Kırk Hadis: Allah Yolunun Erleri
40.Hadis
"Ümmetimden beni en çok sevenlerin bir kısmı da, benden sonra gelecek bir kısım insanlardır. Bunların her biri malını ve ailesini fedâ ederek beni görmüş olmayı çok arzu edecektir." [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Bu hadis, Aleyhisselam’dan, ümmetinden kendisini sevenler için bir müjdedir. Çünkü onlar Rasûlullah'ı görmeyi her şeye tercih etmekte, ailelerini ve mallarını onun sevgisi uğruna fedâ etmektedirler. Bu insanlar Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisiyle birlikte fânî varlıklarının dar kalıplarından çıkarlar ve Allah'tan başkasına yer olmayan ilâhî sevgide fenâ olmuş muhabbet ehline katılırlar. Hidâyete ulaştırıp götürecek olan Allah'tır."
Hadisin Yorumu
Sahâbîler Allah Rasûlü’ne, “Anam babam sana fedâ olsun!” diyorlardı. Gerekirse en değerli varlıklarını bile fedâ edebileceklerini göstermiş oluyorlardı. Zaten hayatlarına baktığımızda bunun sözde kalmadığını, malları ve canlarıyla İslâm yolunda her türlü fedâkârlığı gösterdiklerini görüyoruz. Bundan dolayı da hem Rabb’imiz hem de son elçisi ashâbı övmüştür. İkisinin övgüsü varken başkalarının övmesine ihtiyaç da yoktur. Bizim yaptığımız, onların durumunu iyice anlayıp takdir ettikten sonra övmeye mecbur kalmamızdır.
Sahâbe bu konuma Rasûlullah sayesinde çıkmıştır. Lakin Allah Rasûlü de bir beşerdi. Allah’ın kendisine takdir etmiş olduğu ömrü tamamladıktan sonra her fânî gibi o da ölecekti. Zaten âyet bunu önceden belirtmişti: “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.”[2] Bunun anlamı ise onun zamanında yaşayanların bir kısmı ile sonradan dünyaya gelenlerin onun güzel yüzünü görmekten mahrum kalacağıydı. Yani sahâbî olmanın imkânsız olacağıydı. Gerçekten de Allah Rasûl’ünü çıplak gözle görebilmiş olmak bir bahtiyarlıktı.
Her Müslüman Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahâbîsi olamayacağına göre, geriye zamanının sahâbîsi olmak kalmıştır. Bu yüzden şu dönemde yaşayan her Müslüman kendisinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mânevî sahâbîsi olarak kabul etmelidir. İslâm’ın yükü Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında nasıl Rasûlullah ve sahâbîlerin omuzlarında idiyse zamanımızda da biz Müslümanların omuzları üzerindedir.
Dolayısıyla hizmet etme ve Allah’ın dinini yüceltme noktasında sorumluluk açısından değişen bir şey yoktur. Bu sebeple herkes kendi zamanının sahâbîsi olduğu bilincinde olmalı ve buna göre yaşamalıdır. Müslümanlığı yaşamak için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kıyâmete kadar mü’minlerin arasında yaşamasına gerek yoktur. Gerek olsaydı Rabb’imiz ona zaten ebedî ömür verirdi.
Allah Katındaki Değer
Allah Kur’an’da sahâbîleri övmüş, Peygamberimiz de onlara yönelik methedici ifadeler kullanmıştır, ancak bunun anlamı sahâbîlerin Allah katında sırf sahâbî oldukları için üstün tutuldukları değildir. Şüphesiz Allah çok hassas adâlet terazisiyle herkesi kendi konumuna göre hesâba alacaktır.
Kimseye adâletsizlik yapılmayacak ve sırf sahâbî oldukları için de birilerine torpil geçilmeyecektir. Bununla birlikte sahâbîlerin gösterdikleri fedâkârlıklar ile kendi yaşantımızı karşılaştırdığımızda arada ciddî fark olduğunu görürüz ve bunun amel defterine yansıyacağı da bellidir. Dolayısıyla onlara meziyet ve fazîlet kazandıran yaptıkları amellerdir.
Bu gerçek yanında, Kur’ân’da pek çok âyette insanlar sâlih ameller işlemeye, fenâlıklardan kaçınmaya davet edilmektedir. Keza Allah katında itibarın insanın kalbi ve amelleri olduğu belirtilmektedir. Bu sebeple herkese düşen görev, kendi yaşadığı dönem şartları içerisinde iyi bir dindarlık yaşamaya gayret etmektir. Ayrıca Allah kulluğu hakkıyla yaşayanları övmekte ve onlara ihsanda bulunacağı lütufları saymaktadır. Bu mükâfatlar kıyâmete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara yönelik olduğundan gereği gibi dinini yaşayanlar da Rableri katında ikramlara mazhar olacaklardır.
