Klasik Şiirimizden Hikmete Dair
Klasik edebiyatımızın önemli kollarından biri hikemî şiirdir. Şairler belli bir hayat tecrübesine ulaşınca birikimlerini özlü mısra ve beyitlerle kaleme alırlar. Özellikle Nâbî’nin bir akım hâline getirdiği hikemî şiir, aslında az çok her dîvân şairinin uğradığı ve testisini doldurduğu bir pınardır.
Klasik şiirimizin ilk ustalarından son temsilcilerine kadar dîvânlar, bu hikmet beyitleri ile süslenmiştir. Hemen hemen her dîvânda şairin hayat tecrübesinden süzülüp gelen elmas parıltısı taşıyan beyitlere rastlamak mümkündür. Dünya Kur’an ve hadis penceresinden bakan şairler insanları gaflete düşmemeleri için uyarma vazifelerini yerine getirirken aynı zamanda sanat kudretlerini de sergileme imkânı bulurlar.
15.yüzyıl şairi Şeyhî’nin aşağıdaki beyti, mana-yı ismî ile dünyaya bakanların, daha doğrusu Yaratan’ından gafletle dünyaya sadece dünya olduğu için bakanların, hayal kırıklıklarını dile getirmektedir:
"Sûret ü nakşı gözleyen kâfir ü büt-perest olur
Âşık-ı sâdık olanın hâtırı Lem-yezeldedir"
(Şeyhî)
“Suret ve nakşa bakan putperest olur; gerçek âşığın gönlü ölümsüz olan Allah’tadır.”
Kâinatın sadece sûrî güzelliklerine bakıp nakşın arkasındaki nakkaşı (Allah’ı) görmemek bakar körlüktür. Hakiki âşık, bu perdenin arkasında olan cemâl sahibi zatı gözler. Bu güzellikleri yaratan zatın Hakîm, Cemil, Müzeyyin gibi isimlerini hatırlar.
Kaldı ki nakış ve suret geçicidir; elem ve tahassürlerini insanın kalbinde bırakarak çekip gider. İnsan da bütün bu dünyevî güzellikleri, şanı, şöhreti, mevkii, makamı ve serveti geride bırakıp bir parça bezle bu menzili terk eder. Aşağıdaki beyitte 16.yüzyılın önemli şairi Hayâlî bu olguyu ifade etmiş, tabut denilen mahfeye binen insanın hazin hâli güzelce tasvir edilmiştir:
"Mahmil-i tâbutta olur metaı bir kefen
"Şol ki birkaç gün fenâ dünyâda şöhret bağladı"
(Hayalî Bey)
(Bu fani dünyada bir kaç gün şöhret sahibi olanın tabut mahmilinde (deve üzerine konulan sepet) malı bir kefen olur.)
Dünya hayatının geçici bir oyalanma olduğunun farkında olan şair, insanlara aldatıcı, azdırıcı heveslerinden, dünyanın zehirli gülleri olarak ifade edilen gayrimeşru zevklerinden ve diken gibi kalbi yaralayan günahlarından el çekmeyi tavsiye eder:
"Yürü her serv-i bâlâya akıtma su gibi gönlün
Fenâ gülzârının el çek gülünden gel dikenden geç"
(Yürü, her servi boyluya gönlünü su gibi akıtma; gel yokluk gül bahçesinin gülünden, dikeninden vazgeç.)
Gönül, Allah sevgisi için insanlara bağışlanmıştır. Allah’ın arşı olan gönlün, servi boylu dünya güzellerine, meşru olmayan bir biçimde, su gibi akmasına izin vermek insana yakışmaz. Bu dünya fanidir, geçici bir gül bahçesidir. Bu bahçenin güllerinin ömrü çok kısadır. İnsan, ebedî olarak burada kalmayacaktır. Üstelik bu güllerin dikenleri vardır. Gayrimeşru zevkler dikenli güller gibidir. Günah dikenleri kalbi yaralar.
Dünya fanidir, onun geçici ve meşru olmayan lezzetlerine el uzatmak, arkasında sadece elem ve acı bırakır, şeklindeki düşünceyi aynı inanç ve medeniyet çevresinde yetişen 17. yüz yılın şeyhülislam şairi Yahya farklı bir beyitle dile getirmiştir:
"Mâil olmaz dil zen-i dünyâya bir hûb anlayıp
Bâde-i gafletle medhûş olmayan itmez galat"
(Gaflet şarabıyla sarhoş olmayan gönül, yanılıp dünya kocakarısını bir güzel zannederek meyletmez.)
Yahya’nın dikkat çektiği iki önemli husus var: Bâde-i gaflet ve medhûş (dehşete düşmüş, şaşırmış)… Gaflet şaraba teşbih edilmiş. Şarap insanı sarhoş eder, aklı başındayken yapmadıklarını işletir. Ancak sarhoş olan biri gerçek yüzünü göremeyip süslü bir kocakarıyı güzel sanabilir. Dünya acuzesini bir dilber sanan olsa olsa galat etmiş, yanlış yapmıştır.
Şeyhülislam Yahya başka bir beytinde benzer imajı kullanarak bu dünyanın geçiciliğini, faniliğini dile getirir:
"Cür’a gibi âkıbet hâk-i fenâdır menzilin
Tutalım kim saltanat câmını çekdin Cem gibi"
(Farz edelim İran hükümdarı Cem gibi saltanat şarabını içtin; sonunda yerin, kadehin dibinde (artakalan) son yudum gibi yokluk toprağıdır.)
