Sûfîlerin Örnek Nesil Olarak Sahâbe-İ Kirâma Bakışı
Şems-i Sivâsî (1007/1597), velûd bir İslâm âlimi ve Hakk’ı gönüllere nakşeden bir gönül eridir. Osmanlı’nın muhteşem yüzyılı olarak adlandırılan XVI. yüzyılda yaşayan bu gönül eri, eserleri, yetiştirdiği talebeleri, vaaz ve irşad faaliyetleriyle dönemine damga vurmuş müstesna isimlerden biridir. Tespit edilen yirmi dört eseri, hilafet görevi verdiği yirminin üzerindeki halifesi, Sivas/Meydan Camii ve Sivas’taki Şems Dergâhında gerçekleştirdiği vaaz ve irşad faaliyetleriyle döneminin tesirli simalarından biri olmuştur.
O, Sahn-ı Seman Medresesindeki müderrisliği, Şam ve çevresindeki ilmî gayretleri, Tokat ve Sivas’taki icraatları ve nihayet âhir ömründe katıldığı Eğri Kalesi’nin fethi ile Osmanlı idarecileri ve halkı üzerinde derin izler bırakmıştır.[2]
Sivâsî, yaşadığı dönemde gözlemlediği aşırılık ve sapkınlıkları ilmî birikimi ve manevî hassasiyeti ile düzeltme adına yazdığı kitaplar ve işin doğrusunu gözler önüne serme gayretiyle bu yanlışları gidermeye çalışan bir şahsiyettir.
Kendisinin bir mürşid-i kâmil olarak bu seçkin makamı dünyevî çıkarları için çeşitli kılıflar altında istismar eden kimselere/müteşeyhilere, onların etrafında bilgisizliklerinden veya dünyevî çıkarları için kümelenen tâbilere ve manevî seyrin değerini azaltıp bu süreci maddî bir kazanç yolu haline getirme sebeplerine dair çeşitli eleştirileri olmuştur.
Sivâsî’nin sırf bu konuya tahsis ettiği eseri “İrşâdü’l-avâm” adını verdiği çalışmasıdır.[3] Bu çalışmada Sivâsî’nin manevî yolculukta müteşeyyihlerin ve onlara tâbi olanların en büyük çelişkilerinden biri olan Hz. Ali özelinde sahâbe-i kirâma bakışlarındaki çarpıklıklara dâir görüşleri dile getirilecektir.
Şems-i Sivâsî “İrşâdü’l-avâm”da velâyetin menbaı olan Hz. Ali’yi sevdiğini, onun yolundan gittiğini ve bu nedenle ibadeti terk edip birtakım kimselere bende olduğunu ifade eden aldanmış bir zümreden bahsetmiştir. Ona göre bu zümre, itikâdî, amelî ve ahlakî birçok handikabın içerisinde kıvranan cahil ve gaflet ehli kimselerden müteşekkildir.
Sivâsî, dünyevî çıkar beklentisi ve nefse hoş geldiği için aldanma psikolojisi ile hareket eden bu zümrenin dine ve hayata hastalıklı bakış noktalarından birinin de sahâbe-i kirâma olan bakışlarındaki çarpıklık olduğunu söylemiştir. Ona göre, Hz. Ali’yi, Seyyidleri ve sahâbe-i kirâmı sevmenin yolu, onların yollarını benimsemek, din için candan vazgeçmek, canlı bir ibadet anlayışına sahip olmak ve onlar gibi güzel ahlak ilkeleri ile bezenmekten geçmektedir.
Sivâsî, “Hz. Ali’yi, Seyyidleri ve sahâbe-i kirâmı seviyorum.” deyip kötü söz söyleyen, ibadetten kaçan ve dünyevî beklentiler peşinde koşanların ikiyüzlü ve samimiyetsiz kimseler olduğu kanaatindedir. Sivâsî,
"Muhib sevdiğinin yoluna gider/ Ne ettiyse bu dahî ânı eder
Oları sevenin vardır nişânı/ Olur abdest yeri cümle nûrânî
Alî etti mi la’net çâr yâra/ Niçin siz söğdünüz ey yüzü kara
Olarda yoğ idi kibr ü adâvet/ Nifâk ü buğz u la’n etmekte âdet[4]
mısralarında bu hakikatleri dile getirmiştir.
Sivâsî, Hz. Ali üzerinden sahâbe-i kirâma çarpık bir bakış açısına sahip olan bu zümreye Hz. Ali’nin hâlini hatırlatarak eleştirilerde bulunmuştur. O,
Alî asla yememiştir harâmı/ Nice oğlu olursun ey harâmî
Alî nâmahremi görse kaçardı/ Senin gözün zinâ suyun saçardı
Alî hiç çözmedi kuşak zinâya/ Zinâda sen seni verdin hebâya
Alî ehlini göstermezdi gayra/ Senin ehlin verirdi gayra behre
Alî hiç söğmedi ağza îmâna/ Bunu vird edip düştün ziyâna
Alî saldı dîn için Zülfikâr’ı/ Ânınla açtılar dâr u diyârı
Alî söylememişti hiç yalanı/ Düzüp sen halka söyler idi ânı[5]
dizelerinde Hz. Ali özelinde sahâbe-i kirâmın haram yemeyen, namahremden sakınan, zinadan uzak duran, namusuna sahip çıkan, kötü söz söylemeyen, Allah yolunda cihâddan geri durmayan ve asla yalan söylemeyen yapılarına dikkat çekmiştir.