Bu yüzden, Allah’ın sahâbeyi övmesine bakarak, “Bizi öven âyet yok.” demek çok yanlış olur. Kur’ân Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında nâzil olduğundan dolayı İslâm için özveri gösteren sahâbeyi övmesi gâyet normaldir. Rasûlullah’ın vefâtından sonra İslâm adına fedâkârlık yapacakları da isimlerini veya yaşadıkları yerleri belirterek övmesini beklemek işte bu yüzden yanlış olur. O zaman her dönem ve bölgedeki insanlar için âyetler olması gerekir ki, bu Kur’an’ı kendi mecrâsından çıkarmak olur. Bizim burada bakıp ibret alacağımız temel ölçü şudur:
“Allah sahâbeyi niçin övüyor? Sahâbe övülmeyi hak edecek ne işler yapmıştır?” Biz bu sorularımıza cevap aradığımızda önümüze bir fedâkârlık ve kulluk listesi çıkacaktır. Bu listeyi hayatında tatbik etmeye gayret edenler de hiç şüphesiz aynı övgüye mazhar olacaklardır. Çünkü sahâbe nasıl dünya sınavında idiyse bizler de sınavdayız. Dolayısıyla asıl olan İslâm üzere bir kulluk yaşamaktır. Örnek olarak şu iki âyete bakalım:
"Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever."[3]
"Mallarını Allah yolunda sarf edip sonra sarf ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve ezâ etmeyenlerin ecirleri rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."[4]
Bu âyetlerde Allah katında değer kazanmanın ölçüsü net bir şekilde ifade edilmektedir. Dolayısıyla, tıpkı sahâbîler gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.) sonrasında kim bu ölçülere uyarsa Rabb’i katında muteber bir kişi olur.
Allah Rasûlü konumuzun başındaki hadislerinde her dönemde kendisini seven ve bu uğurda fedâkârlık eden bir kitle olacağını haber vermişlerdir. Bunun anlamı bütün vakitlerde bu din için fedâkârlık yapacak ve canla başla çalışacak cefakâr mü’minlerin olacağıdır. Allah Rasûlü bu hadisleri ile onları da kucaklamakta ve kendisini en çok seven kimseler zümresine dâhil etmektedir. Bu, İslâm için çalışana ve kulluğunu güzelleştirmeye gayret edene müjde olarak yeter.
“Allah Rasûlü’nden sonra durum nasıl olmuştur?” diye sorulacak olursa, hepimizin bildiği üzere, tam da onun dediği gerçekleşmiştir. Her dönemde maddî bir karşılık beklemeksizin bu din için canlarını ve mallarını fedâ edenler olmuş ve İslâm yeryüzünün her yerine ulaşmıştır. Bu uğurda çaba sarf edenlerin gayretlerine baktığımızda, ücret vererek yaptırmak isteseniz de yapılmayacak bir fedâkârlıkla yerkürenin her yerine davet aşkıyla koştuklarını görürüz. Özellikle sûfîlerin bu bağlamda çok büyük hissesi olduğunu unutmamak gerekir. Güzel yaşantılarıyla gayr-i Müslimler üzerinde etkili olmuşlar ve İslâm’ın yayılmasına öncülük etmişlerdir. Anadolu’muzun İslâm’la şereflenmesinde de onların katkısını aslâ göz ardı etmemek gerekir.
Allah Rasûlü’nün şu hadisi kendisinden sonra İslâm’a hizmet eden ve dini yaşamaya gayret edenlere yönelik bir başka müjdedir:
Ebû Hureyre anlatıyor: Rasûlullah bir mezarlığa gitti ve ‘Selam sizlere ey mü’minler topluluğu yurdunun sakinleri! Şüphesiz bizler de inşallah size kavuşacağız.’ buyurdu. Sonra, ‘Keşke biz kardeşlerimizi görseydik diye arzu ettim.’ diye ekledi. Sahâbîler ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?’ diye sordular! Rasûlullah, ‘Hayır, siz benim ashâbımsınız. Kardeşlerimiz ise, daha sonra gelecek olanlardır. Ben, onlardan önce havuzun başına varmış olacağım.’ buyurdu.
Sahâbeler bu sefer ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Henüz senin ümmetinden gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın?’ diye sordular! Rasûlullah da, ‘Sizden herhangi bir adamın, alnında ve ayaklarında beyazlıkları bulunan atları olsa ve bu adamın atları siyah atlar arasında bulunsa, adam kendi atlarını tanımaz mı?’ diye sordu.
Sahâbîler de ‘Elbette tanır, ey Allah’ın Rasûlü!’ dediler. Rasûlullah sonra şöyle buyurdu: ‘Onlar kıyâmet gününde abdest almalarından dolayı alınları, kolları ve ayakları parlak geleceklerdir.’ Rasûlullah bu sözlerini üç defa tekrarladı ve şöyle devam etti: ‘Ben onlardan önce havuzun başına varmış olacağım. Dikkat edin aranızdan birtakım kimseler havuzumdan, kaçkın devenin uzaklaştırıldığı gibi uzaklaştırılacak. Ben onlara ‘Buraya geliniz, buraya geliniz.’ diye sesleneceğim ve bana şöyle denilecek: ‘Onlar senden sonra bid’atler yaptılar ve hep ökçeleri üzerine gerisin geri dönüp durdular.’ Bunun üzerine ben de: ‘O hâlde benden uzak dursunlar, benden uzak dursunlar diyeceğim.”[5]
Anlamaya Çalışmak
Etrafımızda bazı insanlar görürüz. Her yıl umreye gitmeye gayret ederler. Bazıları ise bu kişileri yadırgar. Her sene neden umreye gidiyorlar diye kızarlar. Maddî imkân bulabilen bu insanlar turistik beldelere de gidebilirlerdi. Lakin yönlerini Mekke’ye ve Medine’ye çevirmişlerdir.
