Ferdiyet Sırrını Bulan Tevhid Yolunu Açan Hz. Muhammed
Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu olan mutasavvıf şair Aziz Mahmud Hüdâyî (k.s.), 1541 yılında bugün Ankara’nın ilçesi olan Şereflikoçhisar’da dünyaya gelmiştir. İlk tahsiline burada başlayan Hüdâyî, sonrasında İstanbul, Şam ve Mısır’da ilim tahsili ile iştigal etmiştir.
Onun hayat serüveninde ilim ve irfan hep birlikte bulunmuş olup Hüdâyî, Üftâde Hazretleri’nde seyr ü sülûkunu tamamladıktan sonra 1595 yılında Üsküdar’daki dergâhını inşa etmiştir. Bugün Bulgurlu’da bulunan hamam ve Küçük Çamlıca’daki çilehane mescidi de Hz. Hüdâyî’nin eserleri arasındadır. Hüdâyî, döneminde yaşadığı devlet adamları üzerinde bıraktığı tesirle birlikte yetiştirdiği sûfî biyografisi yazarları Sarı Abdullah Efendi ve Nevizâde Atâyî gibi isimlerle tasavvuf tarihi yazımına etki etmiştir. 1628 yılında vefat eden Hüdâyî’nin öne çıkan eserleri; Nefâʾisü’l-mecâlis, Vâkıât ve Dîvân’ıdır.[1]
Genelde sûfîler tarafından kaleme alınan dîvânlara Dîvân-ı İlâhiyât adı verilmekle birlikte bu isim, Hüdâyî’nin eserinin de adı olmuştur. Bu yazıda Dîvân’ında yer alan ve bestelendiği için de insanımızın zihninde, gönlünde ve dilinde yer eden bir na‘t-ı şerîf[2] kısa açıklamalarla konu edilecektir.
"Sadr-ı cemî' mürselîn
Sensin yâ Rasûla'llâh
Rahmeten li'l-âlemîn
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Bütün peygamberlerin sadrı sen, âlemlere rahmet olan yine sensin.)
İlk iki mısrada mecâz-ı mürselle sadr kelimesini kalbe karşılık gelecek şekilde kullanan şair, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.)’in peygamberler arasındaki konumunu, kalbin bedendeki konumuna benzetmiştir. Buna göre bedene hayat veren yaşam kaynağı kalp gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) de nübüvvet pınarının membaıdır. Dörtlüğün son iki mısraında ise nakıs iktibasla[3] Hz. Peygamber (s.a.v.)’in âlemlere rahmet oluşuna atıf vardır.
"Nûrun sirâc-ı vehhâc
Âlemler sana muhtâc
Sâhib-i tâc ü mi'râc
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Nûrun etrafını aydınlatan parlak bir kandildir. Karanlıkta kalan âlemler, aydınlanmak için sana muhtaçtır. Ki miraç tacının sahibi de sensin.)
Bilindiği üzere Kur’an’da nur imanla, zulmet ise küfürle benzeştirilir. Şu hâlde Hz. Peygamber (s.a.v.), küfürle kararan coğrafyaları iman nûru ile aydınlatmış, Yesrib’i nûrlu şehir/Medine-i Münevvere yapmıştır. İnsanların ona olan muhtaçlığı, madde planında değil mana iklimindedir. Zira O (s.a.v.), taşıdığı miraç tacı ile mana âleminin sultanıdır.
"Âyine-i Rahmânî
Nûr-ı pâk-i Sübhânî
Sırr-ı seb'u'l-mesânî
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Rahman olan Allah’ın aynası, Sübhân olan Allah’ın temiz nûru ve Fatiha Sûresi’nin sırrı[4] sensin.)
Hz. Peygamber (s.a.v.), Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği en mücella/parlak aynadır. O aynı zamanda temiz bir nûr ve Kur’an’ı yaşayan bir sırdır. Sanki şair burada Kur’an’ı açan Fatiha ile varlık sahnesini açan nûr-i Muhammedî arasında bir teşbihe yer vermektedir.
"Şâhidin leyl-i İsrâ
Subhâne'l-lezî esrâ
Câmi' cümle-i esmâ
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Peygamberliğine delilin İsrâ gecesidir. Kulunu bir gece vakti yürüten Allah ne yücedir.[5] Bütün ilâhî isimlerin toplandığı yer sensin.)
Her peygamberin peygamberliğine delil olan mucizeler vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in en sarsıcı mucizelerinden birisi hiç şüphesiz, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya gittiği ve oradan Hak katına yükseldiği gecedir. Ayetlere konu olan bu hadise; müşrikleri oldukça sarsmış ve aciz bırakmıştır. Öyle ki müşrikler, mü’minlerin ve özellikle Hz. Ebu Bekir’in inancından döneceğine dair beklentiye girmişler fakat hayal kırıklığına uğramışlardır. Yukarıdaki beyitte de işaret edildiği gibi, yaratılmışlar arasında Allah’ın bütün isimlerini kendinde cem eden tek varlık insân-ı kâmildir. İnsân-ı kâmillerin ilki ve öğretmeni ise Peygamber Efendimiz’dir.
"Ey menba'-ı lutf u cûd
Yerin makâm-ı Mahmûd
Yaradılmışdan maksûd
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey cömertlik ve kerem kaynağı! Makâm-ı mahmûd, senin yerindir. Yaratılıştan maksad, sensin.)