Şems-i Sivâsî, bir mü’minin daha da özelde bir mürîdin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dostları olmaları nedeniyle sahâbe-i kirâma muhabbetinin ezelden süregelen bir sevgi olması gerektiğini, onları sevmeyenlerin onlardan uzak olduklarını ve din yoluna can veren bu seçkin neslin imân ehli tarafından sevilmemesinin hiçbir izahının olmadığını şu şekilde ifade etmiştir:
İlâhâ çâr yârin biz ezelden/ Muhibbiyiz severiz cân ü dilden
Resûl’ün çünkü anlar dostlarıdır/ Oları sevmeyen andan berîdir
Olar da dîn yoluna verdiler cân/ Nice sevmez oları ehl-i imân[6]
Şems-i Sivâsî, sahâbe-i kirâmı sevmemeyi nifak alâmeti olarak görmüş ve Hz. Peygamber (s.a.v.) Dönemi’nde sahâbeyi sevmeyen münâfıkların olduğunu belirterek bu düşüncesini temellendirmiştir. Sahâbe-i kirâmı sevmeyen veya onların aleyhinde olanların o dönemden kalan şaşkın bir zihniyetin devamı olduklarını belirten Sivâsî, bu sapkın kesimden olmaktan ve onların şerlerinden Allah’a sığınmıştır.[7] O, din yolunun rehberi olarak gördüğü sahâbe-i kirâm ile haşr olunmak ve onların sevgilerinin gönüllere nakşedilmesi, bir an olsun onlardan ayrılmamak için Cenâb-ı Hakk’a ilticada bulunmuştur.[8]
Sivâsî, sahâbe-i kirâmın Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mahremi, İslâm dininin savunucuları, zor zamanlarında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve İslâm’ın yardım edicileri olduklarını, yine o kutlu neslin Hz. Peygamber (s.a.v.) için vatanlarından geçtiklerini, ailelerini ve evlatlarını terk ettiklerini, dünyada vahyin emini ve İslâm’ın koruyucuları olduklarını, din için hicret ettiklerini, küffâra karşı duruşları sebebiyle Kur’ân-ı Kerim’de övüldüklerini,[9] şefkatleri dolayısıyla en hayırlı nesil olarak nitelendirildiklerini ve Hak tarafından isar sahipleri olarak methedildiklerini[10] söyleyerek sahâbe-i kirâmın bir müminin gönlünde ve zihninde olması gereken seçkin konumun gerekçelerini sıralamıştır.[11] Şems-i Sivâsî,
Taâmı az yiyen bunlar değil mi?/ Kelâmı az diyen bunlar değil mi?
Gece ihyâ eden bunlar değil mi?/ Özün ifnâ eden bunlar değil mi?[12]
şeklindeki soruları ile İslâm ahlakının kurucu nesli olan sahâbe-i kirâmın değerini izah etmiştir. O, Kur’ân-ı Kerim’de “sâbikûn”[13] ve “sâdikûn”[14] şeklinde nitelenen sahâbe-i kirâmın içerisinde hayatta iken cennet ile müjdelenenler olduğunu hatırlatarak bu konuda gaflete düşülmemesi gerektiğini söylemiştir.[15]
Şems Efendi, “Mahabbet ehli ol anlara bârî/ Şefâatle ere tâ sana yârî”[16] mısraı ile onları sevmenin onların şefaatlerine kapı aralayan bir bilinç hâli olduğunu da sözlerine eklemiş ve din yolunda olan gayretleri dolayısıyla sahâbe-i kirâm arasında ayrıma asla müsamaha gösterilmemesi gerektiğini ifade edip onlara dua ederek bu konudaki görüşlerini sonlandırmıştır:
Ne denli var ise ger âl ü ashâb/ Muhibbiyiz cemîin şeyh eger şâb
Çü dîn yolunda sa’y ettiler evlâ/ Olardan râzı olsun Hak Teâlâ[17]
SONUÇ
Şems-i Sivâsî, manevî yolculuğun temel esaslarından biri olan şeyh-mürîd ilişkisinde yol gösterici olması gereken ve bu konumu ile kritik konumda önemli bir görev ifa eden mürşid-i kâmillerin özelliklerini ve görevlerini zikretmek için kaleme aldığı “İrşâdü’l-avâm” adlı eserinde sahte şeyhlerin ve cahillikleri veya gafletleri sebebiyle onlara tâbi olanların sıfatlarını detaylı bir şekilde izah etmiştir.
