Prof. Dr. Kadir Özköse ile Osman Hulûsi Efendi’nin Tasavvuf Anlayışı Üzerine Röportaj
Hocam sizi böylesi bir eser yazmaya sevk eden etken nedir?
Bu eserin kaleme alınış sebebi, günümüz insanının rol model arayışına cevap verebilmek arzusudur. Osman Hulûsi Efendi aramızdan biridir. Konuşması, yaşantısı, samimiyeti ve şahsiyeti ile insanlık güzeli, İslâm’ın sesi, Hak dostu ve Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yegâne takipçisi bir isimdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in ahlakını şahs-ı mânevîsinde mündemiç kılması onu daha yakından tanımayı gerektirmiştir. Osman Hulûsi Efendi yaşantısı ve söylemleriyle yakın veya uzak, tanıdık veya yabancı her kesimden insanın fıtratına dönmesini, insanca yaşamasını, âhiret yolculuğuna hazırlanmasını, örnek insan olmasını hatırlatmaktadır. Biz de onun sohbetleri ve eserlerindeki bu hatırlatmalardan yola çıkarak tasavvuf anlayışını bir bütün olarak değerlendirmeye çalıştık.
Her insanın hayatında bir dönüm noktası vardır. Her seçkin insanın yetişmesinde bir rahmet nazarı ve bir şefkat eli bulunmaktadır. Hulûsi Efendi’nin kemâl yolculuğunda da İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’nin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Gönülden gönle akan aşk deryâsının membaı olması hasebiyle İhramcızâde’nin Hulûsi Efendi’ye olan rahmet nazarından bahseder misiniz?
İslâmî hassasiyete sahip bir aile ortamında yetişen Hulûsi Efendi, hayatının erken dönemlerinden itibaren mânevî seyrin kemâline bürünmüştür. İslâm’ın esaslarına riâyetle büyüyen Hulûsi Efendi, tasavvufî terbiyesini İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’nin yanında tamamlamıştır. Yedi yaşında nâil olduğu bir nazarla İhramcızâde’ye meftûn hâle gelen Osman Hulûsi Efendi ömrü boyunca İhramcızâde’den etkilenmiş, şiirlerinde onu tebcîle güç yetiremediğini belirtmiştir.
Her ne zaman İhramcızâde’ye olan muhabbetinden bahis açılsa Osman Hulûsi Efendi, “İşte ne olduysa orada, o anda oldu.” diye bahsetmiştir. Peygamber âşığı bir isim olmasından dolayı İhramcızâde’ye minnettar olan Osman Hulûsi Efendi, İhramcızâde’yi, “Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in ayağının tozunu gözüne sürme yapan isim” olarak tanımlamakta ve onun “hakka’l-yakîn” düzeyindeki bir iman kalitesine kavuştuğunu söylemektedir. Onun beyânıyla İhramcızâde, kurbiyet makamına ermiş, lâ-mekân sırrına nâil olmuş, kendi canında cânânı bulmuş, kesrette vahdete erip yâr ile yâr olmuş, Kur’ân’ın buyruklarını sapasağlam bir kulp olarak görmüştür.
Osman Hulûsi Efendi’nin irşat usulünden, müritlerini terbiye metodundan, sevenleriyle olan gönül bağından bahseder misiniz?
İhramcızâde’nin yanında ömrünü huzura kavuşturan Osman Hulûsi Efendi, hayata İhramcızâde’nin hassasiyetlerini gözeterek bakmaya çalışmıştır. İhramcızâde, müridin teslimiyetini ve mürşidin kalitesini öngörürken, Osman Hulûsi Efendi de mürşidin ehliyetli olmasını elzem görmektedir.
İhramcızâde de Osman Hulûsi Efendi de tasavvufu bir nazariye olarak görmemiş, tasavvuf ilminin bir muâmele ilmi, yani hayatta yaşanır bir ilim olduğuna dikkat çekmişlerdir. Çünkü onlara göre tasavvuf, kâl ilmi değil hâl ilmidir. Aşk olmadan, dertlere giriftar bulunmadan, vicdanın sesini duymadan, Hakk’a sadâkat göstermeden tasavvuf gerçeğine erişilir mi?
Onların beyânına göre tasavvuf uzun ve ince bir yoldur. Tasavvufî hayat kişinin kendi başına yaşayabileceği bir süreç değildir. Osman Hulûsi Efendi, içerisinde yaşadığı toplumun anlam haritasına dikkatimizi çekerken, müritlerinin toplumda karanlıkları izâle eden birer aydınlık meş’alesi olmalarını istemiştir. Mensup olduğu Hâlidiyye geleneği çerçevesinde mürit-mürşid ilişkisinin muhabbet temelinde şekillenmesini ve müritlerinin kalb hayatlarını tanzim etmeyi hedeflemiştir.
