Dersaâdet’te Ramazan Akşamları
Maziye/geçmiş değerlerimize yolculuk yapmayı sevenlere zevkle okumak isteyeceği bir eser Dersaâdet’te Ramazan Akşamları... Evet, İstanbul ve Ramazan söz konusu ise bu ikisinin terkibi ayrı bir güzellik yaşatır. Bizim edebiyatımızın bir diğer ismi de Ramazan medeniyetidir. Bu arada “Ömrü Ramazan olanın ahireti de Ramazan olur.” derler.
Allah herkese Ramazanlık ömür yaşamayı nasip etsin diyelim. İnsanoğlu her geçen seneyi yani bir önceki seneyi arar. Bu arayış geçmişe olan hasrettir, sevgidir, mutluluktur vs. Hep hayıflanırız eskiden şöyle iyiydi böyle iyiydi diye. Şimdiki günler, geçmiş günleri aratıyor... İstanbul’da, Ramazan nasıl geçiyormuş, nasıl yaşanıp idrak ediyormuş, merak ediyorsanız hem geçmişi okuyup hüzünlecek, sevinecek, hem de araya serpiştirilen fıkralarla tebessüm edeceksiniz.
Kültür dünyamızın önemli simalarından Dursun Gürlek’in süzgecinden geçen ve yine kültür dünyamızın canlı tablolarından olan yazarların, şairlerin, edebiyatçıların Ramazanlarla ilgili hatıralarından derlediği ve kendisinin “Dersaâdet’te Ramazan Akşamları” adını verdiği kitabında, Refi’i Cevad Ulunay, Münir Süleyman Çapanoğlu, A. Râgıp Akyavaş, Ercüment Ekrem Talu, Safiye Ünüvar, Ayşe Osmanoğlu, Mehmet Kaplan ve Süheyl Ünver gibi İstanbul yazarlarının yanı sıra daha birçok kalem erbabının yazısı na yer vermiş.
Kitapta yer alan; “Ramazan piyasası ilk akşamın teravihinden sonra başlardı. Galata Köprüsü’nden boşalan arabalar, muhteşem faytonlar, kupalar, landonlar, konak ve saray arabaları katar hâlinde Beyazıt’a çıkarlar, Mürekkepçiler önünden kıvrılarak Vezneciler’e girerler, Unkapanı Köprüsü’nden geçenler Zeyrek’ten Vefa’ya tırmanırlar, Şehzâde Camii’nin yanından Direklerarası’na dökülürlerdi.”
“Her yaştan, her sınıftan genç ihtiyar, kadın erkek birbiri üstüne yığılmış, yanaşık nizamda binbir ayak bir ayak hâline gelmiş, nefesleri birbirlerinin ensesini sıcak sıcak okşamakta. Elhâsıl velkelâm sökülmez, geçilmez bir izdiham.” gibi hâtıralar yığını olanca çeşnisiyle, bol malzemesiyle, renkli levhalarıyla bir nevi “Ramazan edebiyatı” diyebileceğimiz bir edebiyat türünü ortaya çıkarıyor. “Ramazan medeniyeti”, “Ramazan edebiyatı”yla daha canlı, daha heyecanlı bir hâle geliyor.
Kitap bunlara benzer daha birçok eski İstanbul Ramazanlarını anlatan birbirinden güzel metinlerle dolu. İçerisinde bulunduğumuz Ramazan ayında, herkesin oldukça keyif alarak okuyacağı bir çalışma olan kitaptan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Seher vaktinde yenilen yemeğe sahur, iftarlığa da fatur denilirdi. Memleketimizde sahur vaktinin girdiği, mahalle bekçilerinin çaldığı davulla ilân edilirdi. Davul çalmanın da meraklıları vardı. Bekçinin davulunu boynuna asıp kendine mahsus bir tarz ile çalan delikanlılara rastlanırdı.
Müslümanlar arasında tesahhura, yani sahur yemeği yemeye riâyet ediliyordu. Hatta o zamana kadar oturamayıp uyuyan çocuklar, sahura uyandırılmaları için annelerine yalvarıyorlardı. Şu masumane hevesi Enderunlu Vâsıf: Sıbyan heves-i nîmet-i savm ile demekte/Bu şeb beni canım nine sahura uyandır, beytiyle tasvir etmeye çalışmıştır.
Hem oruç tutmayan hem de sahur yemeğini terk etmeyen bir herifin, karısının târiz etmesi üzerine: ‘Farzı tutamıyorum, sünneti de mi terk edeyim.’ dediği öteden beri nakledilen fıkralardandır.”
“Ramazan’da bütün iş ve ticaret hayat, ağırlaşır, dâireler öğleden sonra işe başlar, ezana bir saat kala dâireler ve işyerleri boşalırd. Doğrusunu isterseniz Ramazan ayı devlet dâireleri için âdeta tatil gibi idi. Memurlar câmiye gitmek bahanesiyle işlerinden ayrılır, kimse bir şey demez, zâten dâire şefleri de işlerini pek sıkı tutmazlardı. Askerî mektepler ise imtihanlarını bitirip yıl tâtilini Ramazan’da yaparlardı.
Bir Ramazan günü, İstanbul’da öğle ile başlardı. Herkes öğleye kadar uyurdu. Öğleden sonra işine gidenler, câmiye gidenler olurdu. Lokanta, aşçı dükkânları, kahveler gündüzleri işlemez, geceleri sahura kadar açık kalırdı. O zamanlar dükkân açıp kapamak nizâma bağlı olmadığından bakkallar bile geceleri açık olurdu. Akşamüzerleri, iftara yarım saat kala sokaklarda bir gidiş geliş olurdu. Erkekler evlerine döner, çocuklar bakkaldan, fırından veya muhallebiciden yahut turşucudan bir şeyler alıp getirir, herkes iftar sofrasına oturduğu sırada sokaklarda kimse görünmezdi.”
Timaş Yayınları / Tel: 0212 511 24 24
Yusuf HALICI
YazarDokuzuncu yüz yılın başlarında İran’ın kuzey doğusundaki Şahrud vilayetine bağlı Bistam kasabasında dünya gelen doğuş dönemi tasavvuf hareketinin en önemli temsilcilerinden Bâyezîd-i Bistamî’nin ...
Yazar: Aydın BAŞAR
Onbir ayın sultanıGeldi Şehr-i RamazanŞeytanların butlanıGeldi Şehr-i RamazanGariplerin göz nuruÇocukların gururuMüminlerin süruruOldu Şehr-i Ramazan,İftardaki dualarAçar gökte semalarMücrimlere deval...
Şair: Hulusi TATAR
Eser, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kültür ve sanat insanlarının hac ibâdetiyle ilgili olarak duygu ve düşüncelerini kaleme aldıkları yazılarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Eserd...
Yazar: Yusuf HALICI
Kur’an ve sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, onlara güzel davranan, salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, insanlara iyiliği emredip, kendisini unutmayan; ...
Yazar: Vedat Ali TOK