Tarihçilerin Kaleminden Hulûsi Efendi’nin Tarihe Âşinalığı
Bir bilim dalı olarak tarih; geçmişteki olayları yer ve zaman göstererek yeni nesillere aktarır. Aynı zamanda tarih, insan topluluklarının bütün faaliyetlerini, geçirdikleri gelişmeleri ve aralarında geçen olayları araştıran ve günümüze nakleden sosyal bir ilimdir.
Bilginler tarihin insanın kendisini bilmesine yaradığını dile getirirler. Geçmişin geleceğe ışık tutması bakımından ehemmiyetli olduğuna vurgu yapılmıştır. İnsanoğlu geçmiş dönemlerdeki hadiseleri çok merak etmektedir. İnsan, geçmiş ile gelecek arasında bir hayatını sürdüren bir varlıktır. Tarih, insan ile geçmiş arasında bir köprü vazifesi yapmaktadır. Tarihin en pratik faydasının tarihten ders çıkarmak olduğu sıklıkla söylenir. Ancak ders çıkarmak, hiçbir zaman tek yönlü bir süreç değildir. Geçmişin ışığında bugünü öğrenmek, aynı zamanda bugünün ışığında geçmişi öğrenmek demektir. Tarihin işlevi, geçmiş ve yaşanılan zaman hakkında daha sağlam bir anlayışı, bunların karşılıklı ilişkileri içinde, ilerletmektir.[1]
Ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan tarafından tarihin tanımı şöyle yapılmıştır: “Tarih ilmi insanların zaman ve mekân çerçevesinde husule getirdikleri tekâmül hadiselerini, bunların şuursuz iptidaî hallerinde, tabiat esirleri yahut maşerî bir vücudun fertleri ve toplulukları sıfatıyla yaptıkları fiillerinde tecelli eylemeleri itibariyle ve maşerî hayatında mevzuu bahis ayrı hallerde rol ve ehemmiyetleri tayin ve tespit edilen psikofizik âmillerin teşkil ettiği illî bağlılıklar çerçevesinde tetkik ve tasvir eder.”[2]
“Tarihini Bilmeyen Bir Topluluk Geleceğe Güvenle Bakamaz”
Hamideddin Ateş Efendi “Darende Tarihi” adlı eserin takdiminde tarih hususunda şu tespitlerde bulunur:
“Anadolu toprakları üzerinde yaklaşık dokuz asrı aşkın zamandır yaşayan milletimiz, cihan tarihinin en büyük ve ihtişamlı devletini kurarken, temel harcını inanç, hoşgörü, sevgi ve adâlet ile atmış ve böylece üç kıtada hüküm sürmüş, yıkılmaz bir kültür ve medeniyet kalesini bina etmişlerdir.
Tarih tekerrürden ibarettir derler. Tarihini bilmeyen bir topluluk geleceğe güvenle bakamaz, ilerleyemez, medeni milletler arasında yerini alamaz. İnsanlar geçmişleri ile iftihar eder ve geçmişten geleceğe bir takım ibret alıcı hadiselerle kendilerine yön verirler. Tarih, atalarımızı bize gösteren bir ayna, onları bizimle konuşturan bir ilham kaynağı ve aradaki tanışıklık bağlarını sağlamlaştıran bir köprüdür. Geçmişten gelen bu eserleri gelecek nesillere aktararak kültür elçiliği yapmak hepimizin görevidir.
Takdime konu olan “Darende Tarihi” adlı eser, münbit Anadolu topraklarının bereketli, manevî bir havanın teneffüs edildiği aynı zamanda tarihî derinlikleri haiz, her karışı şüheda kanları ile yoğrulmuş, başta Taceddin-i Velî, Abdurrahman Erzincanî ve Şeyh Hamid-i Velî/Somuncu Baba gibi, bilge kişilerin, evliyaların yaşadığı, elhasıl manevî ışıklarıyla aydınlattıkları bölgeye, misk-i anber gibi güzel kokular saçan, çevreyi gül bahçesine çeviren ulvî dinamiklerimizin yetiştiği toprakların tarihidir.