Râbıta, sohbet ve zikir Osman Hulûsi Efendi’nin muhabbet derslerini yürütürken müritlerinin kıvama ermesini sağladığı temel ölçütlerdir. Nefsin arzularını kontrol altında tutarak kalbin uyanışını sağlamak istemiştir. Osman Hulûsi Efendi, tasavvufun en oldurucu, en erdirici ve vuslata ulaştıran en kısa yol olduğuna inanır.
Sâliklerin aldıkları seyr ü sülûk eğitimleriyle firâset, basîret, akıl ve kalb sahibi olduklarını dile getirir. Osman Hulûsi Efendi dervişin kendisini kâinâta mensup bir birey olarak görmesi gerektiğini, kâinât kitabını gereğince okumasını, âlemi sömüren değil kâinâta anlam kazandıran bilinçli bir varlık olmasını, eşyanın tesbîhiyâtına ortak olmasını, âlemdeki kozmik ibâdetin seyrine katılmasını, mahviyet bilinciyle Hak’tan gayrı hiçbir otoriteye bağlı kalmamasını hatırlatmaktadır.
Osman Hulûsi Efendi bir gönül insanı olmanın yanında kalemi güçlü bir müelliftir. Onun Mektûbât, Dîvân ve Hutbeler gibi birbirinden değerli eserler ortaya koymasını sağlayan edebî kimliği hakkında neler söylersiniz?
Osman Hulûsî Efendi, güçlü bir şairdir. Modern dönemde dîvân edebiyatımızla halk edebiyatımızı temsil eden bir sûfî şahsiyettir. Onun şiiri gelenekle modern şiir arasında bir köprü işlevindedir. Şiirlerinde daha çok Yûnus Emre’nin, Ümmî Sinan’ın, Fuzûlî’nin ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın etkisinde kalmıştır.
Yûnus çizgisini devam ettiren bir şair olarak Osman Hulûsi Efendi’nin kendine özgü söyleyişleri de son derece dikkat çekicidir. Kimi zaman aruz vezniyle, kimi zaman ise hece ile yazdığı şiirlerde dinî ve tasavvufî konular kadar sosyal temaları da ustalıkla işlemiştir. Osman Hulûsi Efendi şiiri gaye olarak görmemiş, şiirini daha çok ideallerine hizmet için bir vasıta olarak değerlendirmiştir. Şiirlerinde ölçü, vezin, kâfiye hassasiyeti geri planda tutulmuştur. O hiçbir zaman mânâyı şekle kurban etmeyen bir mutasavvıf şairdir. Gazel, ilâhi, kasîde, rubâiyyât ve müstezât onun Dîvân’ında yer alan şiir türleridir.
Eserlerinde Farsça, Arapça, Osmanlıca ve Türkçeyi meczetmiş, manzum ve mensur eserler kaleme almıştır. Osman Hulûsi Efendi ömrünü ihvânının ve insanların eğitimine adamıştır. Onların Allah’a lâyık bir kul, Peygamber’ine lâyık bir ümmet ve ceddine lâyık bir millet olmaları için çalışmıştır. O, bu çalışmalar esnasında müritlerine mesajlarını şiir yoluyla vermiştir. Yazdığı şiirler derhal farklı bölgelerdeki ihvâna ulaştırılarak ezberlenmiş, okunmuş ve gönüllere nakşedilmiştir.
Çalışmanızda Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvufî ahlâk umdelerine dair yaklaşımlarını incelemektesiniz. Hulûsi Efendi tasavvufî ahlâkın gelişim seyrini nasıl ele alıp değerlendirmektedir?
Hulûsi Efendi Nakşbendiyye tarîkatı mürşîdidir. Söylemleri, yaklaşımları, yaşantısı ve hassasiyetleri ile Nakşbendiyye usûllerine sımsıkı bağlıdır. Usûlü olmayanın vusûlünün de bulunmayacağını idrâk etmektedir. Hulûsi Efendi, her fırsatta iman, ibadet ve ahlâk bütünlüğüne önem verirdi.
Hutbelerinde iman esaslarını ortaya koyarken dinleyenlere bir ibâdet coşkusu aşılamakta ve aynı zamanda ahlâkî değerlerle donanılmasını istemektedir. Ahlâk başlığını taşıyan hutbelerinde âdâb-ı muâşeret, kardeşlik, ana ve babaya itâat, iyilik, yardımlaşma, doğruluk, edeb, hayâ, komşulara iyi davranmak, dili korumak, adâletli olmak gibi güzel hasletler ve erdemleri ele almıştır. Bunlar yanında kötü huylardan olan yalanın zararları, rüşvet, istihzâ ve gıybetin zararları gibi hususlara değinmiştir.
