Ömer Bin Abdülaziz: Darende-Malatya Ve Tarihe Vefa
Ömer bin Abdülaziz Dönemi’nde Darende ve Malatya
Yusuf bin Tağrıberdi, 100/718’de Darendelilerin Ömer bin Abdülaziz tarafından Malatya’ya nakillerini anlatırken “Bu yıl içinde Ömer bin Abdülaziz Darende halkının Malatya’ya taşınmalarını emretti. 83/702’de yapılan muharebelerden sonra Abdullah bin Abdülmelik, buraya Müslümanları yerleştirmişti. O zaman Malatya harap bir hâlde idi. Cezire’den Darende’ye ikamet etmek için asker geliyor, kar yağınca geri dönüyorlardı.
Ömer bin Abdülaziz halife olunca, Müslümanlara zarar gelmesinden korkusuyla Darende halkının şehri boşaltarak Malatya’ya dönmesini emretti. Şehir boşaltılarak tahrip edildi.” der. Halifenin amacı stratejik olarak düşmanın eline yiyecek, silah, bina ve eşyaların geçmesini engellemekti. Abdülmelik’ten sonra hilafet makamına büyük oğlu Velid geçti. Halife Velid bin Abdülmelik, Anadolu fetihlerini Hazar ülkesine kadar ulaştırmak ve icabında İstanbul’u kuşatarak Rumların saldırılarından korunmak için kardeşi Mesleme’yi Anadolu’nun genel valiliğine tayin etti. Anadolu Valisi Mesleme bin Abdülmelik, Rabiülevvel 89/ 708’de büyük bir ordu ile Şam’dan hareket ederek hiçbir engel ile karşılaşmadan daha önce bölgede hareket üssü olarak tayin etmiş olduğu Darende’ye geldi.
Belâzurî, Darende’nin Ömer bin Abdülaziz tarafından yeniden Rumlara bırakılması ile ilgili kaydında, “Halife Abdülaziz, Darende/Taranda halkı istemediği hâlde, onları düşmandan korumak için hiçbir şeylerini bırakmadan bütün eşyaları ile birlikte Malatya’ya nakletti. Darende’yi de yıktırdı. Halifenin amacı stratejik olarak düşmanın eline yiyecek, silah, bina ve eşyaların geçmesini engellemekti, oysa Malatya da hayat sahası oluşturmaktı ve bu konuda tüm tedbirleri almıştı. Malatya valiliğine de Beni Amir bin Sa’sa’a Kabilesinden Cu’une bin el-Hâris’i tayin etti.” der.
Yakûtî, bu olayla ilgili olarak başka bir sebep zikretmeksizin, “Bu sırada Malatya harap bir durumda idi. Ömer bin Abdülaziz Darende halkına şefkatine binaen onları Malatya’ya nakletti. Malatya gibi o da Darende’yi tahrip etti.” der. İbnü’l-Esîr, “Bu sene (100/718) Ömer bin Abdülaziz, Darende halkının şehri terk ederek Malatya’ya gitmelerini emretti. Bu sırada Malatya harap bir hâlde idi. Darende, Malatya yakınlarında bilad-ı Rum içinde idi. Abdullah ibn-i Abdülmelik 83/702 senesindeki seferinden sonra burada Müslümanları iskân etmişti.
Bu sırada Darende’de kalmak üzere Cezire’den askerler gelir, kar yağınca şehirlerine geri dönerlerdi. Bunlar, Ömer bin Abdülaziz halife oluncaya kadar aynı şekilde burada kaldılar. Ömer bin Abdülaziz, düşman korkusu içindeki Darende halkını şehirden çıkarttı ve Malatya’ya dönmelerini emretti. Darende’yi tahrip etti. Malatya valiliğine de Beni Amir bin Sa’sa’a Kabilesinden Cu’une bin el-Hâris’i tayin etti.” İslâm tarihine yön veren, İslâm medeniyetinde övgü ile bahsedilen ve isminden saygı ile muhabbet ile bahsedilen Ömer bin Abdülaziz’i kalemimizin gücü nisbetinde anlatmaya çalışalım.
