Seni Çok İncitmiş Olsalar da Sen Kimseyi İncitme
Kur’an ve sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, onlara güzel davranan, salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, insanlara iyiliği emredip, kendisini unutmayan; kötülüğü iyilikle savan, kendisi için istediğini, kardeşi için de arzulayan; kendi kusurlarıyla meşgul olup, başkalarının dertleriyle ilgilenen, kimsenin gönlünü kırmayan ve kırılmayan bir kimsedir. İşte Osman Hulûsi Efendi’nin Dîvân’ında bu husus Yûnus’u hatırlatan şu mısralarla anlatılmıştır:
"Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup, bir cân incitmeyesin"
Tasavvuf ehlinin yazdığı manzumelerde, meşrebin verdiği beyan farklılığı dışında, verilmek istenen mesaj hemen hemen aynıdır.
Nefis, insanı daima dünyadaki geçici varlıklara, gösterişe, maddeye ve tutkulara meylettirir. Bunun içindir ki, mü'minin her zaman iradesini kontrol altında tutması, nefsanî duyguları gemlemesi ve bu iç eğilimini kötü duygu ve düşünce merkezinden uzak tutması gerekir. Nefisle savaşta kendini isbat eden, bir güreş müsabakasında başpehlivana, “Oğlum elimden tut da beni kaldır.” deyince elinden tutup kaldıramayan pehlivana, “Biz de nefsimizin pehlivanıyız.” diyen Hulûsi Efendi Hazretleri, Dîvân'ındaki ilk gazelin matla beytinde şöyle buyurur:
"Gönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâ
Ziyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ"
(Gönül, nefsini kontrol altında bulundurarak zafere ulaş. Işığı kalbini, iç âlemini aydınlatacak bir bedir hâlindeki ay gibi ışık kaynağı bul da gecelerin bile ışıl ışıl olsun.)
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri, nefsi insanın içine yerleşmiş bir düşman gibi görür ve şöyle der: “O, dost değildir, dosttan ayırır; vefası yoktur, o, şarabı (güzel içecek anlamında) döker de yerine sirke satar.”
Sad Suresi’nin 26. âyet-i kerimesinde, nefsin desîselerine karşı mü'minler şöyle ikaz edilirler: “Heva ve hevesine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır.”
Nitekim bir harp dönüşünde, Peygamber Efendimiz “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” (Kenzu'l-Ummâl, IV, 430, Hadis No: 11260.) buyurmakla nefsi yenmenin düşmanla harp etmekten daha zor ve daha önemli olduğunu çok veciz bir şekilde dile getirir.
Hulûsi Efendi Hazretleri de Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” hadisinde belirttiği hakikate vurgu yaparak nefsi yenmenin iki cihan pehlivanlığı olduğunu dillendirir:
"Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise
Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama"
“Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadisini İbn Arabî Hazretleri şöyle yorumlar: “Her insanda bir ilâhî isim daha fazla mütecellidir. İnsan, ancak bu ismin tecellisi kadarınca nefsini bilecektir.” Yani bu ilâhî ismin tezahürü oranında Rabb’ini bilecektir. Nefsini bilen, yani ruhunun zenginliklerini ve bir emanet olarak “benlik”i bilen, Rabb’ini bilir. İnsan, kendisini ancak, nefsinde tecelli eden ilâhî isimlerin tezahür düzeyine göre bilebilir. Hadisin söyleniş karşılığını Hulûsi Efendi'nin Dîvân'ında şöyle buluyoruz:
"Ey Hulûsî nefsini bilmek sana farzdır işit
Nefsini bilmek hakîkatda rızâdır ey gönül"
Tasavvuf felsefesinin ideal tipi kâmil insanda kendine özgü birtakım vasıflar bulunur. Ne olursa olsun herhangi bir canlıyı incitmemek, ona bir zarar vermemek, insan gönlünü en yüce bir kavram bilip Kâbe’yi yıksa bile gönlü yıkmamaktır. Gönül ki Allah’ın insanda tecelli ettiği yerdir. Yani mü’minin gönlü Allah’ın mekânıdır. Zira Allahu Teâlâ, bir kutsî hadiste şöyle buyurmuş: “Yere ve göğe sığmam; fakat mümin kulumun kalbine sığarım.”
Başkaları tarafından kırıldığı, incitildiği, örselendiği halde karşılık vermemek, kimseye kırılmamak, incinmemek elbette sıradan insanlara ait bir davranış özelliği olamaz, fakat tasavvuf öğretisindeki nefis terbiyesi bunu gerektiriyor. Kâmil insanın başkaları ile mücadele etmesi söz konusu değildir. Çünkü onlar bütün insanları kardeş bilirler. Kardeşin kardeşi incitmesi hâlinde ise incitenin de incinenin de yüreğinde onulmaz yaralar açılır.
