İnsana Saygı
İnsan, Allah’ın eseri ve yaratılmışlar içinde en mükemmeli olması itibarıyla değerlidir ve saygıyı hak etmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Tin Suresi dördüncü ayette; “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” buyrulmaktadır. Allah, bir insanı öncelikle yaratmış olmakla sonra da onun akıllı ve sağlıklı bir şekilde yaşamını temin etmekle ona lütfetmiş, ayrıca sayısız nimetlerle onu donatmıştır. Buna karşılık insan, Yaratıcı’sına çok az şükretmektedir.
Allahu Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yarattığında meleklere ve Şeytan’a, Âdem’e secde etmelerini emretti; bu ilâhî emri melekler tereddütsüz yerine getirirken Şeytan secde etmekten imtina etti. İnancımıza göre, ibadet maksadıyla secde sadece Allah’a yapılacağından buradaki secde emrini, kelimenin sözlük anlamı doğrultusunda, saygı gösterme şeklinde anlamamız dinin ruhuna daha uygundur. Buna göre şunu diyebiliriz: Şeytan, Âdem’e yani insana saygı göstermediği için, büyüklendiği için ve Allah’a karşı geldiği için Şeytan olmuş, Allah’ın rahmetinden ebediyyen mahrum kalmıştır.
İnsanlardan birçoğu, Allah vergisi olan soy, boy, yakışıklılık/güzellik, güçlü ve kuvvetli olma vb. yönleriyle övünmektedirler. Oysa insanların bunları elde etmek için herhangi bir çabası olmamış, onlar bu nimetleri adeta avucunda hazır bulmuştur. Allah vergisi olan nimetlere şükretmek gerekir. İnsan ancak kendi aklı, becerisi ve emeği ile ortaya koyduğu eserlerle iftihar edebilir. İnsan, Allah’ın eseri olması bakımından saygın, saygınlığına yaraşır bir şekilde yaşadığı sürece de erdemlidir.
Allah’ın eseri ve kulu olduğu için başlangıçta her insan değerlidir. Bazı kötü niyetli ve ahlaksız insanlar, işledikleri cürümler sebebiyle, kendilerini hem Allah katında hem de insanlar nazarında değersizleştirmektedirler. Bir insanın açık, bariz kötü bir söz ve davranışına şahit olmadığımız sürece, ona kötü insan muamelesi yapamayız. Hiç kimseye başkalarının imanını, ahlakını, manevî değerini ölçme, değerlendirme ve onaylama yetkisi verilmemiştir.
Herkes hakkında, dünyadaki amellerine göre, kesin hükmü ahirette verecek olan Allah’tır. Bu sebeple herkesi sevmesek de canına, malına, kişiliğine saygı göstermek zorundayız. İnsanlarda değer ölçüsü, takva ve güzel ahlaktır. Peygamberimiz (s.a.v.), Veda Hutbesi’nde, “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur.” buyurmuştur. Hz. Ali (r.a.) de, Mısır valisi Malik b. Eşter’e yazdığı mektupta, “İnsanlar, ya dinde kardeşin ya da insanlıkta bir eşindir.” demiştir.
İslâm dini, daima haklı ve mazlumun yanındadır. Mazluma dini sorulmaz, yardım edilir. Zalimin de hangi dinden olduğuna bakılmadan karşı çıkılır. Müslüman Türk halkı, Suriye’de can ve mal güvenliği kalmadığı için Türkiye’ye sığınan milyonlarca mülteciye destek olmuştur. Aynı hoşgörüyü, medenî olduğu iddia edilen Batı ülkeleri göstermemiştir. Siyah saçlı ve esmer tenli Müslümanları kabul etmemek için birçok zorluk çıkaran Batı ülkeleri, sarı saçları ve mavi gözleriyle kendilerine benzeyen Ukraynalıları bağrına basmıştır. Bu yaklaşım, apaçık ırkçılıktır.
Müslümanların beşerî ilişkileri merhamet odaklıdır, değilse de böyle olmalıdır. Merhametimiz suiistimal edildi diye merhamet erdeminden vazgeçecek değiliz, en fazla, suiistimalciden uzak dururuz. Merhamet duygusu, insanı başkasına haksızlık yapmaktan ve zalim durumuna düşmekten korur; kalbini yumuşatır, insanı agâh kılar, insanî değerini yüceltir.
Osmanlı Devleti, üç kıta, yedi iklim, yetmiş iki millet olarak tanımlanır. Yetmiş iki milletin içinde her inançtan insan yaşamakta idi ve hiçbiri inancından dolayı dışlanmamakta, inandığı gibi yaşamaktaydı. Bunlardan bir kısmı yaşadıkları ülkelerde zulme uğramaları sebebiyle Müslümanların merhametine sığınmış kimselerdi.
Osmanlı Devleti’nin manevî mimarı sayılan Şeyh Edebali de, damadı ve Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’ye yaptığı nasihatte “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyerek devlet idaresinin insanî olması gerektiğini vurgulamıştır. Müslümanların insanlara merhametle yaklaşmasının sebebi, insanı Allah’ın kulu olarak görmesidir. İslâm dininin insanın canına ve malına verdiği değerle Müslümanların insana yaklaşımı doğru orantılıdır.
İnsanların maddî durumu ve konumu her ne olursa olsun ilgi, saygı, sevgi, şefkat ve merhamete ihtiyacı vardır. Başkasından saygı bekleyenlerin önce özsaygıya sahip olmaları ve başkalarına saygı duymaları gerekir. İnsanlar arası problemler, kul hakkı ihlalleri, dargınlıklar vb. hep bencillikten ve saygısızlıktan kaynaklanmaktadır. Saygısızlık, öncelikle saygısız açısından ahlâkî bir sorundur. İnsana saygısızlığın temelinde yüksek bir kibir mevcuttur. Kibir ise manevî kalp hastalıklarındandır. Bu sebeple ortada dinî ve ahlâkî bir sebep olmadıkça hiç kimse saygısız bir söz ve davranışı hak etmemektedir.
Masum olan her insan saygıya layıktır, bununla birlikte aile büyüklerinin, öğretmenlerin ve bilim insanlarının, kamu hizmeti yürütenlerin (imam hatip, doktor, hemşire, polis vd. meslek erbabının) ve âlimlerimizin saygıda önceliği vardır.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarHoşgörü, ailede ve içinde yaşadığımız sosyal çevrede hayatın akışı içinde cereyan eden fakat pek de tasvip etmediğimiz ifade ve olayları olgunlukla karşılamak ve en uygun tepkiyi vermektir. Hoşgörü, k...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Kıymetli okurlarımız, sekiz yıldır Rabb’im benim dünya hayatımı inanılmaz güzel bir lütufla rızıklandırdı: Öğretmenlik mesleğiyle, ortaokul matematik öğretmenliğiyle... Şüphesiz, bu O’nun cömertliğind...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Gelenek ve görenekler; toplumda asırlardır yapılagelen, toplumun çoğunluğu tarafından benimsendiği için kuşaktan kuşağa aktarılan, bireyleri psikolojik olarak uymaya zorlayan, uymayanı ayıplayan kültü...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Canlı anlamına gelen hayvan, üç canlı türünden (insan, hayvan, bitkiler) biridir. Hayvanların, Dünya üzerinde bölgeye ve iklime göre on binlerce türü mevcuttur. Her işi bir hikmete binaen olan Allah’ı...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL