Devlet Adamlarının Kaleminden Hulûsi Efendi
Devlet; kurumlardan, kurallardan ve bunları sevk ve idare edecek insanlardan oluşan sistemler veya siyasi yapılardır. Onun için devlette yöneticilik vasfını yürütecek insanların tavır, tarz ve politikasının ve hatta karakter ve kişiliği de önem taşımaktadır. Onuncu yüzyılda yaşamış Müslüman bir filozof olan Farabî ülkeyi yönetmesi gereken ideal insan için şu vasıfları öngörmektedir:
Vücut uzuvları bakımından tam ve eksiksiz olmalıdır; kendisine söyleneni iyi anlama ve idrak etme kabiliyetine sahip olmalıdır; idrak ettiği şeyi zihninde saklama yeteneğine sahip olmalı, unutmamalıdır. Uyanık, zeki ve kavrayışlı olmalıdır; zihninde bulunanı sarahatle ifade edebilmesi için güzel konuşma kabiliyetine sahip olmalıdır; bilgi edinmeyi, öğrenmeyi sevmeli, bunun için gerekli zahmetlere girmekten kaçınmamalıdır; tabiatı gereği doğruluğu ve doğruları sevmeli, yalandan nefret etmelidir.
Bedenî zevklere meyilli olmamalı, kötü alışkanlıklardan kaçınmalı ve nefret etmelidir; yüksek ruhlu, şerefli ve asil olmalı, aşağılık şeylere tenezzül etmemelidir; dünya metaı gözünde değersiz olmalıdır; yapısı gereği adaleti sevmeli ve gözetmeli, insaflı olmalı ve baskı ve zulümden nefret etmelidir. Adil ve doğru bulduğu şeyi desteklemelidir; yapılmasını gerekli gördüğü şey konusunda azimli ve kararlı olmalı, korku ve zaaf göstermemelidir.[1]
Devlet adamlığı, hakikati görmeyi ve başarılı çalışmaları takdir etmeyi gerektirir. 1984 yılında Malatya valisi olan Naim Cömertoğlu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi hakkında şu satırları kaydetmiş:
“Darende’nin hayırlı evladı Muhterem Hacı Hulûsi Ateş’in birçok tarihî değeri büyük eserleri değerlediği ve kendi gayretleri ve himmetleri ile oluşturduğu müze evini ziyaret etmekten memnun oldum.
Kendisini candan tebrik eder, hamiyet ve hayırlarından ötürü takdirlerimi ifade eder, yararlı ve başarılı katkı ve çalışmalarının devamını temenni eder, sağlık ve afiyet dilerim.
06.12.1984
Malatya Valisi
Naim Cömertoğlu”
Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacib’e göre iyi bir devlet adamından şu özellikler bulunmalıdır: Tanrı vergisine mazhariyet, asalet, akıllılık, cesaret, bilgili olma, ahlaklı ve faziletli olma (bu son vasıf, kendini değil halkı düşünmeyi, dürüst olmayı, merhametli olmayı, dindar olmayı, halkına karşı yardımsever ve anlayışlı olmayı da ihtiva etmektedir.)[2]
1986 yılında Darende Kaymakamı olan Namık Kemal İlhan Bey, Hulûsi Efendi (k.s.)’nin örnek kişiliğinden nasıl istifade ettiğini ve onun mümtaz şahsiyetindeki güzellikleri şöyle dile getirmiş:
“Üç yıldır görev yaptığım şirin yurt köşesi Darende ilçesinde, samimi dostluğunu kazandığım aziz insan Muhterem Hocam Hacı Hulûsi Efendi’de; din adamlığının, İslâmlığın ahlak ve faziletin en güzelini gördüm.
Bu şirin memleket köşesinde şahsında Hz. Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin hâlâ yaşadıklarına şahit oldum.
Bu yüksek hasletleri yanında çalışkanlığı, hamiyet severliği, engin müsamahaları ile bitmez tükenmez misafirperverliğinin bir eşine daha rastlamak sanırım mümkün olmaz.
Hak ve insanlık mefkûresinden kabiliyetim ölçüsünde istifade ettim. Sıkıntılı her anımda yanımda oldu, yardımcı oldu. Memleket için eser bırakmaktan yorulmadı, yorulmuyor. Üstün meziyetlerini saymakla bitiremeyeceğim ve hayatım boyunca minnetle yâd edeceğim aziz insana Muhterem Hocam’a sonsuz şükranlarımla mutluluklar ve esenlikler.
En derin saygılarımla.
