Güzel Ahlak Allah’a Yaklaştırır
İslâm ahlâkının temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve onun ışığında oluşan sünnet-i seniyedir. Nitekim Hazreti Âişe Annemiz, bir soru münasebetiyle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiştir.[1] Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatında sergilemek suretiyle insanlığa öğretmiş olduğu bu ahlak; “Sen elbette yüce bir ahlak üzerindesin.”[2] ayeti kerimesiyle de vahyin onayından geçmiştir.
Vahyin tasdik ettiği böylesine güzel bir ahlak örneği varken, onu değil de nefsaniyetinin peşine düşmüş bir takım kimseleri örnek almak akıl karı olmasa gerektir. Şu da bir hakikattir ki onu örnek almak herkese nasip olabilecek türden bir nimet değildir. Bu ancak ahiret inancı kuvvetli, zikir ehli mü’minlerin başarabileceği bir iştir. Nitekim ayet-i kerimede buyurulur: “İçinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Rasûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.”[3]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i örnek alma şuurunda olan bir mü’min çok büyük manevî kazançlar elde edecektir. Hatta öyle ki hadis-i şerifte bildirildiği üzere; “Mü’min güzel ahlakı ile nafile oruç tutup nafile ibadet edenin derecesine erişir.”[4] Malum olduğu üzere farzlardan sonra kulu Allah’a en çok yaklaştıran ibadet nafilelerdir. Dolayısıyla güzel ahlaklı bir kimse bu hadis-i şerife göre Allah’a yaklaşma şerefine nail olacaktır. Yine bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Kıyamet günü mizanda, güzel ahlaktan daha ağır gelecek hiçbir (nafile) ibadet yoktur.”[5] Son dönem mutasavvıflarından Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri; “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir.” diyerek adeta bu hadis-i şerifi şerh etmiştir.
Tarih boyunca İslâm arifleri ahlak konusu üzerinde çok durmuşlar ve herkesin başına bir polis dikemeyeceğimizi ama güzel ahlaklı insanlar yetiştirmek suretiyle insanların vicdan melekesini harekete geçirerek toplumda huzuru hâkim kılabileceğimizi ifade etmişlerdir. Bu hikmete binaen kendilerini yaşadıkları toplumdan sorumlu hisseden İslâm mutasavvıfları da geleceğe yapılan en büyük ve en değerli yatırımın, güzel ahlaklı insan yetiştirmek olduğu bilinciyle her şeyden önce güzel ahlaklı insan yetiştirmeye öncelik vermişlerdir. İnsanlık için yapılacak en kritik çalışmanın bu olduğunu düşünerek, birçok engel ve zorluklara rağmen bütün himmet ve fedakârlıklarını bu alana sevk etmişlerdir.
Ebu Hafs Haddad Hazretleri tasavvufun ahlaktan ibaret olduğunu ifade ettikten sonra Allah’a yakınlığın ancak ahlakî güzellikle olacağını şöyle ifade etmiştir: “Tasavvuf bütünüyle edepten ibarettir. Her anın her halin ve her makamın kendine göre bir edebi vardır. Her vakit edebine riayet eden kimse Hak erlerinin ulaştığı hale ulaşır. Edebini korumayan kimse ise her ne kadar kendini Hakk’a yakın zannetse de esasen Hak’tan uzaktır. İlahî huzurda kabul gördüğünü düşünse de oradan tard edilmiştir.”[6]
Ahlak konusu üzerinde en çok duran sufilerden biri olan Mevlâna Hazretleri de her fırsatta etrafındakilere ahlaki öğütler vermiş ve şöyle vasiyet etmiştir: “Ben size; gizlice ve açıkça Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlardan çekinmeyi, oruç tutmaya, namaz kılmaya devam etmeyi, daima şehvetten kaçınmayı, halkın eziyet ve cefasına dayanmayı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmayı, kerem sahibi salih kişilerle beraber bulunmayı vasiyet ederim. Çünkü insanların hayırlısı insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olandır.”[7]
Hulûsi Efendi Hazretleri’nin sade ve anlaşılır bir dille hazırlamış olmuş olduğu hutbelerde adeta programlı bir ahlâk eğitimi verdiğini müşahede ediyoruz. Misalen 49. hutbesinde, insanların birbirleri ile görüşüp muaşeret etmeleri, samimiyet, tevazu, sadelik, tatlı dil ve gülümseme ile birbirlerine muamele etmeleri, aralarındaki küskünlüğü dargınlığı uzatmamaları, birbirilerine hüsnü zan etmeleri, birbirlerinin hatalarını kusurlarını gizlemeleri, dostlarını arkadan müdafaa etmeleri gibi birçok ahlâkî tavsiyelerde bulunmuştur.
İmam Malik gibi bazı İslâm âlimleri edebi ve ahlakı ilimden önce tutmuşlardır. Çünkü ahlak olmadan ilim hiçbir anlam ifade etmez. Ahlak insanların sadece huylarını veya mizaçlarını ifade eden bir kavram olmayıp imanla doğrudan doğruya alakalı bir kavramdır. Her şeyden önce ahlakın başı, o ahlakın kaynağı olan Rabb’imizi ve onun elçisi Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’i çok sevmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz’i herkesten çok sevmek ve kendisi için istediğini Müslüman kardeşi veya komşusu için istemek birer iman esasıdır.[8]
İmanın birçok ahlakî tutum ve davranışla doğrudan doğruya bir ilgisi söz konusudur. Mesela gördüğü bir kötülüğü eliyle ve diliyle düzeltmek, bunları yapamıyorsa kötülükten nefret etmek de bir iman esasıdır.[9] Yapmadığı bir şeyi yaptığını söyleyen, yapılması emredilmeyen şeyleri yapan kimselerle eliyle ve diliyle mücadele etmek, bunları yapamıyorsa bu kimselerden iğrenmek, tiksinmek de bir iman meselesidir.[10] Bir şeyi Allah rızası için vermek veya vermemek, birini Allah rızası için sevmek veya sevmemek de imanı mükemmelleştiren davranışlardır.[11] Bütün bu hadisler, Allah'a iman ettim demekle mü'min olunamayacağını, ahlâk konularının bile iman ile ilgili olduğunu göstermektedir.[12]
Ahlakın iman ile farklı konular olduğunu zannetmek parçacı zihin yapısının bir yanılgısıdır. Nasıl İslâm ile imanı ayıramıyorsak, ahlak ile de imanı ayıramayız. Fakat bu şu demek değildir ki ahlakî zaaf içinde olan kimselerin imanı yoktur. Konuyu İslâm âlimleri ahlakın kemali kavramıyla izah etmişlerdir. Yani imanları vardır ama bu iman kemal vasıflarla mücehhez değildir. Bir hadis-i şerifte bu hakikate şöyle işaret edilmektedir: “Mü'minlerin iman bakımından en mükemmel olanı, onların ahlak bakımından en güzel olanlarıdır, onların en hayırlıları da aile fertlerine karşı hayırla muamelede bulunanlarıdır.”[13]
[1] Bkz. Müslim, Müsâfirîn, 139.
[2] 68/Kalem, 4.
[3] 33/Ahzap, 21.
[4] Ebû Davut, Edep, 8.
[5] Tirmizî, Birr, 62; Ebû Dâvûd, Edep, 8.
[6] Selvi, Dilaver, Kur'an ve Tasavvuf, İstanbul, 1997, s. 31 Bkz; Hücviri, Keşfü’l Mahcub, 54.
[7] Eflakî, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri, Çeviren; Tahsin Yazıcı, Ankara, 1953, c. 2, s. 8.
[8] Bkz. Buhârî, İman, 7, 8, nr 13-15; Müslim, İman, 69, 71-72, nr. 44, 45.
[9] Bkz. Müslim, İman 78, nr. 49.
[10] Bkz. Müslim, İman 80, nr. 50.
[11] Bkz. Tirmizî, Kıyâmet 60, nr. 2521.
[12] Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Kitabus Sünne Tercüme ve Şerhi, s. 197.
[13] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/250.
Aydın BAŞAR
YazarSarp kayalı dağlardanAştı Hulûsi Efendi.Mor sümbüllü bağlardanGeçti Hulûsi Efendi.Nesli pak gül soyundanHuyu nebi huyundanAbı hayat suyundaniçti Hulûsi Efendi.Yaradan’a bağlar özüYaşın yaşın ağlar göz...
Şair: Ramazan PAMUK
Darende Şeyh Hâmid-İ Velî Kütüphanesi’nde Bulunan Mecmûa-İ Şemseddîn-İ Sivâsî NüshasıBu çalışmada, Şeyh Hâmid-i Velî Kütüphanesi’nde Şemseddîn-i Sivâsî’nin (ö.1006/1597) Mevlîd-i Şerîf’i olarak kayded...
Yazar: Fatih ÇINAR
Ne zaman ki bir toplumda ilmin değeri azalmış ve âlimlerin kıymeti idrâk edilememişse, o toplumda ahlâkî bozulma baş göstermiştir. Toplumlar en yüksek seviyelerine ilme önem verdikleri dönemlerde eriş...
Yazar: Aydın BAŞAR
Hastalıklar bize ölümü hatırlatır, hesap gününün yaklaştığını kulağımıza fısıldar... Bedenimizin Sahibi’nin dilediği zaman emanetini alabileceğini, kabirden hiç de uzak olmadığımızı söyler. Her an fil...
Yazar: Aydın BAŞAR