Ziyâretçilerin Kaleminden Hulûsi Efendi'nin Yapıcı Tavırları
Tasavvufî düşüncede, “Allah’ın emirlerine riâyet, yaratıklarına şefkat”, bir diğer ifadeyle, “Allah’a kulluk, kullara insâniyet” ilkesi önemli bir yer işgal eder. Bu maksatla “insan eğitimi”ne büyük önem verilir. Bu noktada “insân-ı kâmil” yetiştirmek tasavvufun ana gayesidir.
Tarîkat ve tasavvufun temel amacı terbiye ve irşâdı gerçekleştirmektir. Tasavvuf yolunda mürşidin önderliğinde yürünür. Gönül eğitimi bir usûl dairesinde yapılır. İlk kez Türk asıllı bir tarîkatın kurulmasına öncülük eden Orta Asya kökenli Ahmed-i Yesevî, pir eteğini tutanın ve hizmet edenin yolda kalmayacağını beyan eder:
"Pîr etegin muhkem tutup hizmet kılgıl
Hizmet kılgan hergiz yolda kalganı yok"
Yesevî, şeyhi şeytan olanların yarı yolda kalacaklarına inanır. Yine Ahmed-i Yesevî’ye göre insan hakîkati kendi başına bulamaz. Bu yolda mutlak bir mürşid ve rehbere ihtiyaç duyulur. Çünkü ona göre bu yol gerçekten çok çetin ve engebelidir:
"Mürşidlerni hizmetini kıl ihtiyâr
Özlükümdin yolğa kirdim dime zinhâr
Yahşı bilseng tarîkatnı hatarı bar
Kılavuzsız işbu yoğla kirmeng dostlar"[1]
Hz. Mevlâna, manevî yolculuğa çıkma irâdesi gösteren kimsenin mutlaka bir yol göstericiye ihtiyacı olduğunu beyanla, perişan adamın ya kendi gemilerine binmelerini ya da gemisini mürşidin gemisine bağlamasını istemektedir.[2]
Hacı Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Özel Kitaplığı Ziyâretçi Özel Defteri’ne duygularını yazan bazı ziyâretçiler, Hulûsi Efendi Hazretleri’nin gönülleri irşâdından şu satırlarla bahsederler:
“Muhterem Efendim,
Fani dünyanın gerçeklerini sizin gibi muhterem erenler sayesinde anlıyoruz. Sizlerin varlığı ve sizleri düşünmek bizleri hep iyiye, doğruya ve güzele sevk etti. Doğru olan her şeyi çevrenizle birlikte sizin gibi büyük mürşidlerden öğrendik.
Cenab-ı Allah sizin gibi büyük erenleri aramızdan yok etmesin. Ne mutlu sizin gibi olup, yaşayıp, sizin gibi düşünenlere. Korkularımızın gerçek olmaması dileğiyle saygı ve hürmetlerimle ellerinizden öperim.
20.12.1989
Durmuş Ali Zor
Sağlık Bakanlığı
Ana Çocuk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Müd. Yrd.”
Kaynağı itibariyle Kur’an ve Sünnet referanslı bir ilim dalı olan tasavvuf, insana bütün mahlûkatıyla âlemin kendi emrine verildiği “halîfe” sıfatını hâiz, eşref-i mahlûkât olabilme gaye ve imkânını sunar. Bu perspektiften bakıldığında, İslâm tefekkür tarihi semâsını tezyîn eden en parlak yıldızların, tasavvuf deryâsından en azından bir katre tatmış olduklarını görmekteyiz.
Abdülehad Nuri Efendi’ye göre, evliyâullah üç mertebe üzeredir. Bunlar ahyâr, ebrâr ve şuttâr’dır.
Ahyâr: Bunlar, duâ ve ibâdet ehlidir. Ancak bunlar mürşid olamazlar. Şerîat üzeredirler.