Sivâsî, şeytandan daha fazla ümmete zarar verdiklerini söylediği müteşeyyihlerin/sahte şeyhlerin en belirgin özelliklerinden birinin de sahâbe-i kirâma bakışlarındaki çarpıklık olduğunu söylemiş ve eserinde “Bir gönül insanının sahâbe-i kirâma bakışının ne olması gerektiği?” sorusunun cevabını aramıştır. Ona göre, bir mürşid-i kâmil ve bir mürîd sahâbe-i kirâmı cân-ı gönülden sevmeli ve sevgisinin alâmeti olarak onların yolunu takip etmelidir. Ona göre kişi, onları sevdiğini iddia edip onların yolunu terk ederek hayatını sürdürürse bu, kişinin tutarsızlığını gözler önüne serer ve kişiyi çok tehlikeli noktalara sevk eder.
Sivâsî, sahâbe-i kirâmın İslâm’a hizmetleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e zor zamanlarda olan yardımları, O’nun dostu ve din yolunun rehberleri olmaları, hicreti yaşayan ve İslâm ahlakının kurucu nesli olma özellikleri, Kur’ân-ı Kerim’de övülmeleri ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in onları çok sevmesi gibi özellikleri dolayısıyla sahâbe-i kirâmın sevilmesi ve yollarının takip edilmesi gerektiğini izah etmiştir.
Şems-i Sivâsî’nin bu söylemleriyle sahâbe-i kirâma Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye perspektifinden bakarak, gerçek gönül erlerinin onların yollarını titizlikle takip eden kimseler olduklarını vurgulamaya çalıştığı anlaşılmıştır. Görüldüğü kadarıyla o, sahâbe-i kirâm hakkında parçacı ve suçlayıcı dilin bir kenara bırakılıp onlarla hedef birliği içerisinde Hakk’a vuslat yolunda mesafe kat edilmesi gerektiği şeklindeki tavrını âyet-i kerimeler ve hadîs-i şerifler gibi ilmî deliller ve çeşitli kıssalardan istifade etme şeklindeki vicdanî referanslarla dile getirmiştir.
[1] Sivas İl Vaizi, cinar.fatih.58@hotmail.com
[2] Mehmed Nazmî Efendi, Hediyyetü’l-ihvân (Osmanlılarda Tasavvufî Hayat), Hazırlayan: Osman Türer, İnsan Yayınları, İstanbul 2005, s.315; Mustafa Safâyî, Nuhbetü’l-âsâr min fevâidi’l-eş’âr (Tezkire-i Safâyî), Hazırlayan: Pervin Çapan, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005, s.564; Müstakim-zâde Süleyman Sa’deddîn Efendi, Mecelletü’n-nisâb, Ankara 2000, vr.278a; Bursalı Mehmed Tâhir, Meşâyih-i Osmâniyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, Neşreden: Tüccâr-zâde İbrahim Hilmî, Kütüphâne-i İslâm, İstanbul 1318, s.7-8; Hoca-zâde Ahmed Hilmi, Ziyâret-i Evliyâ, Dâru’l-hilâfeti’l-âliyye, İstanbul 1317, s.91.
[3] Receb-i Sivâsî, Necmü’l-hüdâ fi menâkibi’ş-şeyh Şemsüddîn Ebi’s-Senâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail Paşa, No:694/2, vr.51a; Hüseyin Akkaya, “Şemseddin Sivasî’nin İrşadü’l-Avâm isimli Mesnevisi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 2003, c.VII/II, s.5.
[4] Şems-i Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, Hazırlayan: Hüseyin Akkaya, Sivas Belediyesi Yayınları (Şemseddin Sivasî Külliyatı IX), Sivas2015, s.66-67.
[5] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.63-64.
[6] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.76.
[7] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.77.
[8] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.77.
[9] Burada Şems-i Sivâsî, Fetih suresindeki şu âyet-i kerimeye işaret etmiştir: “Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.” Fetih 48/29.
[10] Sivâsî, şu âyet-i kerimeye atıf yapmıştır: “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.” Haşr 59/9.
[11] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.78.
[12] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.79.
[13] “Muhâcirlerin ve ensarın ilkleri/Sâbikûn ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur.” Tevbe 9/100.
[14] “Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olanlar/sâdıklar işte bunlardır.” Hucurat 49/15.
[15] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.79.
[16] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.79.
[17] Sivâsî, İrşâdü’l-avâm, s.79.
Fatih ÇINAR
YazarHorasan’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin çocuğu olarak 1520 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya gelen Şemseddin Sivâsî, Halvetiyye Tarikatı’nın Şemsiyye Kolunun kurucusu, âlim ve şair bir zattır. ...
Yazar: Hamit DEMİR
Bugünkü gençlik, umutsuzluğun girdabında dönüp durmaktadır.Gençlik, hayatın en kırılgan ve hassas dilimidir. Bu yaştakilerin genelde bir gözü arşta, bir gözü arzdadır. Arştan arza düşse de bunu kendin...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Hayatımızın belli dönemlerinde maziye uzanan bir yolculuğumuz olur, iyi kötü anılarımız göz önüne gelir ve acı tatlı bir tebessüm belirir çehremizde. Tabii mazi kötü anılarla dolu ise biraz daha acı v...
Yazar: Erol AFŞİN
Yüce Allah, Hûd Sûresi 112. âyette şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir....
Yazar: Mehmet SOYSALDI