Onlardaki Kâbe ve Rasûlullah sevgisi her fırsatta oralara gitmeleri yönünde yüreklerinde dayanılmaz bir ateş yakmaktadır. Bu sevginin nasıl bir şey olduğunu anlamak için Mehmet Akif Ersoy’un “Necd Çöllerinden Medine’ye” şiirini okumak gerekir.
Görevi Üstlenen Gönül Erleri
İslâm’ın yükünü her zaman fedâkâr insanlar yüklenmiştir. İslâm’a iman etmiş olmasına rağmen pek çok insan, nefsinin ve şeytanın iğvâsı sebebiyle, maddiyat endişesi veya makamı kaybetmekten korkarak fedâkârlık gerektiren yerlerde ortada görünmez. Bu yüzden İslâm dâvâsını her şeyiyle sırtlananlar azınlıktadır.
Bu yüzden söz konusu kimselerin fedâkârlıkları çok değerlidir. Çünkü onlar sahâbenin yolundan giden kimselerdir. İnsanları hak yol üzere tutacak olanlar da bu kimselerdir. Nitekim hepimiz çocukluğumuzda bizimle hasbî şekilde ilgilenen cefakâr hocalarımızı hatırlarız. Aynı şekilde etrafımızdaki böylesi zevâta derin muhabbet besleriz.
Onların dünyevî bir beklentileri olmaz, yeter ki insanlar iyi Müslümanlar olsunlar diyerek her türlü sıkıntıya göğüs gererler. Bize düşen, fedâkârlık noktasında gevşek biri isek bu insanlara elimizden geldiğince yardımcı olmak, en önemlisi de onlara köstek olmamak, aleyhlerinde dedikodu yapmamaktır. Çünkü bize düşen görev Allah’ın dini için bir şeyler yapmaya gayret edenlere duâ etmek ve yardımcı olmaktır. Hatâları varsa bunları da usulünce ve edepli bir şekilde uyarmaktır. Amacımız üzüm yemek olmalı bağcı dövmek olmamalı. Çok enerjimiz varsa, bunu, İslâm’a kazandırılmayı bekleyenlere veya şuurlandırılmaya muhtaç olanlara yöneltmeliyiz.
Allah için bir şeyler yapmaya gayret edenlerle uğraşmak hamâkattır, başka bir şey değildir. Gördüğümüz hatâyı edepli bir şekilde elbette dile getirmeliyiz, ama dine hizmet edilen müessese ve kurumlar ile şahıslara zarar vermeden bunu yapmalıyız. Eleştirimiz tedavi edici olmalı, yıkıcı olmamalıdır. Sonuç olarak, Allah’ın dinini seven enerjisini Müslüman kardeşini yere sermek için kullanmaz. Tam tersine herkese duâcı olur, bir taraftan da boşluk olan alanlarda gayret sarf etmeye gayret eder. Hulûsi Efendi (k.s.) şöyle diyor:
"Ey Hulûsî ne ki var nakd-i hayâtın varın
O güneş yüzlü nigârın ayağına saçagel"
Sahâbenin yolunu tutup İslâm için bir şeyler yapmaya gayret edenlere, Allah Rasûlü’nün sevgisini kazananlara ne mutlu. Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın dediği gibi:
"Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?"
[1] Muslim, Cennet, Rakam: 12
[2] 39/Zumer, 30.
[3] 3/Âl-i İmrân, 134.
[4] 2/Bakara, 262.
[5] Muslim, Tahâret, Rakam: 39.
Enbiya YILDIRIM
YazarKlasik edebiyatımızın önemli kollarından biri hikemî şiirdir. Şairler belli bir hayat tecrübesine ulaşınca birikimlerini özlü mısra ve beyitlerle kaleme alırlar. Özellikle Nâbî’nin bir akım hâline get...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Bugünkü gençlik, umutsuzluğun girdabında dönüp durmaktadır.Gençlik, hayatın en kırılgan ve hassas dilimidir. Bu yaştakilerin genelde bir gözü arşta, bir gözü arzdadır. Arştan arza düşse de bunu kendin...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’de en önem verdiği hususların başında insanların mescide devam etmeleri gelmekteydi. Gözü mescidde herkesi arardı. Buna önem verirdi, çünkü mü’minlerin sorunlarıyla il...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Yüce Allah, Hûd Sûresi 112. âyette şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir....
Yazar: Mehmet SOYSALDI