İffetli Olmayı İsteyen Kızlar
Yüce Allah, insanın dünya hayatını erkek ve kadınla başlatmıştır. İlk aile, ilk insan ve eşi ile birlikte kurulmuştur. O örnek çiftten sonra da Allah’ın izni ve emriyle aile yuvaları kurulmaya devam etmiştir. Nikâhın meşru kılınması, ibâdet olarak telakkî edilip emredilmesi, kadın-erkek arasında var olan câzibe ve tarafların birbirlerine olan ihtiyacı meşrû yoldan karşılamak, onları harama bulaşmaktan korumak içindir. Onun için Hayat düstûrumuzda “Evlenin!” emri yer alırken, “Zinâya yaklaşmayın!” uyarısı da yer almıştır. Buna göre mü’min erkek ve kadınlar hayatlarını, meşrû yol nikâhla birleştirecekler, asla zinâya yaklaşmayacaklar, onu düşünmeyecekler ve aslâ ona kapı aralamayacaklardır.
Mü’minler, harama düşmekten kendilerini korudukları gibi maiyetinde olanları da korumakla yükümlüdür. Zira Müslüman gidişâta seyirci kalan, çevresindeki kötülüklere duyarsız kalan değil; iyilikleri yaymaya çalışan ve bunun için örneklik ve öncülük yapan kimsedir. İşte bu konuda Yüce Rabb’imiz şöyle buyurur:
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bütün her şeyi bilendir… Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilsin ki, Allah hiç şüphesiz onu değil zorlanan kadınları bağışlar ve merhamet eder.”[1]
Bu konuda Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:
“Ey gençler, içinizde kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin, çünkü bu, gözleri kötü bakıştan alıkoyar ve kişinin temiz ve iffetli kalmasını sağlar, evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun, çünkü oruç ihtirasların bastırılmasına yardım eder.”[2]
“Allah üç kişiye yardım etmeyi üzerine almıştır: İffetini korumak için evlenene, hürriyetini kazanmak için çalışan köleye, Allah yolunda savaşmak için çıkana.”[3]
İslâm öncesi Arabistan’da fuhuş çeşitli yollarla yapılırdı ve oldukça yaygındı. Özellikle hâmîsi olmayan câriyeler, ailesi ve koruyucu kabîlesi olmayan kadınlar buna âlet edilirdi. Bu gibi ortada kalmış olanlar geçimlerini fuhuş yoluyla elde ederlerdi. Elleri altında köleler bulunduran efendiler, onları ahlaksızlık yapmaya zorlarlar ve bu yolla para kazanırlardı. İslâm bütün bu uygulamaları yasaklayıp kaldırdı.[4]
Medine’de başmünâfık Abdullah b. Übey’in de bu şekilde istismar ettiği altı câriyesi vardı. Bu câriyelerden ikisinin isimleri Muâze yahut Ümeyme ve Müseyke idi. O, bunları gelen misafirlerine peşkeş çekiyor, fuhşa zorluyor ve bu yoldan para kazanıyordu. Bunlar durumu Peygamberimize şikâyet edince haklarında bu âyet indi. “Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın.”[5]
Âyet, iffetli câriyelerini, kızlarını, maiyetinde bulunan kadınları fuhşa sürüklemeyi, zorlamayı, teşvik etmeyi yasaklamıştır. Bu, câriyeler iffetli ve faziletli bir hayat yaşamak istemezlerse, fuhşa zorlanacaklar, ahlaksızlık bataklığına bırakılacaklar anlamına gelmez. Denmek istenen, bir câriye kendi irâdesiyle efendisinden habersiz ahlâksızlıkta bulunursa, bundan onun sorumlu olduğu ve kanunun yalnızca kendisine karşı uygulanacağıdır. Buna karşı, eğer sahibi câriyeyi ahlâksızlığa zorlarsa, bu durumda sorumluluk onun olur, kanun da ona karşı işleyecektir. Âyet, fuhuş yoluyla elde edilen her türlü kazancın, gayr-i meşrû ve gayr-i ahlâkî yollardan geldiği için haram olduğunu açıklamaktır.
Âyet hem efendileri/babaları/büyükleri uyarmakta hem de câriye konumunda olanları/genç kızları iffetli olmaya yönlendirmektedir. Âyette önce erkeklere, ardından kadınlara yönelik uyarı vardır. Medine’de bu yolla para yahut itibar kazanmak isteyen başka kimseler de vardı. Yüce Allah indirdiği bu âyetleriyle İslâm toplumunu bu gibi pisliklerden arındırdı.