N.Kemal İlhan
(Darende Kaymakamı)”
Gazalî de Selçuklu Sultanı Sencer’in nasihat isteği üzerine yazdığı Nasihatü’l-Mülûk isimli eserinde şu vasıflara işaret etmektedir:
Devlet adamı her şeyden önce dindar olmalı, kendisinin Yüce Yaratıcı karşısındaki konumunu iyi bilmelidir. Devlet adamı adil olmalıdır. Gerçek ilim ve irfan sahiplerini yakınında tutmalı ve onların görüş ve tavsiyelerinden istifade etmelidir. Devlet adamı kibirli ve asabi olmamalı, olgun ve ahlaklı olmalıdır. Kızdığı zaman öfkesini kontrol etmesini bilmeli, intikam hırsından kaçınmalıdır. Halkına karşı şefkatli ve merhametli olmalıdır. İnsanlara karşı sert ve şiddetli değil, yumuşak ve anlayışlı olmalıdır.
Halkının ihtiyaçlarını gidermeli, en düşkünü de dâhil, onları hakir görmekten kaçınmalıdır. Devlet adamı Allah’ın rızasını ve dinin buyruklarını gözetmelidir. İnsanların keyfi için Allah’ın emrinden ve dinin esasından taviz vermemelidir. Devlet adamı akıllı, sanatkâr ve maharetli insanlara değer verip kendine yaklaştırmalı ve onlarla ülkeyi imar ve inşa etmelidir. Aynı şekilde ehil olmayan insanları idareden, kötü niyetli ve bozguncu insanları memleketten uzaklaştırmalıdır.[3]
1988 yılında Kırşehir Valisi olan Fikret Güven Bey, Hulûsi Efendi Hazretleri’nden dinî ve manevî yönünden müstefit olma arzusunu ziyaretçi özel defterine şu satırlarla yazmıştır:
“Ülkemizin her yanına feyiz saçan, her hâl ve hareketiyle iyiyi güzeli gösteren hocamızın feyzine talip oldum. Etrafında manevî olduğu kadar sosyal etkinlikleriyle, iyi bir Müslümanın yanı sıra iyi bir vatandaş olmanın yolların da belirten tedris ve terbiyesinden müstefit oldum. İltifat ve ikramlarına mazhar oluşumu büyük bir mazhariyet kabul ediyor, Cenab-ı Allah’a hamd ü senâ ediyorum.
06.01.1988
Fikret Güven
Kırşehir Valisi”
Beydaba’nın ünlü eseri Kelile ve Dimne’ye atıfla insanların üç kısım olduğunu aktarılır: İleri görüşlüler, daha ileri görüşlüler ve acizler. Buradan hareketle yöneticileri de üç kısma ayırmak mümkündür. Herhangi bir problem ve sorunla karşılaştığında soğukkanlı bir şekilde davranıp krizi ve çatışmayı aşmanın yollarını arayan yönetici, ileri görüşlü (başarılı) bir yöneticidir. Daha ileri görüşlü (daha başarılı) yöneticiler ise, proaktif davranarak sorun ve problem potansiyelini görür ve sanki olacakmış gibi gerekli adımları atar ve tedbir alır. Aciz (başarısız) yönetici ise, sorunlar ve problemler karşısında kararsızlık yaşar ve ne yapacağını bilemez bir vaziyette sadece meselelerin çözülmesi ve krizlerin aşılması için temenni etmekle yetinir.
Herhangi bir yönetici, başarılı bir yöneticilik yapmak istiyorsa bunun yolu; bakışlarını uzaklara doğru çevirmesine, vizyon sahibi olmasına, yani stratejik analiz yapmasına bağlıdır. Eğer yöneticiler böyle yapmak yerine dar görüşlü davranırlar ve yönetim miyopluğuna maruz kalırlar ise değil başarılı olmaları sürdürülebilir olmaları bile mümkün değildir. O yüzden yöneticiler yeni ve değişik görüşleri benimsemeli, ufkunu uzaklara çevirmeli, uzun vadeli planlar yapabilmelidir. İşte geleceğe yönelik dış çevre analizini yaparak imkân ve kaynakların farkına varmak, güçlü ve zayıf yönleri keşfetmek, fırsat ve tehditleri önceden sezmek demek olan stratejik yönetim anlayışı, başarılı olmak isteyen yöneticilerin pusulası olacaktır. Başarılı bir yöneticiliğin diğer bir formülü de güzel örnekleri takip etmektir.[4]
Gazalî’ye göre devlet adamı halkına karşı şefkatli ve merhametli olmalıdır; insanlara karşı sert ve şiddetli değil, yumuşak ve anlayışlı olmalıdır; halkının ihtiyaçlarını gidermeli, en düşkünü de dâhil, onları hakir görmekten kaçınmalıdır. Nizamu’l-Mülk de devlet adamının halka iyi davranmasını, belli günlerde oturup halkın şikâyetlerini dinlemesini öğütlemektedir. Gazalî ile Nizamu’l-Mülk’ün bu görüşlerinin şiirlerde yer alan anlayışla büyük bir paralellik gösterdiğini söylemek mümkündür.[5]
Her dönemde başarılı bir devlet adamı olmak için vizyon, basiret, stratejik bakış, öngörü ve sezgi sahibi olmak gerektiği açıktır. Farabî ideal devlet adamının uyanık, zeki ve kavrayışlı olması gerektiğini söylemektedir. Bu vasıfların basiret ve görüşle yakın bir ilgisi bulunmaktadır. Koçi Bey de Osmanlı’nın başarılı dönemlerinin vezirlerinden bahsederken onların basiret ve dirayet sahibi olduklarını vurgulamaktadır.
‘Hikmet ve marifet’ vasfının ‘görüş ve basiret’ özelliğinden farkı şudur: Sonraki daha çok devlet siyaset ve idaresiyle ilgili bir kabiliyeti ifade ederken, önceki vasıf bütün bir varlıkla ilgili genel bir bilgi, kavrayış ve algılamaya işaret etmektedir. Eflatun’un ‘filozof devlet adamı’ düşüncesini bu noktada zikretmek gerekmektedir. Farabî’nin öngördüğü “Kendisine söyleneni iyi anlama ve idrak etme kabiliyetine sahip olmalıdır.”, “İdrak ettiği şeyi zihninde saklama yeteneğine sahip olmalı, unutmamalıdır.” ve “Bilgi edinmeyi, öğrenmeyi sevmeli, bunun için gerekli zahmetlere girmekten kaçınmamalıdır.” vasıfları da bu özellikle bağlantılı olarak değerlendirilebilir.
Gazalî’ye göre devlet adamı akıllı, sanatkâr ve maharetli insanlara değer verip kendine yaklaştırmalı ve onlarla ülkeyi imar ve inşa etmelidir. Aynı şekilde ehil olmayan insanları idareden uzaklaştırmalıdır. Yine İbn-i Teymiyye devletin yönetimiyle ilgili görevlerin ehil olana verilmesi üzerinde durmaktadır. Osmanlı’nın problemli dönemlerinde yaşayıp bu sosyal ve ekonomik problemlere çözüm öneren Koçi Bey ve Kâtip Çelebi de işlerin gerçekten beceri ve liyakat sahiplerine verilmesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Osmanlı şairleri ise marifet ehline değer verilmesi noktasındaki genel tespitle birlikte, kendileri de sanatkâr olduğundan sanatın kıymetinin bilinmesi üzerinde durmaktadır.
Osmanlıcada ahlak ile huy (hulk) aynı kökten gelmektedir. Bu sebeple ahlak kavramı aynı zamanda iyi ve yumuşak huylu, temiz tabiatlı olmayı da tazammun etmektedir. Farabî’ye göre devlet adamı tabiatı gereği doğruları ve doğruluğu sevmeli ve yalandan nefret etmelidir. Gazalî’ye göre de ideal bir devlet adamı kibirli ve asabi değil, olgun ve ahlaklı olmalıdır.
Farabî’ye göre devlet adamı prensipli, ölçülü ve düzgün yaşamalı, kötü alışkanlıklardan, bedeni zevklerden, dünya metaına meyletmekten kaçınmalıdır. Bu tespitler İslâmî gelenek çerçevesinde, dolaylı olarak da olsa dindar bir yaşantıya işaret etmektedir. Gazalî’ye göre de ideal bir idareci her şeyden önce dindar olmalı, kendisinin Tanrı karşısındaki konumunu iyi bilmelidir.
İki idarecinin Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi hakkındaki görüşlerini de bu arada paylaşmış olalım:
“28 Ekim 1985, Darende
Muhterem Hocam H. Hulûsi Efendi Hazretleri
İki yıldan beri yakın komşu ilçe olması hasebiyle izleyebildiğim hizmetlerinizin her türlü takdire değir olduğunu yakinen müşahede ettim. Cemiyetin madde ve manevî sahada yükselmeleri için maddî ve manevî bilimleri birlikte mezcetmiş şahsiyetlerin ulvî çalışmalarıyla mümkün olabileceği hissiyatını taşıyorum.
Yüce dinimizin gerçek din âlimleri sayesinde hak ettiği ulu mertebede değerlendirileceğine inanıyorum. Şahsınızda bunu görüyorum. Hizmetlerinizin tüm beşeriyet için hayra vesile olmasını ve devamını diler, bu vesileyle en samimi kalbi selam ve saygılarımı sunarım.
Kerem Al
(Gürün Kaymakamı)”
“30 Mart 1986
“İlim seni korur, serveti sen korursun.” yüce ifadesindeki derin hikmeti bu yeri ziyaretle bir kere daha teyiden hissettim.
Hayatı, ilim ve hayırlı hizmet üzerine devam ettirmeyi Yüce Yaratan bizlere de nasip etsin.
