Allah’ın Mü’minlere Verdiği İlâhî Görev: Küskünleri Barıştırmak
Yüce Allah, Hucurat Sûresi 10. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“İnananlar ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.”
Bu âyette bir haber, iki emir mevcuttur. Âyetin başında yüce Allah, önce inanan insanların kardeş olduğunu haber vermektedir. Aslında insanları kardeş kılan sebep, nesep ve kan bağıdır. Yani aynı anne babadan dünyaya gelen insanlar birbirleriyle kardeştirler. Âyette zikredilen kardeşlik ise din kardeşliğidir. Yüce Allah, inanan insanların birbirinin kardeşi olduğunu ilân etmiştir. Çünkü onların hepsi de bir olan Allah’a iman etmektedirler. Rableri bir, peygamberleri bir, kitapları bir, kıbleleri birdir.
Yani bütün mü’minler ortak bir inanç etrafında birleşmektedirler. O hâlde Müslümanları kardeş kılan bağ, inanç bağıdır. Bu bağ çok kuvvetlidir, asla kopmaz. Hatta din kardeşliği, nesep ve kan kardeşliğinden üstündür diyebiliriz. Çünkü nesep ve kan kardeşliği, kardeşlerin din farklılığı sebebiyle kesilir.[1] Yani dini farklı olan kardeş, babasının mirasından pay alamaz. Din kardeşleri ise diller ve nesepler farklı da olsa iman ve inançta bir oldukları için kardeştirler.[2]
Hz. Peygamber (s.a.v.) de âyette belirtilen bu din kardeşliğini şöyle açıklamaktadır: “Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için Müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur.”[3]
İslâm dininde din kardeşliğine zarar verebilecek bütün davranışlar yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Mesela alay etmek, ayıplamak, kötü lakap takmak, su-i zanda bulunmak, tecessüs/başkalarının ayıbını araştırmak, dedikodu/gıybet etmek ve haset etmek gibi davranışlar âyetlerle yasaklanmıştır.[4] Çünkü bu davranışlar, mü’minler arasındaki sevgi, saygı, birlik ve beraberliği ortadan kaldırmakta, din kardeşliğini zedeleyip yok etmekte, aynı zamanda toplum düzeninin bozulmasına sebep olmaktadır.
“O halde Müslümanlar İslâm’ın getirdiği kardeşlik hukukuna riayet etmeli, birlik ve beraberliklerini muhafaza ederek birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörüyle davranmalıdırlar. Müslümanlar kalp kıracak gönül incitecek davranışlardan sakınmalıdırlar.”[5]
Hakiki mü’min, insanlara kırıcı ve gönül incitici davranışlarda bulunamaz. Çünkü şunu iyi bilir ki, gönül Allahu Teâlâ’nın Kâbe’sidir. Bir insanın gönlünü yapmak, Kâbe’ye gidip de hac yapmaktan daha efdaldir. Nitekim Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretleri “Mesnevî” adlı eserinde şöyle demektedir:
Dil be-dest âver ki hacc-ı ekberest
Ez-hezârân Kâbe yek dil bihterest
Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Âzerest
Dil nazargâh-ı Celîl-i Ekberest.
(Gönül almaya bak ki, en büyük hac budur.
Bir gönül yapmak, binlerce hacdan daha iyidir.
Kâbe Azer oğlu Halil’in yaptığı bir binadır.
Hâlbuki gönül, Cenab-ı Hakk’ın nazargâhıdır.)[6]
Müslümanlar arasındaki din kardeşliği, menfaate dayalı bir kardeşlik değildir. Menfaate dayalı kardeşlikler geçici ve zayıftır. Zira menfaatin bittiği yerde biter ve son bulur. Batı’daki insanlar arasındaki ilişkiler, menfaate dayanmaktadır. Çıkar ve menfaate dayalı ilişkiler zayıf olduğu için çabuk bitmektedir. Ayrıca menfaate dayalı ilişkiler, insanları yardımlaşma ve dayanışmaya sevk edememektedir.
Hâlbuki İslâm’ın ön gördüğü kardeşlik, inanç bağına bağlı olduğu için kuvvetli olup insanları yardımlaşma ve dayanışmaya teşvik etmektedir.[7] Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntını giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allahu Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[8], “Kul, din kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da onun yardımcısıdır.”[9] buyurmuştur.