Ebrâr: Ehl-i rızâ olup, âdâb-ı şerîat ve tarîkat üzeredirler. Tarîkatın gereği esmâ-i seb‘a mertebelerini tekmîl etmiş, riyâzât ve mücâhedelerle ahlâklarının güzelleştirmişler ve böylece tarîkat mertebesinde mürşîd-i kâmil olmuşlardır. Bunlar mahbûbu’l-kulûbdurlar ve irşâdları âlem-i melekûta kadardır.
Şuttâr: Bunlara, “Ricâlu’llâh” da denir. Bunlara velâyet bâliğ ve vâsıl olmuştur. Rakkiyyet-i nefsten ve hürriyet-i velâyet ile ber-murâd olmuşlardır. Zâhirde bâliğ olup, “Ricâl”den olmayanlardan veled gelmediği gibi, bunlar dahi bülûğ-i ma’nevî ile “Ricâlu’llâh”dan olmadıkça müridlerinin kalbinde tasarruf edip, veled-i kalb hâsıl edemezler.
Şuttârın da üç mertebe olduğu belirtilir. Bu hiyerarşi, evliyâların kendi aralarındaki olgunluk farklılığını gösterir. Buna göre şuttârın özellikleri şöyledir:
Birinci Grup: Bunlar envâr-ı Zât ile müstağrak olmuş ve böylece kendi hâllerine teveccüh ile ağyârdan tamamen ilgi ve alâkalarını kesmişlerdir. Halk ile ülfet ederler, ehl-i rızâdırlar.
İkinci Grup: Mürşid-i kâmil ve aynı zamanda mükemmildirler. Bunlar istîdât sahibi olan sâlikleri, veled-i kalb hâsıl edip, kemâle erdirirler. Ancak istîdâdı olmayanlara etkileri olmaz.
Üçüncü Grup: Bunlar mürşid-i ekmeldirler. İstîdât sahiplerini kemâle erdirir, kemâl ve hâl sahibi etmeye yardımcı oldukları gibi, istîdâtı olmayanlara da yardımcı olurlar. Allah’ın izni ile dilekleri yerine gelir.[3]
Hulûsi Efendi Hazretleri’nin kemâle erdiriciliğinden bahseden satırlar ise şu şekildedir:
“Muhterem Hocam Hulûsi Ateş Efendi’yi bugün ziyâret ettiğim için çok bahtiyarım. Allah’tan niyazım beni de tasavvuf yolunda kemâle erenlerden bir kul etmesidir. Bu yolda Muhterem Hulûsi Hocamın himmetlerini ve dualarını beklerim.
29.08.1985
Dr. Sezai Kurtaran
K.Maraş Sağ. ve Sosyal Yrd. Müdür V.”
“Çok Kıymetli Hocamız H. Hulûsi Ateş’i ziyâret etmiş olmanın huzurunu duyuyor, kendilerinin İslâm dinine hizmetlerini saygı ile izliyorum.
Allah’tan hizmetlerinin devamını diler, sağlıklı uzun ömür geçirmelerin arzu ederim.
Kendilerine sonsuz saygı ve hürmetlerimi arz ederim.
03.10.1986
Op. Dr. Faruk Ortaköylüoğlu
Malatya Devlet Hastanesi Ortopedi Müthessasısı”
“Çok Muhterem Büyüğümüz Saygıdeğer âlim, irfan sahibi, değerli insan Hacı Hulûsi Efendi’yi tanımaktan büyük bahtiyarlık duydum. Meclisinde bulunup nasiplenmek kısmet oldu. Çok değerli zat-ı muhteremin ziyâretçi defterine yazmakla onurlandım. En derin saygı ve hürmetlerimle.
09.10.1986
Dr. Arif Uğuz”
Fetih Sûresi’nin 29. âyetinde mealen: “Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir.” buyurulmaktadır. Muhabbet ehli kulların yüzünde secde izi vardır. Zira onlar dünya ve âhiret için değil, sadece Allah için, dini sadece O’na has kılarak secde ederler. Yüzlerindeki sarılık Allah korkusunun işareti sayılmıştır. Yüzlerinin parlaklığı sâlih amellerinin eseridir.