Bu örnek olayda İbn Übey gibi Peygamberimizin Medine’ye hicretinden önce Medine’ye yönetici olmaya hazırlanan bir kişinin geçici dünyalık uğruna ne kadar aşağılık işlere tenezzül ettiğini; bunun yanında onun emrinde olan gariban bir kızcağızın Allah korkusuyla nasıl iffetli kalmak için çırpındığını görmekteyiz. Demek ki, erdemli olmak için yaş, variyet, makam mansıptan önce yüreklerde Allah korkusu ve âhiret inancının kökleşmesi gerekmektedir. Mevlânâ’ya ait şu anlamlı sözlerde ifade edildiği gibi: Nice adamlar gördüm üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördüm içerisinde adamlar yok! Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde/Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Güç ve yetkiyi elinde bulunduranlar, emirleri altında bulunan zayıf ve güçsüzleri aslâ zinâya, kötü yola zorlayamazlar. Çünkü onlar maiyetindekilerden sorumludurlar. Câhiliye Devri’nde variyetli olan asâletli kimseler zinâdan uzak dururlar, ancak yoksul ve gariban kimselerin zinâ etmelerine göz yumarlardı. Halbuki temiz ve güçlü toplumun kurulabilmesi için toplumun bütün fertlerinin temiz olması gerekir.
Gücü ve yetkiyi elinde bulunduranlar, toplumun zayıf kesimlerinin günah bataklıklarına düşmesine izin veremezler, onlar basit dünyalık uğruna kötü yola sevk edemezler. Çünkü toplumun herhangi bir kesimine bulaşan pislik, diğer fertlere de bulaşabilir, toplumu kirletebilir. İslam toplumunun her ferdi Yüce Allah’ın şu emrine muhâtaptır: “Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu yakıtı, insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun…”[6]
Konumuz olan âyette “dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için” buyrularak fuhuş sektöründen elde edilecek gelirin geçici bir menfaat olduğu ve bunun hiç kimseyi ondurmayacağına dikkat çekilmiştir. Nitekim Peygamberimiz, “Haramla beslenen vücut cehennem ateşine lâyıktır.”[7] buyurarak haram yoldan elde edilen şeyin hiç kimseye hayrının olmayacağını açıklamıştır.
Âyetin “İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden iyi olanları evlendirin.” emrinden hemen sonra gelmesi de oldukça dikkat çekicidir. Buna göre İslâm toplumunda her etkili ve yetkili kişi bekârları evlendirmek için gayret etmeli, meşrû beraberlik/nikâh kolaylaştırılmalı, evlenenlere maddî ve mânevî olarak yardımcı olunmalıdır. Zira nikâhın yaygınlaşmasıyla zinâ ve fuhşa açılan kapılar kapanacaktır. “Allah’ın emri ve Peygamber’in kavliyle” kurulan yuvalar, şeytanın emir ve iğvâlarına geçit vermeyecektir.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Hayatın her alanına dair söyleyeceği ilkeleri olan hayat nizâmı İslâm, kadın erkek ilişkilerinde de kişi ve toplumun, dünya ve âhirette hayrına/yararına olacak ölçüler koymuştur.
Buna göre dünya sınavına birlikte başlayan kadın erkek herkes, ilişkilerinde dinin ölçülerini esas alırlarsa dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu olurlar.
Dinin belirlediği helaller herkese yetecek ve herkesi mutlu edecek özelliktedir. Sınırlı sayıda olan haramlar ise aslında fert ve toplumların ruh ve beden sağlığını bozacak niteliktedir.
İnsanlık, tarih boyunca her çeşit günahı denemiştir. Bu sebeple günahların merak edilecek bir yanı yoktur ve denenmeye değmez. Çünkü hiçbir günah hiç kimseyi ondurmamıştır.
İslâm, kadın erkek ilişkilerinde ibâdet kabul ettiği nikâh ile meşrû beraberliği emretmiş, nikâh dışı beraberliği ise yasaklamıştır.
