Fasîh’in Şiirlerinde Hz. Muhammed Sevgisi
Fasîh (öl.1111/1699 veya 1112/1700), dîvân şiirimize Mevlevîliğin kazandırdığı değerli bir şairdir. Hat ve inşa vadisinde de önemli yeri olan Fasîh Dîvânı’nda[1] diğer birçok şair gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinin önemli bir yer tuttuğu yazdığı beş na’tten anlaşılmaktadır. Bu yazıda şairin, bazı beyitlerinden hareketle Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisini tespit etmeye çalışacağız. Fasih, amacının Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kapısının toprağına yüz sürmek istediğini şu güzel beyitle dile getirir:
"Çekem çü kuhl-ı cilâ dîdeme gubâr-ı derin
Göz açdurursa bana ger bu ruzgâr-ı şedîd "
(Eğer bu şiddetli zaman bana göz açtırırsa,(Hz. Muhammed (s.a.v.)’in) kapısının toprağını sürme gibi gözüme çekeyim.)
Dîvân şiirinde sevgilinin ayak bastığı toprak, göze çekilen sürme kadar değerlidir. Şair, Habibullah’ın diyarına yapmak istediği ziyarette yüzünü onun eşiğine sürerek, toprağını sürme gibi gözlerine çekmek niyetindedir:
"Ruh-ı niyâzı sürem südde-i sa’âdetine
Felek güzergehüme çekmez ise sedd-i sedîd "
(Eğer felek yolumun üzerine aşılmaz bir set çekmezse; dua yüzünü O’nun saadet eşiğine süreyim.)
Şimdiki gibi kolay değildi hacca gitmek o asırda. Şair, eğer fırsat bulur da şartların yoluna koyduğu engelleri aşmak kolay değildi. Fasîh, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu samimi sevgiyi mısralarında dile getirirken şiirin bütün imkânlarını kullanmaya çalışır. Hz. Peygamber (s.a.v.) i öven şu beyitlerle devam eder:
"Yegâne şem’-i münîr-i harîm-i halvet-i has
Şehâne dürr-i yetîm-i sadefçe-i tevhid"
(Başkalarına yasak kavuşma anının (Mi’rac) aydınlık mumu; tevhid sadefindeki tek inci.)
Hz. Muhammed (s.a.v.) miraç mucizesiyle hiçbir peygamberin nail olamadığı bir mertebeye yükseltilmiştir. O, yüce Allah’ın huzuruna varmış, Süleyman Çelebi’nin ifadesiyle kelimesiz, sözsüz konuşma şerefine ermiştir. Şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i tevhid sadefi içindeki tek, iri inci olarak niteliyor. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) yetimdir ve bu bakımdan ancak ona “Dürr-i yetim” denebilir.
Fasîh’in aşağıdaki beyitler halis Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinin terennümleridir:
"O şeh ki hükmini cârî iderdi emr itse
Cebîn-i cûya şiken virmez idi bâd-ı şimâl "
(Eğer o padişah emr etseydi, hükmünü yürütür; kuzey rüzgârı akarsuyun yüzüne alın kırışığı gibi dalgalar oluşturmazdı.)
Uğruna kâinatı yarattığı Habibi’nin hatırı için Mevlâ tabiat denilen kevnî şeriatının bazı kanunlarını mucize olarak geçici süreyle iptal eder. Beyitteki sanatlı söyleyiş hemen göze çarpıyor. Akarsuyun üzerinde kırışığa benzeyen küçücük dalgalar görülür. Suyu kişileştiriyor şair.
Alın kırışığı daha çok derin düşünce ve sıkıntı anlarında oluşur. Rüzgâr eserken suya hareketlendirir fakat Fahr-i Âlem emretse rüzgâr ırmağa verdiği bu küçük rahatsızlıktan derhal vazgeçer, durur. Mucize dediğimiz bu harikulade olaylar siyer ve hadis kitaplarında ayrıntılı olarak dile getirilmiştir. Fasîh mucize penceresinden Hz. Muhammed (s.a.v.)’de sevgisini anlatmaya devam eder:
"O şeh ki kûha sabâ kadrini eylese tavsîf
Olurdı cûları semt-i firâza hep meyyâl "
(Eğer saba yeli o padişahın değerini, vasıflarını anlatsa, dağların akarsuları hep yukarıya, zirveye doğru akardı.)
