Fütûhu’l-Büldân’da Darende’den Kesitler
Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvud el-Belâzurî, Hicret’in üçüncü asrında yaşamış, tarihçi, neseb/soy âlimi, edib ve şair, Farsçadan Arapçaya tercümeler yapmış çok meşhur bir şahsiyettir. Onun ailesi, şahsî hayatı ve çocuklarına dair kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Farsçadan Arapçaya tercümeler yapmış olmasından dolayı çağdaş araştırmacılar, umumiyetle onun İran asıllı olduğunu söylerler.
Belâzurî’nin doğum yeri ve tarihi de bilinmemektedir. Umumiyetle onun Bağdat’ta, Hicret’in ikinci asrının sonlarında doğduğu tahmin edilmektedir. Kendisinin Abbasî halifesi el-Me’mûn’u bir şiirle medhetmesi, onun hayatına dair bilinen ilk haberdir. Buna göre el-Belâzurî nin, 833 yılında ölen el-Me’mûn’un huzuruna çıkabilmesi ve kendisini bir şiirle övebilmesi için, o sıralarda, en azından yirmi yaşlarında olduğu tahmin edilebilir.
Belâzurî nin hayatına dair kaynakların bize ulaştırdıkları haberlerin hemen hemen tamamı, onun Abbasî halifeleri ve vezirleriyle olan münasebetleridir. Me’mûn’dan sonra Abbasî halifesi olan Mu’tasımbillah (öl.842) ile Vâsıkbillah’ın (öl.847) zamanlarında, Belâzurî’den bahsedilmeyişinden, bu sıralarda onun Suriye’ye seyahat ettiği, Dımışk, Humus ve Antakya’yı ziyaret ettiği ve buradaki âlimlerden ders aldığı tahmin edilmektedir.
Abbasî Halifesi Mütevekkil’in sarayında Belâzurî’nin sünnet merasiminde hazır bulunduğu Mu’tezz-Billah (öl.866) halife olunca, oğlu Abdullah’ın yetiştirilmesini ve hocalığını ona tevdi etti. Daha sonra bir gün halifelik yapacak olan ve bazı eserler ve bunlar arasında Tabakâtu’ş-Şuarâ adlı bir kitabı da bulunan Abdullah ile beş yıl kadar meşgul oldu. Bu devre, el-Belâzurî’nin Abbasî halifelerinden gördüğü yakınlığın artık sonudur.
Mu’tezz’in ölümünden sonra, onun zorluklara katlanmaya ve geçim sıkıntısı çekmeye başladığını görüyoruz. Mu’temid-Billah’ın (öl.892) zamanı, el-Belâzurî’nin hayatının en kötü, en sıkıntılı ve yoksulluk içerisinde geçirdiği dönemidir. Artık o, halifelerin kapsına gidememekte, vezirler seviyesine düşmüş bulunmaktadır. Belâzurî tanıdığı vezire gider; o da kendisine bir miktar yardım yapar. Ancak ikinci defa gidince kapıyı yüzüne kapatır.
Belâzurî, 879-890 yılları arasında vezir olan Ebû’s-Sakr İsmail b. Bülbül’ün kendisine yardım yapması için bir şiirle onu metheder. Vezir de kendisine güzel bir mektup yazıp ihsanda bulunacağını vadeder, ancak o bu vadini yerine getirmez. Bunun üzerine Belâzurî, onu hicveden şiirler söyler ve “Ona sığınan alçaktır.” der. Daha sonra 890 yılında Ahmed b. Salih Şîrzad vezir olur. Belâzurî kendisinden yardım ister; vezir biraz yavaştan alır ve onu oyalar. Bunun üzerine Belâzurî kendisini hicveden şiirler yazmaya karar verir. Bundan çekinen vezir de ona yardım eder ve ihtiyaçlarını karşılar.
