İnanan ve İnkâr Eden İki Genç Örneği
Yaşama kılavuzumuz olan Kur’an, insan için bir tezkire/bir öğüttür. İnsan her kıssadan bir hisse çıkarmalıdır. Her şeyi yaratan yüce Allah, bizim de yaratıcımızdır. Bütün varlıklar içerisinde insan ayrı bir konum ve değeri hâizdir. Varlıkta her şey onun hizmetine verilmiş ve ona boyun eğdirilmiştir. İşte böyle bir varlığın en zayıf ve kuvvetli yönlerini iyi bilen Yaradan, onun zayıf yönleri ıslah olsun, erdemli bir varlık hüviyeti kazansın diye Kitap indirmiş ve sayısız peygamberler göndermiştir. Bu bağlamda Kur’an’ın asıl indiriliş amacı, insanın onun mesajını anlayarak hayatına aktarmasıdır.
Bu giriş yazısıyla bağlantılı olarak Kur’an-ı Kerim’da geçen Ahkâf Sûresi’nin 15 ve 17. âyetleri üzerinde duracağım. Bu iki âyet iki gencin anne ve babalarıyla ilişkileri hakkında inmiştir. Bu gençlerden biri anne ve babasına itâat etmiş, davet ettikleri inancı kabul etmiş, diğeri ise anne ve babasının davet ettiği inançtan yüz çevirmiş ve onların emirlerine karşı gelmiştir.
Ahkâf Sûresi’nin 15. âyetinde anne ve babasının öğütlerine itâat eden ve Allah’a teslim olan gençten şöyle bahsedilir: “…Nihâyet çocuk olgunluğuna ulaşıp kırk yaşına girince şöyle yakarır: ‘Rabb’im! Bana ve anne babama lütfettiğin nimete şükretmeye, râzı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı eyle, pişmanlıkla dönüp senin kapına başvurmaktayım ve ben şüphesiz sana boyun eğenlerdenim!.” Bu âyette de dile getirildiği gibi kişide akıl on sekiz yaşından itibaren olgunlaşmaya başlar, kırk yaşına vardığında kemal noktasına erişir.[1]
İslâm geleneğinde kırk sayısı üzerinde durulmuştur. Hz. Mûsâ (a.s.)’ın Tur Dağı’nda kırk gün kalması[2], kırk hadisten oluşan eserlerin yazılması, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kırk yaşında peygamberlik verilmesi, Mekke’de Müslümanların sayısı kırka ulaşınca açıktan tebliğe başlanması, İslâm hukukunda malın kırkta birinin zekât olarak verilmesi, her bir insanın anne karnında kırk gün nutfe, kırk gün alaka ve kırk gün mudga hâlinde bulunması[3], tasavvufta kırk gün çile ve erbaîn olarak adlandırılan nefis eğitiminden geçme süresi örnekleri verilebilir. İşte yukarıdaki âyette anlatılan kırk yaşına ulaşan bu genç hem Yüce Allah’a ve hem de anne-babasına itâat eder. Gerçek anlamda Yüce Allah’a teslim olur.
Diğer taraftan Ahkâf Sûresi’nin 17. âyetinde inanan bir ebeveyn ile inkârcı bir evlat arasında geçen tartışmadan da bahsedilir: “Ana ve babasına: ‘Öf size! Siz bana öldükten sonra tekrar dirilip kabrimden çıkarılacağımı mı va’d ediyorsunuz? Oysa benden önce nice nesiller gelip geçmiştir.’ diyen kimseye ana ve babası Allah'a sığınarak ‘Yazıklar olsun sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah'ın va’di gerçektir.’ dediklerinde o: ‘Bu Kur'ân öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.’ diyordu.”
Bu âyette ebeveyn olmanın ayrı bir sorumluluk gerektirdiği konusu üzerinde durulur. Bizim geleneğimizde çocuklara ilk eğitim ailede verilir. Ailede verilen eğitimin iki aktörü vardır. Bunlardan biri anne, diğeri de babadır. Her ikisi de eğitimcidir. Eğer bu iki eğitimci din eğitimi alanında iyi bir eğitimci değilse, çocuklarımız ailede yaşayarak verilmesi gereken din ve ahlak eğitiminden mahrum kalırlar. Bu mahrûmiyet eğer sokak ya da okulda telâfî edilmezse, bu gençleri kaybedebiliriz. Maalesef günümüzde sokaklarımız bu gençlerle dolmaya başlamıştır. Konda’nın yaptığı bir araştırmaya göre kendisini inançsız olarak tanımlayanların oranı 2008’de 1.4’ten bugün yüzde altıya yükselmiştir. Gençlerimizin ateizm ve deizm gibi felsefî inançlara neden yöneldikleri konusu üzerinde ciddî olarak durulmalı ve ivedilikle tedbirler alınmalıdır.
Ahkâf Sûresi’nde anlatıldığı gibi, istisnâlar hâriçte tutulursa, her anne ve baba çocuklarının kendileri gibi inançlı, kişilik ve kimlik sahibi olmalarını yürekten isterler. Sorumlu olan ebeveyn bu konuda duyarlılık gösterir. Biraz önce aktardığım Ahkâf Sûresi’nin 17. âyetinde inanan ebeveyn ile inkârcı evlatları arasında geçen tartışma bunun en açık örneğidir. Bu tartışmada ölüm ötesi hayata itiraz eden bir evlâdın hikâyesi anlatılır. Anne ve baba, evlâdının imanlı bir genç olarak yetişmesini arzu eder. Bu sebeple çocuklarını Yüce Allah’a ve ölüm ötesi hayata inanmaya çağırırlar. Çünkü âhiret inancı, insanın dinî hayatını disipline eder. Hayatı anlamlı yaşamaya sevk eder. Dünyevîleşmenin önünde bir bariyer gibi durur.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre anne ve babanın iman çağrısına hayırsız evlat, “Yeter be!” diyerek itiraz eder. Meseleyi basitleştirmek adına, “Benden önce nice nesiller gelip geçti onlar yok olup gittiler.” der. Dolayısıyla bunların da diriltilmeyeceklerine inanan bu genç aynı şekilde kendisinin de diriltilmeyeceğini ileri sürer. Ebeveyninin çağrısını tehdit olarak algılamakla kalmaz; Allah, ölüm ötesi hayat, hesap-kitap yokmuş gibi bir hâlet-i rûhiye içiresine girer.
