bulunduğu sıkıntılara dikkat çekmeye başlayan yazarlarımızın sayısı giderek artıyor. Basında birçok yazar, Türkçeye milletçe sahip çıkmamız gerektiği yolunda yazılar yazıyorlar. Bazı duyarlı televizyonlarımız, ‘Türkçeye dair’ kısa da olsa uyarıcı programlar yapmaya başladılar. Ezcümle, hassasiyetler artıyor.
Matbuatın Mesuliyeti
Matbuatta bugüne kadar kalem erbabından bir kısmı lisanımıza sahip çıktı. Şiar Yalçın, Hakkı Devrim, Nejat Muallimoğlu, Hüseyin Movit gibi yazarlar önemli makaleler yazdılar. Yıllar önce rahmetli Ahmet Kabaklı Hoca, Tercüman’da “Yaşayan Türkçe” kampanyası başlatmış, büyük bir fikrî ve ilmî mücadelenin önderliğini yapmıştı.
Bu arada bir gazetede yer alan bir haber dikkatimi çekti: “Sadeleştirilme dile tecavüzdür.” Hemen göz atıverdim. Almanya’da Potsdam şehrinde Uluslararası Birliği’nin PEN Yazarlar Derneği’nin yıllık kongresinde Alman edebiyatının klâsiklerini ‘sadeleştirme’ye yönelik eğilim, ağır bir dille eleştirilmiş. Bizde ise Divan şairlerini bir kenara bırakın, hatta Tanzimat ve Servet-i Fünun yazarlarına bile göz yumun, artık Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının belli başlı şair ve yazarları bile sadeleştiriliyor.
Keşke ehil kişilere yaptırılsa bu iş, yine de yüreğim yanmayacak. Ama acemi editörler tarafından Türk klasiklerine acımasızca kıyılıyor. Bu konuda sabıkamız çok. Namık Kemal’den Ahmet Mithat Efendi’ye, Halit Ziya’dan Ömer Seyfettin’e lisan bakımından katletmediğimiz yazar, hançerlemediğimiz şair kalmadı neredeyse. Refik Halit, Reşat Nuri, Halide Edib ve Yakup Kadri’nin ardından Sait Faik’in diliyle bile oynanmaya başlandı. Peki, bu gidişat nereye kadar sürecek? Bu salgının önü alınmazsa, bırakın Falih Rıfkı ve Faruk Nafiz gibi yakın geçmişteki edipleri, 20 yıl önce hikâye ve romanlarını kaleme almış yazarların da Türkçelerine müdahale edilecek. Ne feci bir durum değil mi? Bir de 4 bin yıllık tarihimizden böbürlenerek bahsederiz. Afrika’nın güneyinde iskân eden kabilelerin dili bile birkaç yılda bir değişmez, kendi kimliklerine asla ihanet etmezler.
Yahya Kemal, “Bu dil ağzımda anamın sütüdür.” derken Necip Fazıl İstanbul’u “Türkçesi bülbül kokan” nâzenin sevgiliye benzetiyordu. Fazıl Hüsnü Dağlarca “Türkçem, benim ses bayrağım!” diye haykırırken Cemil Meriç’in öfkesi farklı ve haklıydı: “Kamus namustur, kamusunu kaybeden namusunu kaybetmiştir.” Şairler ve yazarlar ellerinden geleni yapıyor. Ama sadece edebiyatçıların dil’e sahip çıkması yetmiyor ki…
Siyasetçilerin, aydınların, tüccarın, esnafın, gazetecilerin, memurların, askerlerin bilhassa öğretmenlerin, kısacası toplumun bütün fertlerinin Türkçeyi serapa benlikleriyle ve samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor. Ana dilimizi, zarif Türkçemizi sahip olduğu o zenginliğe eriştiremezsek kültürümüz yoksullaşır, hatta yok olur gider. O zaman, bugün yaptığımız hararetli tartışmalarda kullanacak kelime bile belki bulamayabiliriz. Asaletli kelimeler yerine öfkeli yumrukları tercih etmek istiyorsak başka mesele… O zaman bu kadar üzülmenin ve kaygılanmanın manası kalmaz tabii…
“Ses Bayrağı”Nı Dalgalandırmak
Milletleri ayakta tutan unsurlar arasında dilin çok büyük yeri ve değeri vardır. Türkçe, büyük yazarlarıyla, bu dili en güzel şekilde, bir kuyumcu titizliğiyle eserlerinde işlemiş olan hayırlı evlatlarıyla renklenir, zenginleşir ve yaygınlaşır. Türkiye’nin geleceğinin daha aydınlık, Türk insanının modern dünya içinde daha itibarlı bir yere sahip olabilmesi, ancak kültürünün sağlam bir şekilde korunması ve Türkçenin muhafaza edilmesi ile mümkündür. Anamızın ak sütü kadar temiz, güzel, bir pınar gibi duru ve berrak olan yaşayan Türkçenin “ses bayrağı”na dönüşebilmesi, bizim bu konuda göstereceğimiz dikkat ve titizlikle mümkündür.