Tefsirini yapmakta olduğumuz âyetteki ilk emir ise, “Kardeşlerinizin arasını ıslah edip düzeltiniz.” emridir. Âyetteki “eslihu” emir kipi olup, barıştırma anlamına gelen sulh kökünden türetilmiştir. Yani “Birbirine dargın ve küskün olan kardeşlerinizi bir araya getirip aralarını bulup barıştırın.” demektir. Küskünlerin barıştırılması, yüce Allah’ın inananlara vermiş olduğu önemli bir ilâhî görevdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), insanların arasını bulmayı ve barıştırmayı nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli bir ibadet olarak nitelendirmektedir.[10]
İslâm, barış ve esenlik, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma dinidir. Toplumda bu duygu ve düşünceleri hâkim kılmak ve yerleştirmek için çeşitli kural ve ilkeler koymuştur. Nitekim Yüce Allah Mâide Sûresi 2. âyet-i kerimede, “…İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın…” buyurmak suretiyle iyilik ve takvada yardımlaşmayı emrederken, günah işlemekte ve düşmanlıkta yardımlaşmayı yasaklamaktadır.
Bir gün Allah Rasûlü sahabe-i kirama, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım ediniz.” buyurmuştur. Sahabîler, “Mazluma yardım etmeyi anlıyoruz ancak zalime nasıl yardım ederiz?” diye sordukları zaman Hz. Peygamber (s.a.v.), “Onu da zulmünden vazgeçiriniz.”[11] buyurmuştur. Demek ki, İslâm dininde esas olan iyilik ve takvada yardımlaşmadır.
İnsan sosyal bir varlıktır. Toplum içerisinde diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Sosyal hayat içerisinde bazen insanlar birbirlerine karşı birtakım hatalar yapabilir. Böylece arada dargınlık ve küskünlük ortaya çıkabilir. Bu durum bir anlamda normaldir. Ancak normal olmayan bu dargınlık ve kırgınlığı uzun süre devam ettirmektir.
Mü’minler arasında birlik ve beraberliğin sağlanıp devam ettirilebilmesi için insanlar arasında meydana gelen dargınlık ve kırgınlıkların devam ettirilmemesi gerekir. Zira Sevgili Peygamberimiz konuyla ilgili hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bir Müslümanın, din kardeşini üç gün üç geceden fazla terk edip küs durması helâl değildir: Birbirine dargın olan iki Müslüman karşılaşırlar. Biri bir tarafa öteki öbür tarafa döner. Hâlbuki o ikisinin en hayırlısı barışmak için önce selâm verendir.”[12], “Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve haset etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Bir Müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helâl değildir. Birbiriyle küsenler içinde en hayırlı olan ilk defa selâm verip barışandır.”[13]
Bu hadislerde bir Müslümanın Müslüman bir din kardeşiyle üç günden fazla küs durması yasaklanmıştır. Birbirine dargın/küs olan insanlar karşılaştıkları zaman birbiriyle konuşmaz, yüzünü dönüp giderler. Birbirine dargın/küs olan Müslümanlardan hangisi bu dargınlığa son vermek için ilk adımı atar, ilk selamı verirse o, Allah katında hayırlı ve faziletli Müslümandır.
Birbirine dargın olan Müslümanlardan biri selam verir diğeri de selamı alırsa barışmanın sevabını her ikisi de almış olurlar. Verilen selam alınmazsa selam veren günahtan kurtulur, selamı almayan ise günahı yüklenmiş olur.[14] Biz, nasıl ki bir kul olarak yüce Allah’ın bizim işlediğimiz günahlarımızı affetmesini istiyorsak, biz de bize karşı hata yapan din kardeşlerimizi affetmeli ve bağışlamalıyız. Çünkü bir hadiste din kardeşiyle arasında küskünlük ve düşmanlık bulunan kişinin barışıncaya kadar günahlarının bağışlanmayacağı bildirilmiştir.[15]
Müslümanların sebep ne olursa olsun dargınlık ve küskünlüğü üç günden fazla sürdürmeleri caiz değildir. Maalesef insanlık İslâm’ın evrensel ilkelerinden uzaklaşmaya başlamıştır. Günümüzde çok basit sebeplerle insanlar birbirlerine darılıp küsmektedirler. Hatta bu dargınlığı, haftalarca, aylarca ve yıllarca devam ettirenler vardır.
