İbn-i Haldun’un Mukaddimesi'nde Toplum Hayatı
İbni Haldun, İslâm dünyasının din ve toplum problemleri üzerinde duran, sosyolojik değerlendirmeye tabi tutan düşünürlerin başında gelir. 1332-1406 yılları arasında Endülüs’te yaşamış, Tunus’lu bir Arap ailesine mensup olan İbni Haldun, tarihçi, sosyolog ve filozoftur. Eğitimini Tunus ve Fas medreselerinde dinî bilimler, hukuk, mantık, edebiyat ve matematik öğrenerek tamamlamış, genç yaşında siyasî ve idarî hayata atılmıştır.
Tarih felsefesinin ve siyaset sosyolojisinin öncüsü olan İbni Haldun’un eserlerinde, siyaset, iktisat, kültür, din, şehircilik, müzik, mantık, demografi ve coğrafya gibi alanlara kadar uzanan çeşitli modern görüşlerin ilk işaretlerine rastlamak mümkündür. Bu durum; onun yaşadığı sosyal ve siyasî ortamın bütün özelliklerini kavraması, sosyal olay ve olguları gözlemleyip anlayarak açıklamaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Şimdi İbni Haldun’un eserleri doğrultusunda incelemeler yapalım.
Kitabü’l-İber: Üç kısımdan oluşan Kitabu’l-İber’in birinci kısmı tarih felsefesi, sosyoloji ve din sosyolojisi ile ilgili görüşlerin yer aldığı Mukaddime'dir ki eserin giriş kısmını oluşturur. İkinci kısım Arap, Süryanî, Keldanî, Kıptî, İran, Yahudi, Yunan, Roma ve Türk tarihlerini inceleme konusu yapmaktadır. Üçüncü kısım ise Kuzey Afrika milletleri ve özellikle Berberilerin tarihini incelemektedir.
İbn Haldun’a göre, tarih, insanı ve onun toplumsal hayatını içine alan büyük ve geniş bir disiplindir. İbni Haldun kendisine kadar gelen geleneksel hikâyeci tarih anlayışından ayrılmakta ve yeni bir bilimin temellerini atmaktadır. Bu yeni ve bağımsız bilimin konusu insan medeniyeti ve insan toplumunun incelenmesidir.
İbni Haldun'un tarih anlayışı onu “Ümran” fikrine götürmektedir. Sosyolojide bu kavramın karşılığı kültür ve medeniyettir. O bu kavramdan ne anladığını Ümran’ın ne gibi tarihî ve coğrafî esaslara dayandığını; göçebelik ile hadarîlik yani yerleşik hayat, şehirlilik, medenîlik, durumlarında ne gibi şekillere büründüğünü ayrı ayrı açıklamaktadır.
Özetle belirtmek gerekirse, İbni Haldun’un Mukaddime’sinin her bir bölümü bir veya birkaç farklı sosyoloji dalına ayrılmıştır. Mukaddime’nin tamamında din sosyolojisinin çeşitli konularının yer aldığı görülmektedir. Sosyal bilimleri ve genel sosyolojinin esaslarını ortaya koyduğu anlaşılan İbni Haldun’un, bu yeni bilimin konuları arasına dinin sosyolojik açıdan incelenmesini de dâhil etmesi din sosyolojisi açısından çok önemlidir.
Ümran: İbni Haldun’a göre tarih, insanı ve onun toplumsal hayatını anlatan, büyük ve geniş bir bilgi disiplinidir. O, bu tarih anlayışıyla, kendisine kadar devam eden hikâyeci, rivayetçi tarih olarak bilinen geleneksel tarih anlayışından ayrılmakta, tarihi yeniden ve geniş olarak tanımlamakta, böylece aslında yeni bir bilimin temellerini atmaktadır.
İbni Haldun’un Ümran kavramıyla anlattığı, bugünkü sosyoloji bilimidir. Sosyolojinin yaptığı gibi toplum ve toplum olaylarının ele alınıp incelenmesi, özelliklerinin tespiti, bu özelliklerine göre sınıflandırılmaları, değişmelerin ve sebeplerinin araştırılması bu bilim dalının görevi olmaktadır. İbni Haldun, insanın sosyal bir varlık olduğu, yalnız başına yaşayamayacağı fikrini ifade ederek, toplum hâlinde yaşamanın zorunluluğundan söz etmektedir. Zira Allah, insanı, gıdasız yaşayamayacak şekilde yaratmıştır.