Hulûsi Efendi güzelliğin şekilde değil ahlâkta olduğunu düşünmektedir. Ömrü boyunca muhâtaplarını ve dostlarını iyiye, güzele, erdemli ve ahlâklı bireyler olmaya, temiz toplum ve ahlâklı bir cemiyet vücûda getirmeye çalışmıştır. Nefsin dürtülerinden, şeytanın tasallutundan ve dünyanın aldatıcı zevklerinden kurtulmanın yolunu güzel ahlâk sahibi olmak ve hayata ahlâklı bir birey olarak yön vermek olarak görmektedir.
Hulûsi Efendi tasavvufu güzel ahlâk ilkeleri ile donanıma erme yolu olarak görmektedir. Onun ahlâkî hassasiyetinde yetiştiği mânevî atmosferi ve İhramcızâde’nin hassasiyeti doğrudan etki etmiştir. İç huzurun yakalanması ve mutlu bir yaşam sürdürülmesi noktasında Hulûsi Efendi şefkat, merhamet, sabır, şükür, cömertlik ve fedakârlık gibi ahlâkî değerlerin benimsenmesi, haset¸ gıybet, iftirâ, sû-i zan, cimrilik, tembellik ve kibir gibi kötü ahlâkların giderilmesini gerekli görmektedir.
Hulûsi Efendi’ye göre kişinin hüsn-i nesebi, hüsn-i edebidir. Hulûsi Efendi’nin ahlâk öğretisinde ihlas en büyük ölçüttür. Samimiyet testinden geçmeyi, içtenlikle hareket etmeyi, saf niyet ve güzel duygularla yaşam sürmeyi talep etmektedir. Gösterişten, riyâdan, benlikten ve nefse uymaktan korkmaktadır. Sözü, sohbeti, arkadaşlığı, dostluğu, işi ve icrâatları ile ihlaslı olmayı çok önemsemektedir.
Hulûsi Efendi, hayatı boyunca İslâmî hakîkatleri yüksek sesle dillendirmiş, etrafındakilere örneklik sergilemiş ve kendisinden sonra gelecek olanlara güzel bir çığır açmıştır. Onun tasavvuf anlayışı güzel ahlâk ve edebe dayalıdır. Onun ahlâk anlayışının temeli ve esası ise Kur’ân ve sünnet ölçütleridir. Hem bireysel ahlâka hem de cemiyet ahlâkına özen göstermiş, ömrü boyunca Kur’ân ahlâkını savunmuştur. İnsanın kemâle erip huzura kavuşmasında güzel ahlâkın iksir tadında güçlü bir tesiri bulunmaktadır.
Osman Hulûsi Efendi’nin hayatı boyunca insana sahip çıktığını, insana yatırım yaptığını, insan olmanın derdini taşıdığını, insana hizmeti önemsediğini, kimseyi hor görmemek gerektiğini telkin ettiğini görmekteyiz. Ne dersiniz?
Hulûsi Efendi’ye göre insan sevgiliden güzel kokular saçan sümbül ve gül gibi olmalı; zarar verici, el yırtıcı, gönle dokunucu diken gibi olmamalıdır. Göze güzel gelen her şey gönle de güzel gelir. İnsan, çevresiyle hâl ve hareketiyle yaratılışındaki özellik gibi özel olmalıdır. İnsan olmak hüner ister;insanlık gayret ister; insanca yaşamak terbiye ile husule gelir. İnsanlıktan nasîbi olmayanların kimseye hayrı dokunmaz.
Sorun insanlık krizidir. İnsanlığın farkında olmayanlar hayvanlık derekesine düşerler. İnsanlığını bir pula satanlar, bukalemun gibi şekilden şekle girenler, hayatı menfaat avcılığı olarak görenler, birbirinin kurdu kesilenler, birbirinin yolunu vuranlar Hulûsi Efendi’nin acıdığı, korktuğu ve çekindiği müsveddelerdir. İnsan olma sanatı hassas bir terazidir. İnsanlık cevherine baha biçilmez. İnsanlık gerçeğine erdikçe kişi, incelik ve nezâket kazanmaya başlar. İnsanlık saâdetine erenler son derece titiz oldukları ve bir insân-ı kâmilin izinde yürüdükleri için kıvama ermişlerdir.
Altının kıymetini sarraf olan bilir. İnsanın kıymetini de insanlıktan nasibi olan bilir. Hulûsi Efendi’ye göre insan gaye varlıktır. O insanı zübde-i âlem ve tecellîgâh-ı ilâhî olarak görür. Allah’ın halîfesi olarak yaratılan, eşref-i mahlûkat olan insanın hebâ edilmesini felâket olarak görür.
İnsanın kendi gerçeğini idrâk etmesi, yaratılış sırrına ermesi ve gönlünde meknûz olan ilâhî sırları yansıtması insanlığının gereğidir. Allah’ın insana bahşettiği şeref, onun ahlâkî olgunluğa ermesini gerektirmektedir. Başıboş bırakılmayan, kendisinden Âdemlik mesleğini icrâ etmesi istenen insanın her dâim uyanık ve bahtının açık olması beklenmektedir. Yüzünü Hakk’a ve elini halka uzatan insanın düşenin yanında olması ve kalbinde Allah’ı hissetmesi beklenmektedir.
Hulûsi Efendi, hizmette sınır tanımazdı. Halka hizmeti Hakk’a hizmet olarak görürdü. Evi tanıdık tanımadık, yerli yabancı, uzaktan ve yakından gelenlerle dolup taşardı. Her geleni en güzel şekilde ağırlamak isterdi. Kendisinin bu koşuşturmasına ev halkı da seferber olurdu.
Osman Hulûsi Efendi hayatın her zemininde yer almış, örnek insan olarak bütün hayır hizmetlerinde öncülük etmiştir. O sözleri, davranışları ve edebi ile insanların ufkunu açmış, Anadolu insanına rehber olmuş, ortaya çıkan sorunlara çareler bulmuştur.
Hulûsi Efendi’ye göre, Âdemoğlunun insanlığını kemâle erdirmesi ancak edep ile mümkündür. Hakk’ın âdâbını gözetmek kişiyi Hakk’a âşinâ kılar. İnsana âlemde en çok lâyık olan huy güzel edeptir. Ne acı gerçek ki, mektebe gittiğinden bahseden günümüz gençliği temizlik, fazîlet ve edep eğitiminden yoksun yaşamaktadır.
Hulûsi Efendi’ye göre, insanın aradığı aslında kendindedir. Görmek istenilen yüz taşrada değil, aslında bizzat kendindedir. İnsan kendi aynasına nazar edecek olsa orada yâri görecektir aslında. Yâri görmek için can gözünden başka gözü aramak nâfiledir aslında. Kişi yârin kapısına sıdk ve ihlas ile can ve baş koyarsa, kendisine dilber râm olacaktır. Yolun eri olduktan sonra kişi, cihan meydanının yiğidi konumuna gelmiştir. Sevgilinin hayali âşığın kalbine yazılmışsa gayrıdan medet ummaz hale gelmiştir. Kişi basîret gözünü açıp bakmalı ki, insanın nesne değil özne olduğunu görmeli. Çünkü insan âleme değil, âlem insana mensuptur.
Gönle seslenen Hulûsi Efendi, aslı toprak olanın toprak olması gerektiğine vurgu yapar. Tertemiz hâle gelmenin yolunu Hak derdi ile yanmak olarak görmektedir. Allah insana ruh ve gönül vermiş, adını Âdem koymuştur. O hâlde insanın da nefsini katledip Hakk’a yakın olması gerekmektedir.
Gönlün kıvâma ermesi için insanın içini dünyaya bağlılıktan boşaltması, dünyalık kaygısı gütmemesi ve aşk ateşi ile yanıp tutuşması gerekmektedir. İdrâk ehli olmak için ise sabredip Hak’tan gelen her belâya rızâ göstermek, başa gelen sıkıntıları Dost’tun ihsanı kabul etmek gerekmektedir. Kendini ayna konumuna getirenler tecellîye mazhar olurlar, kendi gerçekliğini idrâk edenler dertlenirler. Bütün arzusu ölmeden önce ölmek olanlar, nefis ve şeytanın elinden hep gözü yaşlı konuma gelirler.
Hulûsi Efendi’ye göre kişi kimlik sahibi olmalı, şahsiyetinden ödün vermemeli, insanlığını takınmalı, haddini bilmeli ve kendini hebâ etmemelidir.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarYüce Allah, Hucurat Sûresi 10. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “İnananlar ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Tedbirli ol sakın gafil yaşamaBelki Hakk’ın gel dediği andayızKim bilir ki göz ne zaman kapanırŞu gün ya da şu an desek zandayızBir intiba bırak şerefli, şanlıİncitilme değil insan her canlıElbet bu c...
Şair: Yeter BEKTAŞ
Peşinden gidersen kılavuz olurHakkı arayana yoldur erenlerKim diye sorarsan bu yiğit erlerAllah'ın sevdiği kuldur erenlerİslamlaşmasında Anadolu’nunHer biri yıldızdır Allah yolununDarende Buhara...
Şair: Hulusi TATAR
BirKonuşma melekesi insana sunulan bir nimettir. Evvela kelâm nimetini var edene şükretmeli… Çoğu kez bize sunulan nimetlerin farkına varamıyoruz. Onu nimet olarak görüp şükrünü eda etmek yerine, kibr...
Yazar: Bilal KEMİKLİ