Ömer bin Abdülaziz, Medine’de 680 yılında doğdu. Babası Mısır Valisi Abdülaziz bin Mervan, annesi Hz. Ömer’in torunu Ümmü Âsım’dır. Çocukluğunun ilk yıllarını Medine’de dayılarının yanında geçirdi. Sonra babasının yanına, Mısır’a gitti, ergenlik çağına ulaşıncaya kadar orada kaldı. Babasının vefatı üzerine, Halife Abdülmelik tarafından Şam’a çağrıldı. Halifenin kızı ile evlendi. Hicaz valiliğine tayin edildi.
Medine’deki ilk icraatı, şehrin on meşhur fakihiyle görüşüp meseleleri kendileriyle istişare ettikten sonra karara bağlayacağını bildirmek oldu. Yedi yıl süren valiliği sırasında beş defa “hac emirliği” yaptı. Halife I. Velid’in talimatıyla Mescid-i Nebevî’yi genişletti ve Rasûlullah’ın namaz kıldığı diğer mescitleri yeniletti. Ömer bin Abdülaziz, Süleyman’ın ölümü üzerine halife ilan edildi (717). Anne tarafından dedesi Hz. Ömer’in ruhunu taşıyordu adeta. O, İkinci Ömer’di.
İlk icraatı, Emevî hanedanının kanunsuz olarak elde ettiği tüm mal varlığının hazineye iade edileceğini ilan etmek oldu. Buna ilk kendinden başladı. Çok az bir meşru malı hariç, bütün malını iade etti. Ömer, saraydaki lüks eşyaları beytülmale koydurması, köle ve cariyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halk için okunan genel duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla Emevîlerin geleneksel saltanat görüntülerine son verdi.
İlk dört halifeyi örnek alan bu davranışları sebebiyle Hulefâ-i Râşidîn’in beşincisi sayılan Ömer bin Abdülaziz, icraatlarına halka zulmeden ve yolsuzluklara adı karışan valileri ve diğer memurları görevlerinden almakla devam etti. Ehli beyt ve onların taraftarlarına yapılan haksızlıklara son verdi. Rasûlullah’ın şahsî arazisi Fedek’i, ehli beyte iade etti. Deniz ticaretini ve tarımı teşvik etti, sulama işlerine önem verdi. Ziraatı geliştirmeleri için zimmîlere cizye muafiyeti tanıdı. Vergilerin öncelikle mahallî ihtiyaçlarda harcanmasını sağladı. Yeterli geliri olmayan bölgelere yardımda bulundu.
Hak ve Adalet Timsali
Ömer bin Abdülaziz ehl-i beyte dil uzatanların çirkin, iğrenç hareket ve sözlerine mani oldu ve bu kötü bidate son verdi; Emevî ırkçılığına kapıyı kapadı. Tek ölçü olarak İslâm kardeşliğini aldı ve Arap olmayanlar ile olanlar arasında hiçbir fark gözetmedi. Emevîleri de akrabamdır, diye diğerlerine tercih etmedi. Tayinlerde liyakate önem verdi. Adaletten kıl kadar ayrılmayan bu büyük Halife, her işinde, her icraatında insan haklarından hayvan haklarına kadar adalet anlayışından taviz vermedi.
Hanımı Fatıma anlatır: “Bir gün yanına girdim. Seccadesinin üzerine oturmuş, elini alnına koymuş, büyük bir tefekkür hâlinde durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Kendisine neyin var, diye sordum. Başını hafifçe bana doğru çevirdi ve gözyaşlarını silerek şöylece içini döktü: ‘Fatıma, Bu ümmetin en ağır yükünü omuzlarıma almış bulunuyorum. Ümmet içindeki açlar, fakirler, ilâç bulamayan hastalar, sırtında elbise olmayan muhtaçlar, boynu bükük yetimler, hakkını arayamayan mazlumlar, küfür ve gurbet diyarında Müslüman esirler, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışamayan muhtaç yaşlılar, aile efradı kalabalık ve kendisi fakir olan aile reisleri ve bunlar gibi yakın ve uzak diyarlardaki nicelerini düşündükçe yükümün altında ezilip duruyorum. Yarın hesap gününde Rabb’im, bunlar için beni hesaba çekerse, Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlar için bana serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereyim?’ dedi.”
Vefatı
Ömer bin Abdülaziz zehirlenerek şehid edilmiştir. Ölümünde başucunda bulunan Mürşidi anlatıyor: Dışarı çıkmamı istedi ve ben çıkarken Kasas Sûresi’nin 83. ayeti okuyordu; “İşte âhiret yurdu. Onu yeryüzünde haksız üstünlük kurmak ve bozgunculuk çıkarmak istemeyenler için hazırlamış bulunuyoruz. İyi son, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.”
Geriye döndüğümde kıbleye dönmüş bir vaziyette ruhunu teslim etmişti. Mürşidi de vefat ettiğimde beni Halife-i ruy-i zeminin ayakları ucuna defnedin. İnsanlar, Müslümanlar bu halifenin büyüklüğünü idrak etsinler, diye vasiyet etmişti, öyle de oldu. Sabah güneşi gibi doğup, ikindi güneşi gibi kısa zamanda batan ve gerçek âleme giden bu büyük insanın; adı, hatırası o günden beri aynı canlılıkta kaldı.
Günümüzden Tarihe Vefa Örneği
Yıl 2007 Es-Seyyid Hamid Hamideddin Ateş Efendi ile birlikte bir gurup heyet olarak Ortadoğu seyahatine gitmişler, Şam-ı Şerif gezisini gerçekleştiriyorlardı. Şam’dan yaklaşık 400 km uzakta olan Suriye'nin İdlib kentinin Maaratünnuman ilçesi yakınlarındaki Deyr Şarki köyünde bulunan mezkûr Halife Ömer bin Abdülaziz’in türbesinin ziyaretini gerçekleştirdiler. Bu ziyaret bir başkaydı, bir farklı gerçekleşiyordu.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı Hamid Hamideddin Ateş Efendi Bu ziyareti oldukça uzun tutmuştu. Ömer bin Abdülaziz’in vasiyeti üzerine mütevazı bir mezar istediği için vefatıyla birlikte 400 km uzaklıktaki sakin alana defnedilmişti. Mürşidi ise kendisini, bu büyük halifenin ayakucuna defnettirmiş bir sonraki halife ise saygı ve sevgisinden dolayı bu alana cami inşa ettirmiş, Ömer bin Abdülaziz ve Mürşidi’nin türbesi bu camiinin içinde kalmıştı. İşte Hazret bu ziyarette camiyi temizletmiş, bakım yaptırmıştır. Ayrı bir titizlikle ziyaret yapılmış, dualar ve Kur’an-ı Kerimler okunmuş, Ömer bin Abdülaziz’in hayat hikâyesi ve hatıralarını anlatılmıştır.