Cem efsanevî İran hükümdarıdır. İşret meclislerinin ve şarabın mucidi kabul edilir. Eskiler içtikleri şarabın son yudumunu, tortusunu toprağa dökerlermiş. Cem de sonunda, kadehin dibinde kalan son yudumun yere saçılması gibi, yokluk toprağına dökülmüş, ölmüştür. Daha doğrusu şanı, şöhreti ve saltanatı arkasında bırakıp gitmiştir.
Beyitte saltanat mecazî olarak şaraba benzetilmiş. Şarap sarhoş eder; mevki, makam ve saltanat da öyle… Kişi, saltanatın haşmet ve debdebesi içinde kul olduğunu unutur, haddini aşar, meşru yoldan saparak günahkâr olur. Gafletin en koyu anında ölüm yakalar, yere serer. Şairin ifadesi çok güzel: Saltanat şarabını ile sarhoş olanın yeri, cür’a gibi yokluk toprağıdır.
Şair Mezakî de dünyanın faniliğine dikkati çeken şairler kervanına katılır:
"Kabâ-yı atlas-ı çarha nice meyl eylesin âdem
Fenâ dirler anın üstüne köhne-pîşesin gördük"
(İnsan dünyanın, atlas elbisesine nasıl aldansın, onun üzerinde yokluk denen eski damgasını gördük.)
O süslü atlas elbisenin üstündeki “ölümlü” etiketini okumak, gören bir göz, düşünen bir beyin, duygulu bir kalp için zor değildir. İnsanoğlunun, sınanmak üzere gönderildiği bir misafirhane olan dünya, Allah’ın güzel isimlerinin tecellileri olan güzelliklerle doludur. Ancak dünyadaki her güzelliğin üzerinde onun geçici olduğunu gösteren “fanilik damgası” vardır.
Dünya bir sergi salonudur. Allah, kulları baksın, ibret alsın, esma-i hüsnâsının tecellilerini anlayıp kendisine yönelmeleri için varlıkları halk etmiştir. Her mevcut, Allah’tan kuluna bir mesaj, bir ibret haberidir. Valık, esma tecellilerinden ibarettir. Akıllı insan eşyaya baktığında eserden müessire bakar. İmanı, izanı artar. Varlıkların geçici olduğunu, Allah’ı tanımak, bilmek için yaratıldığını anlar. Bu serginin sürekli olmadığını bilir; sanatkârını takdir ve tahsin ederek ibret alır.
Şair Nâbî, aynvaktin, zamanın önemini dikkatlere sunar. Ömrün kısalığını, çabuk geçişini şöyle dile getirir:
"Ele evkât-ı ömrün girdiğiyle çıktığı birdir
Değil zencîrlerle zabta kâdir vakti sâatler"
(Saatler, zincirlerle zamanı bağlayamazlar; ömrün ele girmesiyle çıkması bir olur.)
Ömür, sel gibi akıp gider, ardında kısa süreli gölgeler bırakır. Zaman zincire vurulamaz, durdurulamaz. Kişinin ilk hesaba çekileceği hususlardan biri ömrünü nasıl harcadığıdır. Bunu bilip tedbir almak gerekir. İnsana verilen ömür aslında bağışlanan bir fırsattır. Akıllı insan fırsatı ganimet bilip gerektiği gibi değerlendirmeyi bilendir.
Yazımızı Şeyhî’nin bir beytiyle bağlayalım:
"Dünyâ denî dürür ana dânâ dayanmaya
Bâd anlayan bu hâki zihî pâk-dîn ola"
(Dünya alçaktır, akıllı kişi ona dayanması. Bu dünyayı rüzgâr (gibi geçici) bilen ne hoş, ne temiz dinlidir.)
Yazımızın başından beri örnek aldığımız beyitler hep dünyanın faniliğine, ömrün geçiciliğine ve insanın ibret almasına dairdi. Yukarıdaki beyitte Şeyhî, iki önemli hususa dikkatleri çekmek istiyor: Birincisi dünya alçaktır, insanı cazibesiye aldatır, tepetaklak cehenneme yuvarlanmasına sebep olur.
Katı, sert gibi görünmesine rağmen bu toprak, yani dünya, daha doğrusu dünya hayatı rüzgâr gibi esip geçer. Rüzgâra dayanmanın, ona güvenip bel bağlamanın sonu hüsrandır. Bilge insan, dini temiz insan dünyanın rüzgâr gibi geçici olduğunu anlar, bilir; ona dayanıp bağlanmaz. Ebedî olan beka ülkesi için gafletten silkinerek hazırlık yapar. Mevki, makam ve servetle sarhoş olmaz.
Mahmut KAPLAN
YazarDünya, sonsuzluk diyarına giden yolun bir yerinde dinlenmek, biraz nefes almak için kurulan bir konak, bir menzil, bir kervansaray. Yolcu konar, ihtiyaçlarını görür, dinlenir, sonra yoluna devam eder....
Yazar: Mahmut KAPLAN
Allah, bir gizli hazine olan varlığını tanıyacak göz, sevecek gönül; sanat eserlerini takdir edecek bir akıl bulunmasını dilemiş, evreni ve içindeki bütün güzellikleri idrak edebilme melekesiyle don...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Osmanlı edebiyatında; insanları iyiye, güzele ve doğruya, başka bir ifadeyle hayra yönlendirmek, topluma ve devlete yararlı, İslâmiyet’in erdemlerini şahsında yaşayan ve yaşatan iyi ahlâklı örnek ins...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Evrenin şerefli varlığı insanı yeryüzü halîfesi olarak yaratan Yüce Rabb’imiz, insanı sınav için dünyaya gönderirken başıboş bırakmamış, onun dünya ve âhiretini cennete çevirecek hayat nizamını da ona...
Yazar: Ali AKPINAR