İnsan, bu ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. O birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için, yakınlarıyla dayanışma içerisinde olmak zorundadır. Toplumsal hayat olmaksızın insan, ne varlığını garantiye alabilir ne de Allah’ın dünyadaki halifesi olarak ilâhî planı gerçekleştirebilir. İşte bu birlikte oturma ihtiyacından, devlet ve hükümdarın zorunluluğu fikri ortaya çıkar. Bu sebeple bir iktidar etrafında toplanmak da zorunlu olmaktadır.
Toplum ve Devlet İlişkisi: İbni Haldun bugünkü sosyolojik bilgilere uygun olarak toplum ve devleti birbirinden ayrı varlıklar olarak ele alır. O’na göre toplum, insanların birbirine muhtaç olması gibi, doğal bir zorunluluktan doğduğu hâlde, devlet, bireyi, diğer bireylerin saldırı ve zulmünden korumak için kurulmuştur. Kişinin silahları onu yabanî hayvanlara karşı koruyabilir. Fakat o, diğer insanlar aynı silaha sahipse, onlara karşı kendini nasıl koruyacaktır?
Bu durumda toplum düzenini sağlayan hükümlere ve yasalara ihtiyaç vardır. İnsan için hem diğer insanların özgürlüklerini ve haklarını koruyan bir kurumun varlığı, hem de onun kurallarına uymak, bir zorunluluktur. İbni Haldun’a göre; toplu hâlde yaşayan arı ve çekirgelerde hükmetme ve emre uyma özelliği görülürse de, bu tamamen bir içgüdünün eseridir. İnsanlardaki ise aklın ve yaratılıştan gelen kabiliyetlerin bir sonucudur.
Toplum ve Coğrafî Şartlar: İbni Haldun, coğrafî şartların, toplumların hayatı üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bildirmektedir. Bu görüşünü ispat edebilmek için dünyayı yedi iklim bölgesine ayırmış, toplumların, bu iklimlere göre gelişmişliklerini değerlendirmiştir. Ona göre coğrafî faktörün etkisi, sadece fizikî şartlar üzerinde değil, aynı zamanda kabiliyetler, dinî-ahlâkî-manevî hayat üzerinde de görülür.
Dünyanın yedi iklim bölgesinde Ümran’a en elverişli bölge, aynı zamanda din bakımından en büyük ve ilâhî dinlerin doğuşu konusunda da en elverişli bölgedir. Bu bölgelerden uzaklaştıkça, dinin büyüklüğü ve dindarlığın kalitesinde de bir zayıflama görülür. Yani Ümran’a elverişli olmayan bölgelerin dinlerinin kalitesi de düşüktür. Büyük dinler ve peygamberler, Ümran’a en elverişli bölgelerde ortaya çıkarlar. Toplumlar ve devletlerarasındaki gelişmişlik farkları da, coğrafî farklılıklardan ileri gelir. Ekonomik şartların da, toplumsal, hatta manevî-dinî hayat üzerinde çok büyük etkisi vardır.
Büyüme, Gelişme ve Yok olma: İbni Haldun, toplumların da, insanlar gibi, doğup, gelişip, büyüyüp, yok olduklarını savunmaktadır. Bu görüş, onun tavırlar teorisine dayanmaktadır. Aynı toplum içinde hadarî ve bedevîler arasında nasıl devamlı bir mücadele varsa, toplumlar arasında da egemenlik mücadelesi vardır. Bu mücadelede bir toplum ya da kavim, diğer bir toplum ya da kavime karşı üstünlük sağladığında, üstün olan toplumun egemenliği başlar. Böyle bir toplumun doğmasından sonra başlayan süreç içinde toplumlar beş tavır aşamasından geçer.
Zafer, otorite, refah, barış ve israfın ardından toplum çöker. Her toplum, zorunlu olarak bu beş tavrı yaşar. Bu tavırların sonunda toplumların çökmesi, insan iradesiyle engellenemez. Çöküşün temel sebepleri: İsrafın artması, manevî-kültürel öğelere önem verilmemesi, toplumun temel dinamiklerinin bozulması, ekonomik sıkıntıların artması, güven duygusunun azalması, sosyal istikrarın kaybolması…
Asabiyet: İbni Haldun’a göre toplumda Ümran’a kavuşmuş medenî halk kesimleriyle, bunların yerine geçmek isteyen bedevîler arasında büyük bir mücadele vardır. Bu mücadelede üstünlüğü ele geçirmede rol oynayan güce asabiyet denir. Asabiyet, insanlar arasındaki kan bağı sayesinde ortaya çıkan doğal ve organik bağlılıkla birlikte her türlü manevî ve dinî bağlılığı da içine alır.