Belâzurî, 892 yılında seksen küsur yaşlarında vefat etmiştir. İbnü’n-Nedim’in meşhur eseri el-Fihrist’te, Ahmed b. Yahya’nın, hafızasını kuvvetlendirmek için, hayatının sonlarında, Hindistan cevizine benzer bir meyve olan belâzurdan içtiğini; bunun bir sonucu olarak da hafızasını kaybedip hastaneye bağlanmak durumunda kaldığını ve orada öldüğünü bildirmektedir. Bu sebeple Fütûhu’l-Büldân müellifi olan Ahmed b. Yahya’ya, “el-Belâzurî” ye Belâzurî unvanı verilmiştir ve o, bu unvanı ile meşhurdur. Eserleri, Ensâbü’l- Eşrâf ile Fütûhu'l- Büldân’dır.
Ensâbü’l - Eşrâf
Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in hayatı ile başlayan bir Tabakât kitabı hüviyetindedir. Çok geniş ve şümullü bir eser olan Kureyş Kabilesi’nin ileri gelenleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amcası Ebû Talib, sonra diğer amcası Abbas b. Abdilmuttalib oğullarından yani Kureyş’in Benî Haşim kolundan başlayarak ele alınmaktadır. Kureyş Kabilesi’nden sonra da, diğer Arap kabilelerine, Kays ve bilhassa Sakîf’e yer verilmiş bulunmaktadır. Bu şekildeki bir tertip, Hz. Ömer’in Divan Teşkilatı’nda, sahabîlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kabilesi Benî Haşim’den başlayarak, Kureyş’in diğer kollarını, bu kabileye yakınlık derecesine göre tasnif ve tertip etme geleneğine dayanmaktadır.
Fütûhul-Büldân adlı eseri, İslâm fetihleri hakkında yazılmış olan ve zamanımıza ulaşabilen eserlerin en eskilerinden birisidir. Belâzurî’den sonraki neslin meşhur tarihçisi Mes‘ûdî (öl.938), “Ülkelerin fetihleri konusunda ondan daha güzelini bilmiyoruz.” diyerek bu kitabın değerini takdir etmiştir. Belâzurî, ülkelerin fetihlerine, Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in Medine’ye hicreti ile başlamaktadır. Daha sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in zamanında, Arap Yarımadası’nın çeşitli bölgelerinin İslâm hâkimiyetine nasıl girdiği ele alınmaktadır.
Hazreti Peygamber’in bu âlemden ayrılışından sonra ortaya çıkan dinden dönme hareketlerinin, Hazreti Ebû Bekir’in halifeliği zamanında nasıl bastırıldığı yazıldıktan sonra, mücadeleler anlatılmaktadır. Suriye (Şam) başkumandanlığı altında fethedilen bölgeler; Suriye ve çevresi, Filistin, Anadolu’daki bazı şehirler (Darende, Malatya, Maraş, Tarsus), Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya) ve Akdeniz adalarıdır.
Irak başkomutanlığı altında fethedilen bölgeler; Sevad (Irak-Mezopotamya), İran, Azerbaycan, Horasan ve Sind’dir. İki ayrı hat üzerindeki çeşitli şehir ve bölgelerin, kabile ve milletlerin, İslâm Devleti hâkimiyetine girişlerinin anlatılması yanında, kâğıdın kullanılması, divanlar, yeni kurulan şehirler ve bunlar arasında bilhassa Küfe ve Basra ile Bağdat, haraç arazilerinin durumu, Hazreti Ömer’in Divan Teşkilatı, mühür, paralar ve Arap yazısı gibi, siyasî ve askerî gelişmeler dışındaki, iktisadî, içtimaî, kültürel ve devlet teşkilatına ait konuların da bu eserde geniş bir şekilde yer aldığı görülmektedir.
el-Belâzurî, bir yerin nasıl fethedildiğini tespit ederken, bilhassa sulh yoluyla mı, yoksa savaş yoluyla mı ele geçirildiğini ifade etmektedir. Çünkü bu husus, toprak vergilerinin tespiti bakımından büyük bir ehemmiyet taşımaktadır. Diğer taraftan, gayr-ı müslimlerin ödedikleri cizye vergisinin de, aynı şekilde belirlenmesine itina gösterdiğini gördüğümüz el-Belâzurî, fetihlerden sonraki imar ve Müslümanların iskânı faaliyetlerine ve bilhassa cami yapılmasına ait haberler ve rivayetler hususunda, zengin tarihî vesikaları bize nakletmiş bulunmaktadır.