Temiz, pak necip, mümtaz şahsiyetleri içinde barındıran, “Şerefi’l-mekân, bi’lmekîni” yani “Mekânın şerefi oturanın şerefi ile kaimdir.” sözü ile geçmişi gelecekle bütünleştiren ve burcu burcu Anadolu kokan bu belde, yoğun bir tarihî hareketlilik göstererek çeşitli medeniyetleri sinesinde misafir etmiştir. İlim, irfan merkezi olmuş, büyük âlimleri, devlet adamlarını yetiştirmiştir. Tarihî eserlerin çokluğu, bu beldenin Romalılar, Bizanslılar, Danişmendler, Selçuklular, Kadı Burhaneddin, Zülkadirliler ve Osmanlılar Dönemlerinde bir tarih ve kültür şehri olduğunun göstergesidir. Osmanlı Dönemi’nde “Belde-i hamse-i mutahhara”dan yani temiz, seçkin beşbeldeden biri olan Darende, şehirlerle birlikte gönüller imâr eden erenlerin, maneviyat sultanlarının bahçesidir.”[3]
Tarih şuurunu iyi bilen ve tarihî hadiseleri doğru bir şekilde değerlendiren Osman Hulûsi Efendi katılmış olduğu bir kursta şöyle bir değerlendirme konuşması yapar:
"Cenab-ı Allah pek çok sure ve ayetlerde emirlerini tarihî vak'aları hatırlatarak anlatır. Meselâ her vakit namazda okumaya çalıştığımız Fil ve Kureyş Sûreleri bunlara birer örnektir.
Her insanın da bir geçmişi vardır. Bu bir tarihtir. Babası belli olmayan kişilere ne söylendiğini bilirsiniz. Cibilliyet, geçmiş çok önemlidir. Ot çekilir köküne bakılır. Tarihini bilmeyen, onu yaşatıp koruyamayan geleceğini de kuramaz ve koruyamaz. Tarihimizde Alpaslan, Fatih, Kanûnî'ler ve İstiklâl Harbi’ndeki kumandanlarımız ve silah arkadaşları da öyledir. Bunların hepsi de vatanımız için, hürriyetimiz için, geleceğimiz için, canlarını ortaya koymuş kahramanlardır. Hepsini rahmet ve şükranla yâd etmek, dualarla anmak gerekir." buyurmuşlardır.[4]
Tarih İbret Almak İçin Anlatılır
Nakşbendî ve Hâlidî meşâyihindan Osman Hulûsî Efendi (k.s.) hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerle iştigal etmiş, ilim sahasında belli bir seviyeye erişirken vehbî ilimlerle de bütün ilimlere vakıf olmuştur. Böylece o, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinde derinleşmiş bir kimse olarak irşad ve tebliğ vazifesini yerine getirmek için yazdığı eserlerde ve çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda sık sık tarihî olaylara atıflarda bulunmuştur. Geçmişte gerçekleşen pek çok hadiseyi ibret alınarak uygulanması veya terk edilmesi için anlatmış, vermek istediği mesajı daha anlaşılır ve akılda daha iyi tutulabilir hâle getirebilmek üzere önceki dönemlerde meydana gelen olayları anlatarak insanların ibret almalarını sağlamaya çalışmıştır.
Osman Hulûsi Efendi (k.s.) tebliğ için şiiri bir vasıta olarak kullandığı gibi tarihî kıssaları da aynı sebeplerle sık sık kullanmış, vermek istediği mesajları daha tesirli hâle getirebilme hususunda şiirin yanı sıra tarihî hadiselerden de yaralanmıştır.
Osman Hulûsi Efendi (k.s.), halk kitlelerinin kolay anlayacağı ve aklında muhafaza etmekte zorlanmayacağı anlatımları eserlerinde sıkça kullanmıştır. Çoğu ezberlenen şiirleriyle, dilden dile anlatılan hikâyeler ve menkıbelerle vermek istediği mesajları halka aktarmaya çalışmış, böylece örgün eğitim alma fırsatını kaçıran insanların dinî-tasavvufî bakımdan eğitilmesinde önemli başarılar elde etmiştir. Genel okuyucu ve dinleyicileri hedef kitle olarak aldığı hutbelerinde özellikle sade ve samimi bir üslup ve dil kullanmış, bu sebeple de ilgiyle takip edilerek dinlenmiş ve okunmuştur.
Hulûsi Efendi (k.s.) hutbeleri ve diğer eserlerinde tarihî olaylar ve şahıslara sık sık atıflarda bulunmuştur. Bir meseleyi ortaya koyarken tarihî verilerden istifade ederek anlaşılmasını ve akılda kalmasını kolaylaştırmak istemiştir. Bilindiği gibi İslâm tarihî kaynakları arasında Kur’ân-ı Kerim’in önemli bir yeri vardır. Özellikle İslâm’ın doğup gelişmeye başladığı dönemle ilgili olarak, gerek Hz. Peygamber (s.a.v.) gerekse sahabîler hakkında nazil olan pek çok ayet-i kerimede bilgiler bulunmaktadır. Bu sebeple de Osman Hulûsi Efendi tarihî olaylardan istifade ederken en önemli ve birinci kaynak olan Kur’an ayetlerine sık sık atıflarda bulunmuştur.