Hiçbir zaman anne ve babalar, evlatlarının kötü olmasını ve ahlaksız yetişmelerini istemezler. Onların fıtratlarında her zaman çocuklarına karşı bir merhamet ve şefkat duygusu vardır. Evlatlarının ölüm ötesi hayata isyan etmeleri karşısında ebeveyn çareyi Allah’a sığınmakta ve O’ndan yardım istemekte bulur. Burada hem lisânî ve hem de fiilî duâ vardır. “Yazıklar olsun sana, evlâdım gel şu körü körüne inat etmeyi bırak da Rabb’ine iman et.” derler. Nuh Peygamber de kurtuluş gemisine binmeyi reddederek dağa sığınacağını söyleyen oğluna bir baba şefkatiyle içten seslenmişti de, bu çağrıya tabiata sığınmakla cevap veren oğlu boğulanlardan olmuştu. İşte anne ve babanın “iman et evlâdım, inkârcılar hakkında Yüce Allah’ın va’di gerçekleşecektir.” demeleri, onu inkârcı fikrinden döndürmeye yetmeyecekti. Evlatla imtihan kolay değil. Günümüzün en büyük imtihanlarından biri, bu evlat imtihanı...
Ölüm ötesi hayat çağrısı, inkârcı gence göre eskiden beri tekrarlanan bir masaldır(!). Anne-babanın “İmana gel.” çağrısına inkârcı oğulun, “Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.” cevabını vermesi, topyekûn metafizik gerçekliği inkâr etmek mânâsına gelir.
Kur’an aslında bu olay üzerinden her dönemin insanına, özellikle de Müslümanlara seslenmektedir. Sadece anne-babanın Müslüman olması yetmez, esas olan kendi kişisel örneklikleriyle birlikte çocuklarına karakter gelişimi çağında değerler eğitimini kazandırmalarıdır. Bu da bugün için okul öncesi döneme karşılık gelmektedir. Bunun dönemi de 0-6 yaş grubu aralığıdır.
Çocuklar yetişkinlik çağına adım atıncaya kadar onlara din eğitimi verilmez safsataları, Kur’an’ın eğitim anlayışına karşıdır. Nitekim Lokman Sûresi’nde de bu yaşlarda verilmesi gereken din eğitimine değinilmiştir. Kafası materyalist zihniyetle örülü, taşlaşmış ve fosilleşmiş kimi doğuluların bu yaşlarda verilen din eğitimini “Ortaçağ zihniyeti!” beylik laflarıyla suçlama cihetine gitmeleri aslâ bizi çocuklarımızın din eğitiminden geri adım atmaya götürmemelidir.
Sonuç olarak, eğer bizler ölüm ötesi bir hayata inanıyorsak elbette çocuklarımızın da inanmasını istemek kadar doğal bir şey yoktur. Bu konuda pedagojik ilkelere uygun bir din eğitimi verme yoluna gitmeliyiz. Nesillerimizin hayırlı ve hayru’l-halef bir nesil olarak yetişmeleri için elimizden gelen bütün çabayı göstermeliyiz. Eğer bu çabayı ihmal eder ve ebeveyn sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, yarın bu çocuklarımız karşımıza dinine, diyânetine isyan eden nesiller olarak çıkacaklardır. Haydi o zaman nesillerimizin dinî ve ahlakî terbiyesi için seferber olmaya…
[1] Bkz. Mâtürîdî, Ebû Mansur Muhammed, Te’vîlâtü’l-Kur’an Tercümesi, Çev, Kemal Sandıkçı, 2018, XIII, 389.
[2] Bkz. 2/Bakara, 51; 5/Mâide, 26; 7/A'râf, 142.
[3] Buhârî, Kader, 1; Bed’ü’l-Halk, 6.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarBüyükbabam Gazi Halil Çavuşa…Hâlâ kan sızıyor Seddülbahir’den,Bu nasıl bir vahşet, nasıl donanma?Gelmiş geçmiş en ibretli savunma!Dört mevsim şehidler fışkırır yerden…Aldırmadı şarapnele, mayına,Büyük...
Şair: Halil GÖKKAYA
Miladî 1256... Anadolu fay hattıyla birleşen ölü deniz fay hattı harekete geçiyor. Başta Antakya, Şam, Mısır, Filistin ve Hicaz Bölgesi olmak üzere bu koca coğrafyada yıkıcı ve tahrip edici büyük bir ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Her bidâyetin bir nihâyeti vardır. Bizler fânî varlıklarız. Bâkî olan sadece Yüce Allah (c.c.)’tır.Esas olan O’nun istediği gibi bir hayatı yaşayabilmektir. İnsan hayatı, doğum ve ölüm arasında ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken vahiy nâzil olmaya devam ediyordu. Sahâbe, amelî ve dünyevî konularda olduğu gibi îtikâdî konularda da kafalarına takılan her türlü soruyu sevgili Pey...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