Abdulaziz Mekkî demiştir ki; “Onların yüzlerindeki bu iz zayıflıktan veya yüzlerinin sararmasından değildir. Ancak o, ibâdet ehlinin yüzlerinde ortaya çıkan bir nurdur. Onların iç âleminin dışarıya yansımasıdır. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin simasının ve ahlâkının görüştüğü insanları olumlu yönde nasıl etkilediğini beyan eden satırları bu arada zikredelim:
“Muhterem Hocam
Anadolu evliyâlar, enbiyâlar yatağı.
Darende’de Anadolu kültürünün, medeniyetinin bir parçasını bağrında taşıyor.
Hocam Hacı Hulûsi Ateş’in nurlu yüzü, elleri, siması, imanı derinden etkileyen maneviyat pınarı. Bu pınardan su içmeyi tüm Allah dostlarına nasip etsin.
Duanızı eksik etmeyin hocam.
Allahaısmarladık.
11.11.1988
Dr. Abdülkerim Kılıç”
“Çok Muhterem Efendi Hazretleri,
1955 yılında Sivas’ta zât-ı âlînizi Efendi Hazretleri İsmail Hakkı İhramcızâde’nin huzurunda tanımış, o günden beri gönülden ve mânen bağlı olduğum ve daima saygı ile andığım zât-ı devletinizin ziyâreti bizlere nasip olduğu için şükürler olsun.
Dualarınızı bekler, Cenab-ı Allah’tan sağlıklı bir ömür ihsan etmesini niyaz ederim. Hürmetlerimle.
28.09.1988
Dr. Mahir Boydak
Ceyhan Belediye Başkanı”
Tasavvuf ve tarîkat geleneği diğer pek çok dinî ve kültürel değerler gibi Anadolu insanının dinî yaşantısında, sosyo-kültürel hayatında, mâneviyat ikliminde inkâr olunamaz tesirler tevlit etmiştir.
Alparslan ile Malazgirt’ten başlayan fetihlerle Anadolu Türk yurdu hâline gelmiştir. Böylece, “Horasan Erenleri” veya “Kolonizatör Dervişler” olarak anılacak bir gönül ordusu Anadolu’ya yayılmaya başlamış ve Selçuklu sultanlarının hoşgörü ve himâyeleri ile Anadolu’da İslâm’ın müesseseleşip kalıcı bir yapı hâline gelmesinde ve bu yeni yerleşim alanında sosyal bünyenin kaynaştırılıp bir sevgi medeniyetinin tesisinde, gönüller sultanı mutasavvıfların büyük rolü olmuştur.[4]
“14.09.1989
Küçüklüğümden beri gerek ismini duyarak, son yıllarda da müsbet çalışmalarına şahit olduğum büyük din adamı İslâm düşünürü ve medenî anlayışlı Sayın Hacı Hulûsi Ateş Hocamızı evinde ziyâret etmekten büyük mutluluk duydum. Gerek din, gerekse çağdaş yeniliklerde öncü olan büyüğümüzün kütüphanesini, koleksiyonlarını görünce kendisine olan hayranlığım bir kat daha arttı.
Kendisine sağlıklı uzun ömürler diler, din ve çağdaş çalışmalarında daha uzun yıllar öncülük etmesini dilerim.