Taykan Ataman
Elbistan Kaymakamı”
İdeal devlet adamının vasıfları konusundaki düşünceleri özetleyerek yazımızı tamamlayalım:
İdeal devlet adamı her şeyden önce adil olmalıdır. Burada adalet halkın her türlü sıkıntı, haksızlık ve çaresizlikten kurtulması gibi geniş bir çerçevede değerlendirilmektedir. Hâkim olduğu coğrafyada sağlam bir düzen kurarak, barış, asayiş ve huzuru temin etmelidir. Diğer taraftan halkına yakın olmalı ve onların sıkıntılarını çözmek için uğraşmalıdır.
Düşkünlere, ihtiyaç sahiplerine el uzatmalıdır. İdeal bir idareci sağlam bir görüşün, derin bir bilgi ve irfanın sahibi olmalıdır. Sanattan anlamalı ve sanat ve ilim erbabına değer vermelidir. Hem ahlak ve kişilik olarak, hem de kabiliyet ve seciye olarak seçkin bir yapıya sahip olmalıdır. İyi bir devlet adamı ülkesini büyük ve güçlü hale getirmeli ve hem kendisinin, hem de devletinin prestij ve itibarını en üst seviyeye çıkarmalıdır. Ülkesini mamur etmeli, geliştirmelidir.
Gerek ülkesini ve milletini ve gerekse dini değerleri korumak için güçlü ordu ve teşkilatıyla cesur ve etkili bir mücadele vermelidir. Devlet adamı inanç ve yaşantı olarak dine bağlı olmalı ve zaferin ve başarının Tanrı’dan geleceğine samimi bir kalple inanmalıdır. Kuşkusuz ki burada bahsedilen ideal devlet adamı özelliklerini kendi devrindeki şartlar çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir.
Üst düzey devlet adamlarıyla devletin özdeşleştirildiği bu yapı içerisinde insanlar, devletin güçlü, istikrarlı, adaletli ve dine saygılı olmasını, ilim ve marifet ehline değer vermesini, imar ve sosyal yardım faaliyetlerini desteklemesini beklediklerinden, bu beklentilerini devlet adamlarına yöneltmişlerdir.
Modern dönemlerle kıyaslandığında değişimin daha yavaş, sosyal çeşitliliğin ve hareketliliğin daha sınırlı ve siyasi katılımın daha düşük olduğu modern öncesi dönemlerde istikrar, adalet ve huzur gibi kavramların, hızlı dönüşüm sağlayıcı liderlik vasıflarına nazaran daha önemli addedilmeleri normal karşılamalıdır.
Fakat belirtmek gerekir ki ideal siyasi liderler için tasavvur edilen bu vasıflar hala doğu toplumlarındaki siyasi kültürün önemli bir parçası olmaya devam etmektedir. Hâlâ adil olmak, devletin saygınlığını korumak, halkına karşı merhametli olmak, Müslüman bir doğu toplumunda bir liderin kitlelerin destek ve onayını kazanmasında önemli unsurlar olmaya devam etmektedir.[6]
[1] Farabi, İdeal Devlet, (Çev. Ahmet Arslan), Vadi Yayınları, Ankara 2004, s. 96-97.
[2] Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988, s.148-149.
[3] Hasan Emir Aktaş, “Osmanlı Şairlerine Göre İdeal Devlet Adamının Özellikleri”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt.9, Sayı.18, 2017-Mart, ss. 98-119, s.104.
[4] Muhammet Hamdi Mücevher, Ramazan Erdem, “Başarılı Yönetici ve Yöneticilik: Kavramsal Bir Çerçeve”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2019/2, Sayı:34, s.48-77.
[5] Aktaş, a.g.m, s. 109.
[6] Aktaş, a.g.m, s.115-116.
Musa TEKTAŞ
Yazarİslâm tasavvufunda asıl amaç, Allah’a ulaşmaktır. Bu hedefe varabilmek için dünyevî bağlardan, aşırı mal sevgisinden ve en nihâyetinde kendi varlığından geçmek gerekmektedir. Bu süreci gerçekleştirebi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvufta mârifet; kişinin kendini tanıyarak Rabb’ini tanıması, Allah dostlarına âşinâlık kazanması, hakîkat bilgisine erişmesi ve irfân meclislerine kavuşarak, âriflerin sırrına vâkıf olması şeklind...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Ramazan, Hayata Huzur ve Sükûn Katan Zamanın Kutlu Dilimidir. Ramazan ayı ve onun meyvesi olan oruç, İslâm dininin temel şiarlarından ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Tasavvuf tarihi boyunca bütün mutasavvıflar eserlerinde aşk ve muhabbetten söz etmişlerdir. Aslında esas gayeleri, kalbin bir eylemi olan tevhîdi/birliği yaşayarak öğrenmek ve etrafındakilere tavsiye ...
Yazar: Musa TEKTAŞ