Bu eserinde Darende ve Malatya’nın fethinden bahsedilmektedir. Bu hususta geniş mahiyette bir çalışma yapmaktayız. Bu eserle ilgili XX. yüzyılda yaşayan son divan şairlerinden olan mutasavvıf ve gönüller Sultanı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin bir hatırasını nakletmek yârinde olacaktır:
1987 yılında Fütûhu’l-Büldân’ın çevirisi yapılıp eser Kültür Bakanlığı’nca neşir edilmesi üzerine Hazret “Oğul bu kıymetli bir tarih kitabıdır. Darende’den bahseden ilk eserdir. Darende ve Malatya’nın fethi bu eserde anlatılmaktadır.” buyurmuş ve bu eseri aldırarak Şeyhzadeoğlu Özel Kütüphanesi’ne eklemiştir. Okumaya ve kitaba çok önem vermesi hususunda çevresindeki insanlara örnek olmuştur. Bu vesile ile Darende ve Malatya’ya ne kadar önem verdiği görülmüştür. Şimdi Fütûhu’l-Büldân’a göre Darende ile ilgili birkaç anekdot verelim:
“Müslümanlar, 83 (M. 702) yılında Abdullah b. Abdilmelik’in Turanta’ya savaşından sonra oraya indiler ve orada evler yaptılar. Burası Malatya’dan üç merhale uzaklıkta ve Rum ülkesinin içlerindedir. Malatya, o günlerde yıkılmış bir hâldeydi ve orada, Ermeni ve başkalarından yalnızca bazı zimmet ehli kimseler bulunuyordu. El-Cezîre ordusunun öncü birlikleri yazın buraya gelirler ve kış gelip kar yağıncaya kadar orada kalırlar, sonra dönerlerdi.”
İslâmî Dönemlerde Darende adı muhtelif isimler altında zikredilmiştir. Belâzurî, Fütuhu’l-Büldan adlı eserinde Hicri 83/702 yılı hadiselerini anlatırken Darende’den Turanta, Mısır tarihçisi İbn-i Tağriberdi’nin Nücumu’z-Zâhire adlı eserinde Darende’den bazen Darende bazen Turanda şeklinde bahsedilmektedir. İbnü’l-Esîr ve Ebu’l-Ferec yine aynı isimle, Kalkaşandî, Subhu’l-A’şâ adlı eserinde Derende olarak bahsetmektedir.
Osmanlı kaynaklarında genellikle Derende yazılıdır. Kâtip Çelebi “Cihannumâ”da, Âlî “Künhü’l-Ahbar”da Müneccimbaşı “Sahâifu’l-ahbar”da, Hadidî “Tevârih-i Âl-i Osman”da, bazı anonim “Tevarih-i Âl-i Osman”larda, Evliya Çelebi “Seyahatname”de Darende’yi “Derende” olarak zikretmiştir. 16. yüzyıl Tapu Tahrir Defterleri’nin tamamında yazılış “Derende” tarzındadır. 19. yüzyıla gelinceye kadar Darende ismi Osmanlı vesaikinde istisnasız olarak hep “Derende” şeklinde yazılmıştır. Darende tarzında yazılış 19. yüzyıldan itibaren başlamıştır ve bütün vesikalarda bu tarzda kullanılmıştır.
“Ömer b. Abdilaziz halife olunca, Turanta halkını, onlar istemedikleri halde başka yere nakletti; o, kendilerini düşmana karşı korumak için nakletmişti. Halk, hiçbir şeylerini bırakmadan bütün eşyalarını naklettiler; sirke ve zeytinyağı küplerini kırdılar. Ömer b. Abdilaziz onları Malatya’ya indirdi ve Turanta’yı yıktırdı; Malatya’ya da Benî Âmir b. Sa’sa’a Kabilesinden Ca’vene b. el-Hâris’i vali tayin etti.”