Affetmek, insanı hem ruhî hem de biyolojik yönden rahatlatan bir duygudur. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda bazı hastalıkların kaynağında kin ve öfkenin yattığı tespit edilmiştir ki doğrudur; kin, nefret gibi kötü duygular insanı içten içe kemiren bir kurt gibidir. Bu yüzden kâmil insanlar öz nefisleri ile yaptıkları mücadeleyi en büyük pehlivanlık kabul etmişlerdir.
Hoşgörü ve affetme hususunda son derece cömert olan Horasan erenlerinden Hacı Bektaş-ı Velî “İncinsen de incitme.” diyor; çünkü o, intikam duygusunun insana bir şey kazandırmayacağına inanıyor. Keza bizim Yûnus da kâmil insan tipini/dervişi tarif ederken Hacı Bektaş-ı Velî’den farklı düşünmüyor. Nasıl derviş olunmaz hususunu anlatırken nasıl derviş olunacağını, kemâle ulaşmanın yolunu şöyle anlatıyor Koca Yûnus:
"Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın"
Şiddet uygulayana şiddetle cevap vermek, sövene karşı sövgüyle mukabele etmek, hâsılı olumsuz hareketlere karşı misliyle karşılık vermek derviş gönüllü insanların harcı değildir. Dervişler ve o mizaca sahip kimseler kendilerine yapılan kötülüklere kötülükle cevap vermedikleri gibi, kötülüğü yapana karşı da gönül kırıklığı duymazlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kötülüğü sabit, nice insana gönül kapısını kapatmadığı için sonunda onları kazanmıştır. Mesela kızı Hazret-i Zeyneb’i deveden düşürerek vefatına sebep olan Hebbâr bin Esved, Mekke fethine kadar her türlü düşmanlığı yapan İkrime bin Ebû Cehil, amcası Hazret-i Hamza’yı şehid eden Vahşî, amcasının ciğerini ısıran Ebû Süfyân’ın karısı Hind… Peygamber Efendimiz’in gördüğü kötülüğe rağmen affettiği sadece birkaç kişi…
Bir gün ashab Peygamberimiz (s.a.v.)'den Hz. Ali'yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber (s.a.v.) o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali'yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu:
- Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:
- Yine iyilik ederiz.
- Yine kötülük yapsa?
- Biz yine iyilik ederiz?
- Yine kötülük yapsa?
Ashab cevap vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.
Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasûlullah Hz. Ali'ye sordu:
- Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?
- Yine iyilik ederdim.
- Yine kötülük yapsa?
- Yine iyilik yapardım.
Hz. Peygamber (s.a.v.) soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da “Yine iyilik ederdim.” diye cevap verdi. Ashab:
- Ya Rasûlullah, Ali'yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.
Ayetler, hadisler ve seleften gelen mutasavvıf şairlerin de yankısıyla Osman Hulûsi Efendi diyor ki: Seni dövseler, sana sövseler nihayet seni çok incitmiş olsalar da sen kimseyi incitme, çünkü sonunda kazananlar affedici olanlardır.
Öğrencilerinden biri Mevlânâ´ya sormuş: “Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?”
Mevlâna:
“Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım.” Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat indirmiş. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlâna’nın öğrencisini yere yıkmış.
Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaratana güvenip ikinciye de bir tokat vurmuş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlâna´ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevlâna; “İşte sana istediğin örnekler...
- Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.
İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. ‘Sana kötülük yapana bile iyilik yap.’ Onun için döndü, oturdu.
Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaratan’dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı.
Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile...”
Vedat Ali TOK
YazarYüce Allah, insanın dünya hayatını erkek ve kadınla başlatmıştır. İlk aile, ilk insan ve eşi ile birlikte kurulmuştur. O örnek çiftten sonra da Allah’ın izni ve emriyle aile yuvaları kurulmaya devam e...
Yazar: Ali AKPINAR
Gamlı gönüllere sürurSefa geldin ey RamazanMüminlere verdin gururSefa geldin ey RamazanFirkat yükünü yükledikGünleri güne ekledikTam onbir ay bekledikSafa geldin ey RamazanÇok geldi verdiğin araKavuşm...
Şair: Ramazan PAMUK
Dokuzuncu yüz yılın başlarında İran’ın kuzey doğusundaki Şahrud vilayetine bağlı Bistam kasabasında dünya gelen doğuş dönemi tasavvuf hareketinin en önemli temsilcilerinden Bâyezîd-i Bistamî’nin ...
Yazar: Aydın BAŞAR
Hayatın her döneminde bir yaşam savaşı içinde olan insanlık, varoluş sebebini araştırmayı bir yana bırakarak tamamen dünyevî duygular, dertler ve telaş içinde zamanının büyük kısmını kaybeder oldu. Za...
Yazar: Erol AFŞİN