Sular yokuşa doğru akmaz fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) dilerse, Allah, bu tabiat kanununu Sevgili Peygamber’i için geçici olarak değiştirir, suları yokuşa doğru akıtır. Bu beyit bize Fuzulî’nin aşağıdaki mısralarını hatırlatır:
Hak-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su
(Avare su, ömürlerdir ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurup gezmektedir.)
Fuzulî’nin yaşadığı coğrafyada sular güneye, Kâbe’ye doğru akar. Bu akış, şaire böyle bir beyti söyletir. İnsan dünyayı kendi ruh penceresinden seyreder. Şair, Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisi öylesine doludur ki, bütün varlıkları bu sevgi ile mest olmuş görür.
Özet olarak ifade etmek gerekirse Hz. Muhammed (s.a.v.)’in övgüsü imkânsız derecesindedir
"Ne mümkün eylemek evsâf-ı zât-ı bî-misâlün
Ki vasfun itmededür cümle nâsı ebkem ü lâl "
(Vasıfları bütün insanları dilsiz bırakan o zatın eşsiz kişiliğini anlatmak mümkün değildir.)
Allah’ın övdüğü Ahmed-i Mürsel (s.a.v.)’i tasvir etmek, insan kudretinin ötesindedir. Bütün Arap, Acem ve Türk şairleri eserlerinde onu övmekten aciz olduklarını itiraf etmişlerdir. Terkib-i bend biçiminde yazdığı bir na’tinde Fasîh şu beyitlerle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)i över:
"Mi’râcun ile siper ider nâz
Nakş-ı kademünle fahr ider hâk "
(Miracınla gök naz eder, ayağının iziyle toprak övünür.)
Gök, Hz. Peygamber (s.a.v.), yükseltilerek miraca çıktığı için diğer varlıklara naz ederken yer de Peygamberimiz’in ayak izlerini taşıdığı için övünür. Zaten bütün evren O’nun hürmetine yaratılmadı mı? Küfür çirkefi onun şeriatı ile temizlenmedi mi?
Âlemleri âb-ı tîğ-ı şer’ün
Çirk-âb-ı küfrden eyledi pâk
(Şeriatının kılıcının suyu, âlemleri küfrün çirkefinden temizledi.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in geldiği çağ hatırlanırsa şairin ne demek istediği daha iyi anlaşılır. İnsanlığın en karanlık döneminde gelen Hz. Peygamber (s.a.v.), yeryüzünü küfrün kirlerinden arındırdı. Bilindiği gibi çeliği sertleştirmek için su verilir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) savaşlara mecbur bırakıldığı için kılıç kullanmak zorunda kaldı. Kılıç çeliktendir. Çeliğe su verilir. Kılıçla küfür ehli mağlup edildiğinden şair, O’nun şeriatının kılıcının suyu küfür pisliklerini temizledi, diyerek sanatlı bir ifade kullanmıştır. Su, kirleri temizlemekte kullanılır. Müslümanların, savaşı bir amaç olarak görmediklerini; mecbur kalınca başvurdukları bir yöntem olarak uyguladıklarını unutmamak gerekir. Müslümanlıkta esas olan barıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)in şanının yüceliğine delil “levlâke” dir:
"Bürhân-ı uluvv-ı şânun oldı
Levlâke lemâ halaktü’l-eflâk"
(Şanının yüceliğinin delili, ‘Habibim sen olmasaydın bu felekleri yaratmazdım.’ sözü oldu.)
Bu kudsî hadis, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, kâinatın yaratılış sebebi olduğunu açıkça dile getirmiştir. Aşağıdaki beyit de bu hadisin yorumu mahiyetindedir:
"Sensin bu sipihri halka illet
İy mihr-i münîr-i evc-i rif’at"
(Ey, yücelik göğünün aydınlık güneşi, bu göğün yaratılmasına sebep sensin.)
"İy merhem-i sîne-i ciger-rîş
V’ey bendesi pâdişâh u dervîş"
(Ey yaralı ciğeri yaralı sinelerin merhemi, ey padişah ve dervişlerin kendisine köle olduğu (Yüce Peygamber.))