Dr. Mehmet Bozdoğan
Röntgen Mütehassısı, Ankara”
Kur’ân-ı Kerim’in bir metodu olan, güzel ahlâkı, adâleti, aile yaşantısı, hoşgörüsü ve sosyal ilişkileri ile peygamberler gibi topluma pozitif; fir’avunlar gibi zülüm, haksızlık ve inkârlarıyla negatif örnek teşkil eden kişilerin hayat hikâyelerinin anlatılması, tasavvuf tarihi açısından da büyük önemi hâizdir. Mutasavvıflar, tasavvufu İslâm’ın azîmetle yaşanması şeklinde yorumladıklarından dolayı, yaşantılarıyla örnek olan tarîkat kurucuları başta olmak üzere, büyük sûfîlerin hayatları örnek alınmıştır.[5]
Tasavvufî eğitimde, tekke gibi yerlerde gerçekleştirilen yaşayarak öğrenme, tecrübe, gözlem ve kendisini her bakımdan yetiştirmiş bir mürşide ilk başta tam teslimiyet ve sonra “fenâ fi’ş-şeyh” şeklinde ortaya çıkan örnekleme metotları önemli yer tutmaktadır. Genel eğitim açısından ise, çocukların ilk yıllarda, bilinçli olmaktan ziyâde, etrafında gördüklerini tekrar ve taklitle davranışlarını şekillendirdiklerinden dolayıdır ki, karşılarındaki bir “örnek insan” modelinin varlığı büyük önem arz etmektedir.[6]
1989 yılındaki bir ziyâretçinin deftere yazmış olduğu şiirin satırlarına baktığımızda Hulûsi Efendi Hazretleri’nin örnekliğini, ismiyle müsemmâ samimiyetini, hikmetli sözlerinin ve davranışlarının tesirini ifade ettiğini beyan eden satırlarla yazımızı tamamlayım:
“25.11.1989
Pek Muhterem Hacı Hulûsi Ateş Hazretleri’ne en ederin saygılarımla, naçizane;
Bu ev, bu eserler ve bu yücelik
Huşû uyandırdı hep bende Hacım
Bütün ülkemizde bir sembol dolmuş
İsminle beraber Darende Hacım
Şevk vermiyor bize hiçbir bencil iş
Bir Ateş bulduk ya ey gönül yan, piş
Var olmak sırrının hikmeti neymiş
Bir daha anladım sayende Hacım
Prof. Dr. Aydoğan Albayrak”
“Aziz ve Muhterem Şeyhim,
Mübarek şahsınızı ziyâret ve bulunduğunuz ortamın havasını teneffüs etmekten son derece bahtiyarım. Dualarınızı bizlerden esirgememeniz ümidiyle ellerinizden öper, sağlık ve uzun ömürler niyaz ederim. Hürmetlerimle.
Op. Dr. Mustafa Çıkmaz
25.11.1989”
[1] Kemal Eraslan, Divanı Hikmetten Seçmeler, KB Yayınları, Ankara 1983, s. 178.
[2] Ömer Yılmaz, “Tasavvufi Düşüncede Mürşidin İnsan Yetiştirmedeki Rolü”, “Hz. Peygamber ve İnsan Yetiştirme Düzenimiz” Sempozyumu, (18-20 Nisan 2014) Erzurum, DİB Yay, 2015, s.655.
[3] İbrahim Baz, Abdülehad Nûrî-i Sivâsî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2004, s. 332-333.
[4] Mehmet Akkuş, “Tasavvufun Anadolu’ya Girişi ve İslamlaşmada Rolü”, Tanımı Kaynakları ve Tesirleriyle Tasavvuf, Haz.: Coşkun Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul, 1991, s. 135.
[5] Baz, a.g,e., s. 94.
[6] Baz, a.g,e., s. 72.
Musa TEKTAŞ
YazarBuyruk geldi Mehmet Han’dan erlere:Zafer kapısını açmalı bugün.Yağ dökülsün, gül dökülsün yerlere,Gemiler karadan geçmeli bugün.Beyaz at üstünde ışıktan dehâ,Boyun büküp dua etti Allah’a.İmanla, aziml...
Şair: Bestami YAZGAN
Tasavvuf ehli zikri; ruhlar yaratılırken “elest bezmi”nde Allah’a söz verenlerin bu dünyada hatırlanması olarak tarif ederler. Çünkü Cenâb-ı Allah, âyetlerde insanı hatırlamaya davet etmektedir. İnsan...
Yazar: Musa TEKTAŞ
“Derdi aşk olanın” çok olur derdiAşkla olgunlaşır, sevdanın merdiYürektir âşığın, mekânı, yurduDile gel ey gönül, dile gel heleBülbülün çilesi, güldendir derlerAşk aşksa gönülden, dökülür kirlerNâr il...
Şair: Celalettin KURT
Yüce Allah, Hûd Sûresi 112. âyette şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir....
Yazar: Mehmet SOYSALDI