İslâm ailesi Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kurulur. Bu cümle, İslâm ailesinin patentidir. Bunun dışında ise insan ve cin şeytanlarının istedikleri vardır. Yüce Yaratıcı, insanlığı ilâhî ölçüler doğrultusunda iffetli olmaya, şeytanlar ise fuhuş ve ahlaksızlığa çağırırlar. “Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve ahlaksızlığı emreder; Allah ise kendi katından mağfiret ve bol nimet vâdeder. Allah'ın lütfu boldur, O her şeyi bilir.”[8]
Yüce Allah, kullarını farklı durum ve konumlarda yaratarak sınamaktadır. “Rabb’inin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir.”[9]
Buna göre yöneticiler yönetilenlerle sınanmakta, güçlüler güçsüzlerle sınanmaktadırlar. Gücü ve yetkiyi ellerinde bulunduranlar, bunları iyilik ve hayırda kullanmalı, kötülükte ve şerde kullanmaktan sakınmalıdırlar. Yüce Allah, her yöneticiye yönettiğinden hesap soracaktır. Buna göre her insan kendi aile bireyleri başta olmak üzere, maiyetinde bulunanlardan hesaba çekileceğinin bilincinde hareket etmeli, onları emânet olarak görmeli ve hayra yönlendirmelidir.
Etkili ve yetkili olanlar, kendileri kötülüklerden uzak durdukları gibi, maiyetindekilerin de kötülüklerden uzak durması için gayret etmelidirler.
Gönüllerde kökleşen iman, insanı doğru ve iyi düşünmeye, güzel şeyler söylemeye ve hayırlı şeyler işlemeye götürür. Bunun tersine inkâr ve nifâk insanı hep kötülüklere sevk eder. Bunun için gönüllere sağlam ve doğru bir inancı yerleştirmek gerekir. Vicdanları insaflı ve diri tutan da güçlü bir imandır.
Gönlünde iman yer etmiş olan kimse bir köle yahut bir fakir veya bir genç bile olsa iyilik ve güzelliğe yönelir, kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Gönlünde iman yer etmemiş olan kimse ise variyetli de olsa, makam mansıp sahibi de olsa, ileri yaşta da olsa kötülüklere yönelecek ve çevresindekileri de kötülüklere sevk edecektir. Onun için önce gönüllerin fethinden işe başlamak gerekir. Bu ise sinelere sağlam bir Allah ve âhiret inancını yerleştirmekle mümkün olacaktır. Çünkü imansız yürekler, sinede yüktür.
Kur’ân, “Zinâya yaklaşmayın!” buyurarak zinâ kapılarını kapatmış, kişi ve kişilerin zinâyı düşünmelerini, söylem ve eylemleriyle buna çanak tutmalarını yasaklamıştır. Gerçek Müslüman kendini, ailesini zinânın her türlüsünden koruduğu gibi, başkalarını da bundan korumak için gayret etmelidir. İnsanların zayıf, güçsüz ve ihtiyaç sahibi oluşlarını istismâr ederek onları haramlara sevk etmemeli ve onların sırtından geçici dünyalık kazanmaya çalışmamalıdır. Günah sektörlerine katkı sağlayan herkes bu ilâhî uyarıları bir kez daha düşünmeli ve bu günahlardan kurtulmaya çalışmalıdır.
Öyleyse çalışanlar bunun için çalışsınlar, koşturanlar bunun için koştursunlar.
[1] 24/Nûr, 32-33.
[2] Buhari, Savm 10; Nikâh 2,3; Müslim, Nikâh 1.
[3] Tirmizi, Nesaî, İbn Mace, Ahmed.
[4] İbn Kesir, Tefsîr; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân.
[5] Taberî, Câmiu’l-Beyân.
[6] 66/Tahrîm, 6.
[7] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26.
[8] 2/Bakara, 268.
[9] 43/Zuhruf, 32.
Ali AKPINAR
YazarKur’an ve sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, onlara güzel davranan, salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, insanlara iyiliği emredip, kendisini unutmayan; ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Onbir ayın sultanıGeldi Şehr-i RamazanŞeytanların butlanıGeldi Şehr-i RamazanGariplerin göz nuruÇocukların gururuMüminlerin süruruOldu Şehr-i Ramazan,İftardaki dualarAçar gökte semalarMücrimlere deval...
Şair: Hulusi TATAR
Evlerini mü’minsiz cemaatsiz bırakmaDizimizi dermânsız ve takatsiz bırakmaAciziz yarattığın bir mikrop karşısındaKitâb u Habîb’ine itaatsiz bırakmaKuşlar mı tavaf etsin Kâbe’nin etrafındaMescid-i Harâ...
Şair: Ekrem KAFTAN
Fetih, “açma, başlama, başlatma” anlamlarına gelir. Bizim Hayat Kitabımızın bir bütün olarak ilk inen ve Mushaf’ın en başında olan sûresi Fâtiha Sûresi’dir. “Açan” anlamına gelir ve Kitabımız o kutlu ...
Yazar: Ali AKPINAR