Peygamber Efendimiz’in en öne çıkan özelliği, cömertliğidir. Öyle ki O (s.a.v.), kendisinden bir şey istendiğinde hayır demediği gibi kendisinde olmayan bir şey istendiğinde borçlanmak suretiyle isteklere cevap veren bir civanmerttir. Kıyamet gününde insanlara şefaat edecek olan Hz. Peygamber (s.a.v.), aynı zamanda yaratılışın vesilesidir. Zira sûfî düşüncede sıklıkla dillendirilen rivayete göre Cenâb-ı Allah (c.c.), Peygamber (s.a.v.)’e “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” şeklinde hitap etmiş[6] ve O’nun şanını yüceltmiştir.
"Cânlar içinde cânân
Ma'den-i ilm ü 'irfân
Ceddim ü pîrim sultân
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Canlar içinde sevilen, ilim ve irfan madeni, zahiren dedem ve batınen şeyhim sensin.)
Şair bu satırlarda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, tarihin bir benzerini kaydetmediği şekilde sevildiğini vurgular. O (s.a.v.), ilim ve irfan madenidir. Hüdâyî, dörtlüğün üçüncü mısraında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hem bel evladı hem de yol evladı olduğunu beyan eder. Böylelikle Hüdâyî iki güzelliği bir arada cem etmiştir.
"Açan râh-ı tevhidi
Bulan sırr-ı tefrîdi
Hüdâyî'nin ümmîdi
Sensin yâ Rasûla'llâh"
(Ey Allah'ın elçisi! Tevhid yolunu açan ve ferdiyet sırrını bulan sensin. Kıyamet gününde Hüdâyî’nin ümidi ancak sensin.)
İnsanların yürüyeceği tevhid yolunu açan Hz. Peygamber (s.a.v.), ayrıca tefrîd sırrına da ermiştir. Tefrîd sırrı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yer yer uzlete çekilip kendini ibadete vermesi bağlamında kullanılmış olabileceği gibi tek olan Allah’tan başka bir şey düşünmemek[7] anlamına da gelebilir. Ya da bu ifade Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ledünnî bilgiye mazhar oluşundaki biricikliği ve eşsizliği ima etmektedir. Son tahlilde Hüdâyî kıyamet gününde ilmi ve ameline değil, Allah’ın rahmetine ve onun bir tezahürü olarak da Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şefaatine güvendiğini belirterek na‘tını sonlandırır.
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Şefî‘a’l-müznibîn.
[1] Hayatı ve eserleri hakkında detaylı bilgi için bk. Hasan Kamil Yılmaz, “Aziz Mahmud Hüdâyî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (18.03.2022).
[2] Dîvânı ve yazıya konu olan şiiri için bk. Aziz Mahmud Hüdâyî, Dîvân-ı İlâhiyât (Ankara: Kitabevi, 2005), 53-54.
[3] “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” ayetinden iktibas yapılmıştır. İlgili ayet için bk. 21/Enbiyâ, 107.
[4] Divan şiirinde seb’u’l-mesânî genellikle Hz. Muhammed (s.a.v.), O’nun sözleri ve yüzünü kasıtla kullanılmıştır. Bünyamin Ayçiçeği, “Divan Şiirinde Seb‘ü’l-Mesânî Kavramı ve Anlam Çerçevesi”, Hikmet Akademik Edebiyat Dergisi, (2018), 501.
[5] Dörtlükte 17/İsrâ, 1 ayetine atıf vardır.
[6] İsmail b. Muhammed Aclûnî, Keşfü’l-hafâ’ ve müzîlü’l-ilbâs ammâ iştehera mine’l-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs, thk. Abdulhamîd b. Ahmed b. Yûsuf Hindâvî (Kahire: Mektebetü’l-Mısriyye, 2000), 2/192.
[7] Tefrîde dair bazı mütalaalar için bk. Süleyman Uludağ, “Mücerred”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (19.03.2022).
Hamit DEMİR
YazarEvlerini mü’minsiz cemaatsiz bırakmaDizimizi dermânsız ve takatsiz bırakmaAciziz yarattığın bir mikrop karşısındaKitâb u Habîb’ine itaatsiz bırakmaKuşlar mı tavaf etsin Kâbe’nin etrafındaMescid-i Harâ...
Şair: Ekrem KAFTAN
Asıl adı Mustafa olan ve doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ruhsâtî, hayatını âşık edebiyatının yaygın olarak yaşatıldığı ve âşıklar yatağı olarak nitelenen Sivas’ta[1] sürdüren XIX. yüzyıl âşıklarınd...
Yazar: Hamit DEMİR
Ömer bin Abdülaziz Dönemi’nde Darende ve MalatyaYusuf bin Tağrıberdi, 100/718’de Darendelilerin Ömer bin Abdülaziz tarafından Malatya’ya nakillerini anlatırken “Bu yıl içinde Ömer bin Abdülaziz Darend...
Yazar: Resul KESENCELİ
Dokuzuncu yüz yılın başlarında İran’ın kuzey doğusundaki Şahrud vilayetine bağlı Bistam kasabasında dünya gelen doğuş dönemi tasavvuf hareketinin en önemli temsilcilerinden Bâyezîd-i Bistamî’nin ...
Yazar: Aydın BAŞAR