Çok güzel bir şekilde yâd edilen bu büyük insan tarihe, İslâm medeniyetine çok güzel izler bırakmış, hizmetler etmişti. Hatta tarih sayfalarında Darende ve Malatya’ya hizmetleri de unutulmaz bir gerçekti. İşte tüm bu hizmetlere bir vefa, bir nişane, bir kadirşinaslık olarak ziyareti yapılıyor, tüm hizmetleri görülüyordu. Hatta mezarının başında okunan Kur’an-ı Kerim tilaveti, Fatihalar ve âminler Cenab-ı Allah’a ulaşıyordu. Öyle ki meşhur Selçuklu Veziriazamı Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetnamesinden şu bölüm hatırlanıyordu. (Bu kısmı Siyasetname’den iktibasla sizlere aktaralım.):
Rivayet olunur ki Ömer bin Abdülaziz (rahmetullahi aleyh) zamanında bir kıtlık baş göstermiş ve halk perişan olmuştu. Araplardan bir tayfa Ömer’in huzuruna vararak şikâyetlerini dile getirdiler: “Ya Emirül-mü’minin, açlıktan et ve kanlarımıza dadandık, yani ki açlıktan kırıldık. Betimiz-benzimiz kireç kesilmiş. İhtiyacımız olan yiyecek ancak beytülmâlde bulunabilir. Hazineye yığdıkların ya bizzat senin ya Rab Teâlâ’nın yahut da Hakk’ın kullarınındır. Eğer ki, hazinedekiler Rab Teâlâ’nın ise Rabb’in onlara ihtiyacı yoktur ve dahi biz de onun kullarıyız. Eğer ki hazinedekiler bizzat senin ise ‘Bize karşı cömert ol çünkü Allah cömertçe verenleri ödüllendirir.’ Bize hayrına bağışla da Allah mükâfatını sana eriştirir. Yok, eğer bizim ise hazineyi bize sebil eyle de şu darlıktan düze çıkalım, baksana bir deri bir kemik kalmışız.”
Ömer bin Abdülaziz onların bu hâlini görünce içi parçalanarak gözünde yaşlar birikti. Ve şöyle dedi; “Dediğiniz gibi olsun.” Kendileriyle ilgilenilip isteklerinin derhal yerine getirilmesini emretti. Müsaade istedikleri vakit Ömer bin Abdülaziz: “Ey insanlar, nereye böyle. Hak Teâlâ’nın kullarının dava ve şikâyetlerini bana arz ettiğiniz gibi benim maruzatımı da Hak Teâlâ’ya arz edin, yani ki ismimi hayırla yâd ederek bana hayır dualarda bulunun.” dedi.
Ardından o Arap tayfası ellerini göğe açarak: “Ya Rabbi, yüceliğine and olsun ki Ömer bin Abdülaziz biz kullarına nasıl muamele ettiyse sen de ona öyle muamele et.” diye dua ettiler. Nizamü’l-Mülk (şöyle anlatıyor): Bu duanın hemen akabinde göğü aniden bir bulut kaplayarak sıkı ve şiddeti bir yağmur ve dolu yağdı. Sarayın damına düşen dolulardan bir tanesi bir tuğlayı ikiye yardı. Tuğlanın arasından bir kâğıt düşüverdi. Kâğıtta şunların yazdığını gördüler: “Bu Allah’tan Ömer bin Abdülaziz’e, kendisini cehennem ateşinden azat ettiğimizin beraatıdır. Bu, Ömer bin Abdülaziz’i cehennem ateşinden berî/uzak tuttuğumuzun vesikasıdır.”
Kaynakça
Resul KESENCELİ
Yazar1.BeyitDostdan gayrı ki yok dünyaca hiç vârım benimOlmasın dünyâda andan özge bir yârım benim(Benim dosttan başka dünyada hiç kimsem yok, dünyada ondan başka bir sevgilim/ sevdiğim olmasın.)Öyle bir d...
Yazar: Resul KESENCELİ
1.Beyit:İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ileBen mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş(İki cihânın özüyüm, her ânım sevgili ile olmaktır, her yönümde sevgiliye yönelmektir. Kaynağımın mekân...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ramazan, Hayata Huzur ve Sükûn Katan Zamanın Kutlu Dilimidir. Ramazan ayı ve onun meyvesi olan oruç, İslâm dininin temel şiarlarından ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Ağrı Dağı/Nuh’un GemisiAğrı Dağı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarına göre Büyük Tufan'dan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevî özelliği olan bir dağdır. Tanah ve Eski Ahi...
Yazar: Resul KESENCELİ