Yusuf bin Tağrıberdi, 100/718’de Darendeliler’in Ömer bin Abdulaziz tarafından Malatya’ya nakillerini anlatır iken “Bu yıl içinde Ömer bin Abdulaziz Darende halkının Malatya’ya taşınmalarını emretti. 83/702’de yapılan muharebelerden sonra Abdullah bin Abdulmelik, buraya Müslümanları yerleştirmişti. O zaman Malatya harap bir hâlde idi. Cezire’den Darende’ye ikamet etmek için asker geliyor, kar yağınca geri dönüyorlardı. Ömer bin Abdulaziz halife olunca, Müslümanlara zarar gelmesi korkusuyla Darende halkının şehri boşaltarak Malatya’ya dönmesini emretti. Şehir boşaltılarak tahrib edildi.” der. Bu ifadesiyle o da Darende’nin ilk defa 702’de fethedildiğini tasdik eder.
Fütûhu’l-Büldân’ın birçok baskısı yapılmıştır; Latince, İngilizce, Almanca, Farsça ve Arapça olarak neşredilmiştir. Fütûhu’l-Büldân, Zâkir Kadiri Ugan tarafından, Maarif Vekâleti Klasikleri arasında, iki cilt hâlinde, İstanbul’da 1955-56 yıllarında, Türkçemize de kazandırılmıştır. Eser ile ilgili olarak ciddi anlamda çalışma yapmak suretiyle 1987 yılında günümüze kazandıran Prof. Dr. Mustafa Fayda olmuştur.
Bibliyografya
Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 2012.
Gregory Abû’l-Farac Abû’l-Farac Tarihi, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), Ankara 1987.
Gelibolulu Mustafa Ali, Künhü'l-Ahbar, ( Derleyici: Ali Çavuşoğlu ), İstanbul 2019.
İbn-i Tağrıberdi, Nücumu’z-Zâhire fi Mülük-i Mısr ve’l-Kâhire , ( Çev: Ahsen Batur), İstanbul 2013.
İbnü’l-Esîr, el-Kamil fi’t-Tarih, ( Çev: Ahmet Ağırakça - Abdülkerim Özaydın) İstanbul 2016.
El-Belâzurî, Fütuhu’l-Büldan, (Çev. Mustafa Fayda), Ankara 1987.
Kâtip Çelebi, Cihannüma, İstanbul 2010.
Müneccimbaşı, Sahaif-ül-Ahbar fi Vekayi-ül-a’sar, İstanbul 2019.
Resul KESENCELİ
YazarŞeyhzâdeoğlu Özel Kitaplığı’nda BulunanAhmed B. Veliyüddîn Ed-Darendevî’nin En'âmü'ş-Şerîf Adlı EseriHacı Hulûsî Ateş Şeyhzâdeoğlu Özel Kitaplığı’nda kitap numarası 407 ve tasnif numarası 297 olarak k...
Yazar: Fatih ÇINAR
1.BeyitEy gönül hâk idi aslın sen yine hâk olagörDerd-i Hakk ile yanuban cümleden pâk olagör(Ey gönül! Senin aslın toprak idi, sen yine (aslına dönerek) toprak ol, Hak (Allah’a kavuşma) derdiyle yanar...
Yazar: Resul KESENCELİ
Köy odasının küçük penceresinden bembeyaz bir ışık süzülürken, kışın kuşluk vaktinin o durgun atmosferi odanın tamamını kaplamıştı. Odanın içinde üç beş kilim parçası ve birkaç minderden başka bir şey...
Yazar: Aydın BAŞAR
Yaşama kılavuzumuz olan Kur’an, insan için bir tezkire/bir öğüttür. İnsan her kıssadan bir hisse çıkarmalıdır. Her şeyi yaratan yüce Allah, bizim de yaratıcımızdır. Bütün varlıklar içerisinde insan ay...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