Nurundandır Bütün Nurlar
Dede Ömer Rûşenî, 15. yüzyılın ilk yıllardan Aydın’da dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında net bilgiler bulunmasa da soyu, Osmanlı’dan önce bölgede hüküm süren Aydınoğulları’na dayanmaktadır. Şiirlerinde kullandığı Rûşenî mahlası, kendisini hem manevî aydınlığa hem de coğrafî olarak Aydın’a nispet ettiğini düşündürmektedir.
Kurucusu olduğu Rûşeniyye Tarikatı İslâm dünyasının en yaygın tarikatı ve Osmanlı’yı en çok etkileyen tarikat; Halvetiyye’nin 4 kolundan biridir. Bazı kaynaklar, Sıddikî nisbesinden dolayı soyunun Hz. Ebu Bekir’e dayandığını kaydederler. Bursa ve İstanbul’da medrese eğitimi aldığı bilinen Rûşenî, Halvetî olan ağabeyi maharetiyle tasavvufa ilgi duymuş, aynı zamanda dönemin kültür ve edebiyat çevrelerinden de faydalanmıştır. Akkoyunlu Devleti’nin himayesinde Tebriz’de yaşayan Rûşenî, 1487 yılında vefat etmiş ve tekkesinin bahçesine defnedilmiştir.[1]
Rûşenî’nin Çobanname, Miskinlikname, Neyname, Kalemname adlı eserlerinin yanında bir de Dîvân’ı mevcuttur. Çok da hacimli olmayan bu eserde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i metheden iki kaside nazmedilmiştir.[2] Kasidelerde rindâne söyleyişler ve teşbihler dikkat çekmektedir. Seçilen bazı beyitler kısa açıklamalarla yazımıza konu edilecektir.
"Eyâ sultân-ı kevneyn sözün cümle dekâyıkdır
Letâ’ifdür garâyibdir acâyibdir hakâyıkdır"
(Ey iki âlemin; dünya ve ahiretin sultanı, sözlerin tamamen inceliktir. Derin mesajlar içerir, benzeri yoktur, şaşırtıcıdır ve hakikat barındırır.)
Şair Peygamber Efendimiz’e sultân-ı kevneyn hitabı, rasûlü’s-sakaleyn ve imâmü’l-harameyn gibi terkipleri hatırlatır. Bu terkiplerin ilki Peygamberimiz’in insanlar ve cinlere gönderildiğini, ikincisi ise Mekke ve Medine’deki imametini anlatır. Ayrıca şair dekâyık ve sonrasında kullandığı kelimelerle cevâmiü’l-kelîm (az sözle çok mana ifade edebilme) özelliğini öne çıkarmaktadır.
Zamîrün mihr-i rahşândur cebînündür meh-i tâbân
Külâlendür şeb-i yeldâ yanagun subh-ı sâdıkdır
(Senin iç dünyan parlak bir güneş, alnın parlayan bir aydır. Saç kıvrımların en uzun gece; yanağın gerçek bir sabahtır.)
Şair bu satırlarda teşbih sanatına yer vererek Peygamber Efendimiz’i tavsif eder. Beyit, Peygamber Efendimiz’in alnında parlayan nübüvvet nurunu, saçlarının uzun oluşunu ve yüzünün parlaklığını hatırlatır. Özellikle subh-ı sâdık ifadesi, zıddı olan fecr-i kâzible birlikte anlamlı hâle gelmektedir.
Fecr-i kâzib, henüz güneşin görünür olmadığı fakat dikey uzanan güneş ışınlarının ufukta meydana getirdiği aydınlıktır ve bu aydınlığa fecr-i kâzib (yalancı sabah) denir. Dolayısıyla şair Hz. Peygamber (s.a.v.)’in durumunu tam manasıyla doğan ve âlemi aydınlatan bir güneşe benzetir. Ayrıca beytin ikinci mısraında geçen yanak kelimesi Arapçadaki vech kelimesinin karşılığıdır. Bu kelime her ne kadar yüz anlamına gelse de zât anlamı da vardır. Yani yanak ifadesiyle Peygamber Efendimiz’in zatının kastedilmiş olması pek muhtemeldir.
İnip gökden yere İsâ nola olursa şakirdün
Lebün ihyâ-yı mevtâda inen üstâd-ı hazıkdır
(Hz. İsa (a.s.) gökten yere inse ve senin öğrencin olsa. Çünkü senin dudağın ölüleri diriltmede çok hünerli bir doktordur.)
Na’t şairleri genelde peygamberlerin öne çıkan özelliklerini dile getirerek Peygamber Efendimiz’in bu özelliklere fazlasıyla sahip olduğunu dillendirirler. Bu kıyaslar na’tiyye satırlarında en fazla yer bulan ögelerdendir. Burada da şair ölüleri diriltme mucizesi ile bilinen Hz. İsa’nın yere inip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e öğrenci olabileceğini kaydeder. Çünkü Peygamber Efendimiz’in dili, ölü kalpleri nübüvvet nefesi ile diriltme konusunda pek mahirdir.