Benzer şekilde hadis-i şeriflerden de verilmek istenilen mesajı daha etkili kılabilmek için yoğun bir şekilde faydalanılmıştır. Referans gösterilen hadislerin genellikle muteber hadis kaynaklarından seçildiği dikkat çekmektedir. Bu noktada şunu da ifade etmek gerekir ki Hulûsi Efendi hadis-i şerifleri teknik bakımdan bir incelemeye tabi tutmak yerine, hadisle vermek istediği mesaj üzerinde durmuştur.
Hulûsi Efendi (k.s.)’nin özellikle Müslümanların tarihî bakımından önemli olan geçmiş olaylarına atıflarda bulunurken zaman zaman siyer, meğâzî ve genel tarih kitaplarından geniş alıntılarda bulunduğu, hatta bazen teferruat sayılabilecek hususlarla ilgili bilgileri de verdiği görülmektedir.[5]
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri Nakşbendî-Hâlidî yolundaki mutasavvıf ve tarihî kıymetleri muhafaza eden bir tarih âşinasıdır. Bu vesileyle Şeyhzadeoğlu Özel Kitaplığı Özel Defteri’nden hakkındaki birkaç görüşü sizlerle paylaşalım:
İlim ve İrşad Ocağına Saygı
“Pek Muhterem H. Hulûsi Beyefendi;
Bir gün sizi görmek iştiyakıyla yanıyordum. Allah (c.c)’a çok şükür hürmetkârı bulunduğum Muhterem İsmail Hakkı Efendi’yle birlikte Elbistan’da görüştük. İçten bağlılığımı orada teyid ettim. Bugün de ziyaretim beni mesut etti. Evinizin bir müze (oluşu), kitaplığınızın büyüklüğü beni çok mütehassis bıraktı. Evinizin bir ilim ve irşad ocağı olması takdire değer. Bu memleketin sizlere ve sizler gibilere çok ihtiyacı olduğunu hissediyorum.
Allah’tan sağlık afiyet diler, sa’yinizin meşkûr, amelinizin daim olması temennisiyle ellerinizden öperim efendim.
19.10.1986
Hürmetkârınız
Emekli Lise Müdürü
Hüsamettin Yinanç”
Şehzadeoğlu Özel Kitaplığı defterinde Hüsamettin Yinanç imzasını görünce aklımıza Mükrimin Halil Yinanç gelir. Elbistanlı âlim bir ailenin ferdi olan Mükrimin Halil Bey (1900-1961), ilk gençlik döneminde Paris’e gider. Burada adı dünyanın ünlü kütüphaneleri arasında olan Bibliothéque National’de düzenli incelemelerde bulunur. Kütüphanede geçirdiği günlerde el yazması eserleri inceleyen hoca burada Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nin ünlü şair ve tarihçisi Enverî’nin kaleme aldığı, 3 bin 730 beyitten oluşan mesnevî tarzındaki tarih eseri “Düsturnâme-i Enverî” ile karşılaşır.
O dönemde Türkiye’de bilinmeyen ve bulunmayan eserin önemini bilen hoca hemen bir kopyasını almak ister. Ancak eser tek nüshadır ve fotokopisini almak bir kenara, fotoğrafını çekmek ya da kütüphane dışına çıkarmak dahi yasaktır. Bu değerli ve nadide eseri ülkemize kazandırmak için çareler aramaya koyulan Mükrimin Halil Hoca sonunda dillere destan olacak hafızasına güvenerek eseri ezberlemeye karar verir.
Tek nüsha olduğu için sadece okuma izni alan hoca her gün bu eseri alır ve günde beş sayfa, on sayfa ezberlemeye başlar. Kütüphaneden çıkıp doğruca kaldığı otele gider ve o günkü ezberlerini burada kâğıda geçirir. Bu şekilde günlerce kütüphaneye gidip gelerek eserin tamamını istinsah eder. Türkiye’ye dönünce eseri eski harflerle yayınlar. Bu arada, daha sonra eserin bir nüshası da İzmir’de bulunur. Bunun üzerine Mükrimin Halil Yinanç’ın ezberleyerek istinsah ettiği nüsha ile İzmir’de bulunan nüsha karşılaştırılır ve virgüllerin dahi yerli yerinde olduğu görülür.