Yukarıdaki beyit şairane bir övgü değil, hakikatin ifadesidir. Padişahlar ona bağlanmayı her türlü saltanatın üstünde görmüşlerdir. Hatta bazı padişahlar padişahlıktan feragat etmekte tereddüt etmemişlerdir. Yaralı kalpler, onun getirdiği ilâhî mesajla iyileşmiş; küfür karanlığından hidayet aydınlığına çıkarak ebedî mutluluğa ulaşmışlardır.
Fasîh, aşağıdaki beyitlerde de sunu “levlâk” hadisinin bir çeşit açıklamasını sürdürür:
Üstâd-ı ezel senünçün itdi
Bu kâr-geh-i aceb-nümâyı
Âdem senün içün oldı îcâd
İsâ senün içün oldı intâk
((Ezel üstadı (Allah), bu acayiplikler gösteren evi(dünyayı) senin için yarattı. Âdem senin için yaratıldı, Hz. İsa senin için (beşikte) konuşturuldu.))
Yukarıdaki iki beyitte Hz. Âdem’in yaratılışı ve Hz. İsa’nın beşikte konuşmalarına telmihte bulunuluyor. Çünkü bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri din, özde İslâm’dır. Peygamberlerin hepsi bir bakıma Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gelişine zemin hazırlamak için çalışmıştır.
Şair, mucizeleri türlü biçimlerde yorumlayarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu derin sevgiyi terennüm eder:
Hâsıl bu ki devr-i cümle eflâk
İy mefhar-i kevn sana dâ’ir
(Hülasa bütün göklerin dönüşü, ey evrenin iftihar sebebi senin içindir.)
Didiler gül ruhuna dür dişüne
Toldı evsâfun ile bahr ile ber
(Yanağına gül, dişine inci dediler (dedikleri için), denizler ve karalar senin övgünle doldu.)
Dîvân şiirinde yanak, özellikle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanağı güle, dişleri de inciye benzetilir. Gül karada yetişir, inci ise denizde bulunur. Denizlerin incilerle, karaların güllerle donanmasını şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yanağının ve dişlerinin övgüsü olarak yorumluyor. Anadolu insanı, bu yüzden Gül-i Muhammedî diyerek bu çiçeği ona atfeder.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vasıflarından biri, “ezherü’l-levn”dir. Şair bunu hatırlatıyor. Bahçenin güzel çiçeklerle dolması, rüzgârın, Yüce Peygamber (s.a.v.)’in güzel vasıflarının haberini yaymasına bağlanıyor:
Hilye-i pâkün iletmiş gibi bâd
K’olmış elvân-ı çemen-zâr ezher
(Rüzgâr, temiz vasıflarını iletmiş gibi çimen rengârenk çiçeklerle dolmuş.)
Fasîh’in na’tlerinden seçtiğimiz örnek beyitler onun derin ve sağlam bir sevgi taşıdığını göstermektedir.
[1] Fasîh Dîvânı, haz. Dr. Mustafa Çıpan, İstanbul 2003.
Mahmut KAPLAN
YazarAllah, bir gizli hazine olan varlığını tanıyacak göz, sevecek gönül; sanat eserlerini takdir edecek bir akıl bulunmasını dilemiş, evreni ve içindeki bütün güzellikleri idrak edebilme melekesiyle don...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı edebiyatı, İslâmî Türk edebiyatı, Eski Türk edebiyatı gibi değişik isimlerle anılan, Türklerin İslâm’ı seçmelerinden sonra ortaya çıkan ve hemen bütün Türk coğrafyasında...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Üç ayların üçüncüsüMübarek Ramazan’dır buOn bir ayın bir incisiMübarek Ramazan’dır buRecep, Şâban ve RamazanPırıl pırıl olur insanHak’tan bize büyük ihsanMübarek Ramazan’dır buKaçmamalı bu fırsatlarBo...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Çocukluk günlerim dün gibi hafızamda. Hiç büyümemişim, yaşlanmamışım, yetmişi devirmemişim sanki. Oysa ömür, yokuştan iner gibi, bir bulut geçer gibi elden uçup gidiyor. Dönüp bakıyorum dün; sisli bul...
Yazar: Mahmut KAPLAN