Ona göre bu bağlar içinde dinî bağ, bir toplumun bütünleşmesinde çok önemli bir rol oynar. Ayrıca bu bağ, toplumdaki yöneticilerin ayakta kalmalarını sağlar. Bu sebeple, dinî bağla desteklenen asabiyet, bir toplumun enerji kaynağıdır. Fakat bu asabiyetin ömrü, sosyal şartlara bağlıdır. İbni Haldun, asabiyeti, sebep ve nesep asabiyeti olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Nesep asabiyeti; aynı soya mensup olmaktan doğan beraberlik hâlidir. Sebep asabiyeti aynı kültür ortamında yaşamaktan doğan ve sonradan elde edilen beraberliktir.
Aklî Bilimler: İbni Haldun, Mukaddime’de aklî bilimlere fazlasıyla yer vermiştir. Ona göre insanın toplumsal çevresi ile ilişkilerini düzenleyen akıldır. Toplumda işler akıl ile düzenlenir. Fakat toplumsal kurallar, insanların birlikte yaşamasının sonucu olarak ortaya çıkar. O, aklî bilimlerin gelişimini, sosyal, kültürel ve ekonomik faktörlere bağlar. Ayrıca İslâm’ın ortaya çıkışından önceki Fars ve Rum Bölgelerinde, diğer ülkelerde bilimlerin gelişmiş olmasını medeniyet, kültür ve devlet faktörlerine bağlar.
Müslümanların aklî bilimlere nasıl geçtiğini de anlatır. Müslümanların, ilk zamanlarda sade bir hayata sahip olduklarını, devletin güçlenmesi ve istikrarı sağlamasının ardından aklî bilimlerin zorunlu hâle geldiğini belirtir. İbni Haldun, Abbasilerin özellikle Halife Me’mun Dönemi’nde, aklî bilimlerin zirveye çıktığını ifade ederek bu durumun, dönemin kültür ve medeniyetinin gelişmesi ile paralel yürüdüğünü vurgulamakta ve bilim ile Ümran arasında zorunlu bir ilişki kurmaktadır.
Nakli Bilimler: İbni Haldun nakli bilimleri, Kur’an’a ve sünnete dayandırmıştır.
Sonuç: Değerlendirmeye tutulduğunda içerisinde çok boyutlu olarak öğreticilik içeren ve ilmi yönlendirmeler yapan Mukaddime her şeyden önce tarihte bir usul anlayışını ortaya koyar. İbni Haldun’a göre sıradan, hiçbir eğitim almayan hatta umursamaz kişilerin bile öğrenmek için heveslendikleri tarih ilmi aslında hiç de basit bir ilim değildir, anlaşılması derin bir vukûfiyet ister.
Öyle ki bu ilmin sahip olduğu değer insanlara bakış açısı ve ufuk derinliği katması bakımından çok kıymetlidir. İbni Haldun’un muhteşem eseri Mukaddime’nin belki de en güzel ifadesi kendisini Cemil Meriç’te bulur şu ifade ne kadar güzel tanımlar: “Bazen revak saraydan daha muhteşem. İbn Haldun'un Mukaddime’si gibi…”
Günümüzde değerlendirmeye tutulduğunda tüm insanların okumasının gerektiği bir eserdir. Hayat ve hakikat ilişkisini en güzel boyutuyla anlamamızı sağlar. Hayat ve hakikate bakış tarzı ve ufuk derinliği kazandırır. Bu ise reel ve rasyonel anlamda okuyucunun idrak ve irfanına bağlıdır.
Dipnotlar
Resul KESENCELİ
YazarEvliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul’u Seyahatname isimli eserinde anlatırken Ayasofya’nın Sırları ve gizemlerini yazmıştır. Biz de bu eserde anlatılanları bu yazımızda ifade etmeye çalışacağız.Seyah...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ayasofya... Hem herkese ait hem hiç kimsenin... Bin 500 yıllık mabedin korosu ilk günkü gibi renkli ve İstanbullu. Bu dünya mirasını ayakta tutan sadece teknik öğeleri değil Bizans'ın ve Osmanlı'nın m...
Yazar: Yusuf HALICI
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ
Beyit:Seni sevmek imiş âlemde her zevk u safâ ancak Senin derdine dûş olmak imiş derde devâ ancak(Dünyadaki her zevk ve sefâ ancak seni sevmekle olurmuş. Dertlere devâ bulmak da ancak senin derdine o...
Yazar: Resul KESENCELİ