Türkçe hakkında kaleme alınan birçok eser var. En önemlilerinden biri Banarlı’nın Türkçenin Sırları’dır. Bu kitabı okuyan kişi, Türkçeye sevdalanır. Zaten yüzbinlerce kişi tarafından okunması değerini gösteriyor. Türkçe hakkında Nejat Muallimoğlu, Oktay Sinanoğlu ve Hüseyin Movit’in kaleme aldığı eserler de okunmalıdır.
Hatadan Dönmek
Her sene Dil Bayramı’nı kutluyoruz. Peki, Türkçeye dair yapılması gereken çalışmalar konusunda titizliğimiz ne durumda, hangi merhalede? Mesela yıllar önce Fatih’teki bir alışveriş merkezine “Historya” adı verilmişti. O isme ilk itiraz eden kişi bendim. Benden sonra bir gazeteci yazar daha konuyu yazdı.
İstanbul’umuzun kalbi sayılan Fatih ilçemizdeki en büyük alış veriş merkezine bu ismin verilmesi pek çok yadırgandı. İğreti duran bu Fransızca kelime tutmadı, benimsenmedi. Birçok vatandaşımız sırf bu yabancı hayranlığına tavır koymak için çarşıya bile gitmedi, oradan alış veriş etmedi. Yüzbinlerce Türkçe kelimemiz varken bu ecnebi kelimeye ne gerek vardı? Ben ilgililerin ve yetkililerin bu hatadan dönmesini teklif ediyorum. Malum, geç de olsa hatadan dönmez fazilettir.
En İyi Konuşan Lider Kim?
Madem konu buraya geldi. O zaman merak edip sormaz mıyız? “Acaba en iyi konuşan siyasetçi kimdir?” diye. 3 Ekim 2010 tarihinde dostumuz Recep Garip, Fatih’te düzenlenen Suriçi Grubu’nun toplantısında konuşuyordu. Bir ara Hakkı Devrim ile yaptığı röportajdan bahsetmişti. Bu mülakatta Devrim’e “Siyasilerden en çok kimi beğenirdiniz?” diye sorar. Türkçe âşığı yazarın verdiği cevap şöyledir: “Ben gezici bir gazeteciydim. Menderes beni helikopterine aldı.
Sohbetine yakından şahit oldum. Türkçeyi en güzel konuşan lider Adnan Menderes’tir.” Recep Garip’in “Peki bugünkü liderler arasında kimler en iyi konuşuyor?” diyerek ikinci sorusunu yöneltir. Buna da verilen cevap şu şekilde olur: “Televizyonda haberleri seyrediyorduk. Deniz Baykal’a katlanamıyorum. Onun ‘ıııııı…’ları, beni sıkıyor başka kanallara geçiyorum. Ama Erdoğan’ın konuşmalarına özellikle dikkat ediyorum. Hiç hata yaptığını, gaf yaptığını görmedim.”
Türkçe bizim büyük medeniyetimizi sırtında taşıyan derin bir nehir ve berrak ırmaktır. Büyük milletlerin medeniyeti köklü, kültürleri yüksek, dilleri zengin olur. Biz ecdadımızdan bize tevarüs eden muhteşem medeniyetimizi gerçek veçhesiyle anlamak, tanımak, sevmek ve onu gelecek nesillere aktarmak istiyorsak mutlaka dilimizi zenginleştirmeliyiz.
Kelimelerle zenginleşen Türkçemiz sayesinde çok daha mükemmel eserler ortaya koyabileceğiz ve dünyadaki diğer edebiyatlarla yarışabileceğiz. Öyleyse hedef belli, yol yakın. Herkese düşen biricik görev, “Türkçe hassasiyeti” olmalıdır. Yerli ve millî çizgiyi benimsemiş olan herkesin bu şuura sahip olması, bu titizliği, basireti ve feraseti taşıması gerekiyor. Zaten başka yolu da yoktur. Anadilimiz Türkçemize sahip çıkan gayret sahiplerine selam olsun!
Mehmet Nuri YARDIM
YazarTürkiye’de 6 Şubat 2023 Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli olan ve 10 şehrimizi daha etkileyen 7.7. ve 7.6 şiddetindeki iki büyük deprem, haftalardır hepimizi büyük üzüntülere sevk ediyor. Yü...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Doğrusu sade, kolay ve rahat gibi görülen başlığımızın bu kadar geniş kapsamlı, çetrefilli ve girift olabileceğini hiç düşünememiştim. Zira şair ve yazarlarımızı araştırdığımda, şunu gördüm ki pek çok...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bazı şahsiyetler vardır ki ebedî âleme göç etseler de yaptıkları hizmetlerle, yazdıkları eserlerle, yetiştirdikleri talebelerle her zaman gönül tahtına kurulur, aramızda yaşarlar. Şeyhülmuharrirîn Ahm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Tarihe bakıldığı zaman İslâm medeniyetinin harikulâde inkişafları görülür. İslâm dini; bütün insanlığın faydasına olan yenilikler getirmiştir. İnsanlık âleminin hayrına olan birlik ruhu, vicdan ve akl...
Yazar: Bekir AYDOĞAN