Allah ve Rasûl’üne iman edip itaat eden insanlar, aralarındaki dargınlık ve kırgınlığı üç günden fazla sürdürmemeleri gerekir. Çünkü barışmak, Allah ve Rasûl’ünün emridir. Gerçek manada Allah ve Rasûl’üne iman eden ve itaat eden Müslüman, bu emre uyar, hayatını Allah ve Rasûl’ünün emri doğrultusunda dizayn eder ve sürdürür. O halde mü’minler birbirlerine sevgi ve saygıyla davranmalı, birbirlerinden asla ayrı durmamalı, birbirlerine sırt çevirmemeli, birbirlerine dargın durmamalıdırlar. İslâm dininde dargın ve küskün durmak haram olduğu gibi küskünlük ve dargınlığa sebep olan yalan, iftira, kibir, haset ve kin gibi davranışlar yasaklanmış ve haram kılınmıştır.[16]
Tefsirini yapmakta olduğumuz âyetteki ikinci emir ise, “Allah’tan korkunuz.” emridir. Yüce Allah, âyetin sonunda emirlerine karşı gelmekten sakınmamızı emretmek suretiyle bizleri ikaz edip uyarmaktadır. Zira Allah’ın rahmetine ve bağışlamasına mazhar olabilmek takvaya bağlanmıştır. Çünkü gerçek manada takva sahibi olan insan, Allah’ın emirlerine titizlikle uyar ve yasaklarından sakınır. İslâm dininde takva sahibi olmak çok önemlidir. Zira insan, takva vasıtayla Allah’a yaklaşır ve Allah’ın sevdiği salih kulların arasına katılabilir. Allahu Teâlâ takva sahibi salih kulları için ahirette çok büyük mükâfatlar hazırlamıştır.
Ne mutlu takva sahibi olup da Allah’ın vaad ettiği o mükâfatlara kavuşup ebedi saadete erişebilen mü’min ve muttaki kullara! Allah Teâlâ bizleri de mü’min ve muttaki kullarından eylesin. Âmin.
[1] Güven, Şahin, Erdemli Toplumun İnşası, Düşün Yay., İstanbul, 2012, 234.
[2] Soysaldı, Mehmet, Hayatımıza Yön Veren Ayetlerin Tefsiri, 2.Baskı, Beka Yay., İstanbul, 2020, 80-81.
[3] Buhârî, “Mezâlim”, 3.
[4] Bk., 2/Bakara, 109; 24/Nur, 54; 48/Fetih, 15; 49/Hucurat, 11, 12; 113/Felak, 5; Ayrıca kalbin manevî hastalıkları için bk., Soysaldı, Kalbin Manevî Hastalıkları, Ankara, 2006.
[5] Soysaldı, Hayatımıza Yön Veren Ayetlerin Tefsiri, 85.
[6] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, Selâm Yay., Konya, 1966; Soysaldı, Hayatımıza Yön Veren Ayetlerin Tefsiri, 85-86.
[7] Soysaldı, Hayatımıza Yön Veren Ayetlerin Tefsiri, 86.
[8] Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ebû Dâvûd, Edeb, 38, 60;Tirmizî, Hudûd, 3, Birr, 19; İbn Mâce, Mukaddime, 17.
[9] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/252.
[10] Ebû Dâvûd, Edeb, 50.
[11] Buhârî, İkrâh, 7.
[12] Buhârî, Edeb, 62, İsti’zân, 9; Müslim, Birr, 23, 25, 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 21, 24; İbn Mâce, Mukaddime, 7; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/3, 5, 7.
[13] Buhârî, Edeb, 57, 58, 62; Müslim,“Birr, 23, 24, 28, 30-32; Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 24; İbn Mâce, Duâ, 5.
[14] Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
[15] Müslim, Birr, 36.
[16] Bk., 2/Bakara, 109, 213; 17/İsrâ, 37; 24/Nûr, 4, 5.
Mehmet SOYSALDI
YazarYüce Rabb’imiz pek çok âyetinde bizlere gerçek mü’minlerin tanımını yapar. O tanımlarla kendimizi test edelim, o tanımlanan kimselerden olmaya gayret edelim diye. Bizler bu âyetleri okuyup anladıkça â...
Yazar: Ali AKPINAR
Yüce Allah, Ra’d Sûresi 28. âyette şöyle buyurmaktadır:“Onlar iman eden ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”Bu âyet-i kerimede ...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Allahu Teâlâ, Zümer Sûresi 53. âyette şöyle buyurmaktadır: “De ki; ‘Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüph...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Allahu Teâlâ, Enbiyâ Sûresi 35. âyette şöyle buyurmaktadır: “Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”Bu âyette if...
Yazar: Mehmet SOYSALDI