Hulûsi Efendi Hazretleri’nin ziyaretine gelen bir başka tarihçimiz ise Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu’dur.
1917-2005 yılları arasında yaşayan tarih araştırmacısı Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu; Fransızca, İngilizce, Arapça ve Farsça bilmektedir. Geniş bilgisi ve güçlü hâfızasından dolayı kendisine “ayaklı kütüphane” ve konferans vermek amacıyla çok seyahat ettiğinden “Evliya Çelebi” gibi unvanlar yakıştırılmıştır. Tarih ve dil çalışmaları yanında sosyal ve kültürel hayatta da aktif rol oynamış, birçok cemiyetin kuruculuğunu ve yöneticiliğini yapmıştır. Halk edebiyatıyla da yakından ilgilenen Kırzıoğlu öncelikle adım adım dolaştığı Kars ve çevresindeki yazılı ve sözlü şiir, destan gibi eserleri derleyerek geniş bir arşiv oluşturmuştur. Çalışmaları çoğunlukla Doğu, Güney, Kuzey Anadolu ve Kafkasya üzerine olup bu bölgelerin tarihî, coğrafyası, dili, kültürü, tarihî şahsiyetleri ve folkloruyla ilgilidir.[6] Deftere şu satırları tarihî bir vesika şahitliği ve titizliğiyle nakış nakış satırlar işlemiştir:
“Darende’mizin medâr-ı iftihârı, büyük bir münevver ve ocak, bir şerefli ve şerafetli ailenin vârisi olarak, cibilliyetinize uyan biçimde Türk-İslâm irfânı yâdigârlarını cem’ ve kütüphane ve aile müzenizde muhafaza etmenizin kadir ve kıymetini takdirden âcizim. Zât-ı âlinizi hürmet ve hararetle tebrik eder; erbâb-ı ilimden her yaştakilere, bu hazinelerinizden istifadeye açık oluşunuza da gıbta ile Hulûsi Ateş Hazretleri’ni tekrar tebcil eylediğimi arz ederim.
24.10.1976
Gazi Üniversitesi Tarih Kürsüsü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. M. Fahretttin Kırzıoğlu”
[1] Adnan Demircan, “Tarih Üzerine Bazı Düşünceler”, Milel ve Nihal, 4 (3), 69-89. 2007.
[2] A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, 4. Basım, İstanbul 1985, s. 13.
[3] H. Hamideddin Ateş, Darende Tarihi Takdim Yazısı, İstanbul, 2001.
[4] Tektaş Musa, Mehmet Ali Cengiz İle Söyleşi, Darende Haber Gazetesi, Yıl: 3, Sayı: 34, s. 8, Ocak 2002.
[5] Ünal Kılıç, Osman Hulûsi Efendi’nin Eserlerinde Tarihi Referanslar ve Tarihi Şahsiyetler, Somuncu Baba ve Hulusi Efendi Sempozyum Bildirileri, 18.06.2010, ss.307-314.
[6] S. Esin Dayı, TDV İslam Ansiklopedisi, “Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu” Maddesi, , C: Ek-2, s. 64-65, Ankara, 2019.
Musa TEKTAŞ
YazarÇanakkale Zaferi'nin Dünya Savaş Tarihinde Eşi Emsali Yoktur. Şanlı ecdadımız tarih yazan değil tarih yapan necip bir millettir. Öyle ki milletimiz büyük bir vatan aşkıyla zaferden zafere koşmaktan za...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Tasavvufî sohbetler, bir edeb mektebi olarak gönülleri eğitir. Mürşid-i kâmil bu mektebin muallimidir, gönül yolunun sâlikleri olan ihvanlar ise bu mektebin talebeleridir. Sohbet ortamında, müritler m...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tarihçi-Yazar İsmail Çolak ile Tarihe, Osmanlı’ya Ve Çanakkale’ye Dair HasbihalTarih ve tarihçi olmak sizin için ne anlam ifade ediyor, tarihte ne buluyorsunuz?Tarihime, köklerime ve mukaddesâtıma sev...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Allah’a yakın olabilmek için iyilik yolunda yürümek, iyiliğe gönül vermek, gerekirse can vermek gerekir. Sahâbe-i kirâm bütün hayatını, malını, canını Allah’ın dinine ve Rasûlullah’ın emri üzere fedâ ...
Yazar: Musa TEKTAŞ