Özellikle öğrenme açısından bakıldığında şakirt (öğrenci) ve dudak kelimesi arasındaki tenasüp, göze çarpacaktı. Çünkü dudak, zahiren sözün ve nefesin son çıkış noktasıdır. Buradan dökülen ilim muhatapların zihnini, manevi nefes de kalplerini diriltmektedir. Ayrıca dil ve dudak, sevenin sevgilisine itaatini de barındıran sembollerdir.
Aceb mi medh-i hulkundan olursa Rûşenî ‘âciz
Çü mâdih hulk-ı nîgûnı eyâ memdûh Hâlıkdır
(Senin o eşsiz ahlakını Hâlık olan Allah övmüşken Rûşenî seni methetmede aciz kalırsa bu şaşılacak bir şey midir!?)
Yüce ahlakından ve insanlara örnek oluşundan dolayı seni Kur’an’da bizzat Allah övmüşken, Rûşenî’nin medhinde aciz kalması şaşılacak bir şey değildir. Şair Allah’ın Hâlık (yaratan) ismini kullanarak kendi aciz kalmasındaki mazeretin sebebini açıklamakta gibidir. Çünkü hulk (ahlâk) ve halk (yaratılış) kelimeleri arasında etimolojik bir akrabalık söz konusudur. Yani şairleri de yaratan Allah (Hâlık), Peygamber’inin güzel ahlakını övmüşken yaratılmış olan şairin övgüsü ne kadar yeterli olabilir?
Senün bir âşıkundur ol dil ü cândan eyâ server
Gözi yaşı yüzi rengi anın ışkına danıkdır
(Ey Peygamberlerin önderi, bu Rûşenî senin âşıkındır. Gözlerinden akan yaş ve hasretinden solgun benzi, aşkının tanığıdır.)
Her iddia gibi sevgi iddiası da delil istemektedir. Şair burada Hz. Peygamber’imizi can u gönülden sevdiğini iddia ederken, ayrılık derdinden akan gözyaşlarını ve hasretinden solan benzini de aşkına delil sayar. Çünkü böyle bir sevgi insanı yemekten içmekten alıkoyacağı için âşık, yorgun ve bitkindir. Fakat aşk derdinden şikâyetçi değildir.
Diğer kasiden de iki beyit dikkat çekicidir. İlkinde Dede Ömer Rûşenî, sabah rüzgârı ile medhiyyesini Ravza-i Mutahhara’ya yollar ve rüzgârı öğütler. Buna edebiyatta teşhis sanatı denir ki Rûşenî, rüzgârla karşısındaki bir insan gibi muhatap olmaktadır:
Var Rasûl’ün türbesine ayağına sür yüzün
Bî-edeb deprenme âheste kımılda, itme ses
(Rasûlullah'ın türbesine var, yüzünü ayağına sür. Fakat edepsizce deprenme, yavaş es ve etme ses.)
Nice kim nûrın güneşden iktibâs ider kamer
Nûrı her peygamberün nûrundan olur muktebes
(Nasıl ay, ışığını güneşten alırsa her peygamberin nuru da senin nurundan alınmadır.)
[1] Hayatı ve eserleri hakkında detaylı bilgi için bk. Mustafa İsmet Uzun, “Dede Ömer Rûşenî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (17.05.2022).
[2] Orhan Kemal Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânının Tenkidli Metni, 101-104.
Hamit DEMİR
YazarEdip Ahmed b. Mahmud Yüknekî tarafından XII. yüzyılda yazılmış, Türk dili, edebiyatı ve kültür tarihinin önemli kaynaklarından olan Atebetü’l-Hakâyık, Hakikatler Eşiği anlamına gelmektedir. Dâd İspehs...
Yazar: Hamit DEMİR
Dünya tarihinin en ihtişamlı devletlerini kuran milletimiz, Orta Asya’dan Anadolu’ya köklü bir kültür ve medeniyet mirası taşımıştır. Türk-İslâm Medeniyeti’nin zengin birikimini asırlardır bünyesinde ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
El-İstifâ min Esmâi'l-Mustafâ (s.a.v.)15.yüzyıl Arap şairlerinden Allâme Bulkînî, Mısır’da Memâlikü’l-Burciyye[1] Devleti’nin faaliyet gösterdiği bir dönemde yaşamıştır. O dönemde hem doğudan hem de b...
Yazar: Hamit DEMİR
1642 yılında Şanlıurfa’da doğan ve asıl adı Yusuf olan şair Nâbî, hikemi şiirin önemli temsilcilerinden biridir. Soylu bir nesepten geldiği bilinen şair; iyi bir eğitim almış, Farsça ve Arapça öğrenmi...
Yazar: Hamit DEMİR