Halil İnalcık ve Tarihe Bakış
Tarihimiz günümüzde büyük bir ilgi görüyor. Bu sahada düşünenlerin, araştırma yapanların ve ortaya eser koyanların sayısı da gün be gün artıyor. Şüphesiz bu müspet gelişme, çok sevindiricidir. Zira bugün yaşadığımız hadiselerin benzeri dün tahakkuk etmişti. Dolayısıyla maziden ders, geçmişten hisse çıkarmak için tarihe yönelmek, en doğru ve makul bir davranış olsa gerek. Zira gerçekler, tarihle aydınlanır, hakikatler ancak bu şekilde bulunur.
Kabul edelim ki, son yıllarda tarihimize kadirşinaslık, vefa gösteriyoruz. Bu hayırlı rüzgâr, güçlü bir şekilde esiyor. Doğrusu da zaten budur. Bir millet tarihiyle ayakta durur, ecdat sevgisiyle bilenir, mazisinden aldığı güç ve kuvvetle çevresindeki ateş çemberinden rahatlıkla kurtulur. TRT’de ve ATV’de başlayan ve devam eden dizi filmlerin bu uyanışa ciddi anlamda katkı sağladığını düşünüyorum.
Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Payitaht Abdülhamid, Alparslan Büyük Selçuklu, Mehmetçik Kut’ül-Amare, Kıbrıs Zafere Doğru, Barbaroslar Akdeniz’in Kılıcı gibi tarih şuuru aşılayan dizi filmler milletimiz tarafından büyük takdir görüyor, alkış ve dua alıyor. 1980’lerde de benzer bir hizmette bulunulmuştu: Tarık Buğra ve Yücel Çakmaklı’nın TRT için gerçekleştirdikleri Osmancık, Küçük Ağa ve Dördüncü Murat gibi tarihî diziler unutulabilir mi? Dün büyük bir boşluğu dolduran bu tür çalışmalar şimdi de devam ediyor.
Diğer televizyonlarımızın da TRT ve ATV’yi örnek alması umulur. Peki, tarihin sadece ekrandan yansıtılması yeterli mi? Hayır, bu güzel hizmetin devamı, neşriyat boyutu vardır. Yani kitaplar, filmlerin ardından gelmeli ve bu tarih şuuru okumalarla dalga dalga yayılmalıdır. Filmleri seyredenler, konu ile alakalı eserleri de arayıp bulmalı ve okumalıdır. Bu kitaplar araştırılırken, kendilerine güvenilen iyi tarihçiler ve tarihî roman yazarlarından asla şaşmamalıdır.
Romanlarıyla aziz milletimize ecdadı sevdiren, tarihî hakikatleri öğreten büyük yazarları elbette unutamıyoruz. Bunlardan dört büyük ismi hemen anmalıyım. Rahmet-i Rahman’a kavuşan Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mehmed Niyazi ve Yavuz Bahadıroğlu. Peki, sadece romancılarımız mı tarihimizi sevdirdi? Hayır. Onların yanı sıra büyük tarihçilerimiz de ilmî eserleri sayesinde, milletimizin mazisiyle barışmasını ve buluşmasını sağladılar.
Bu tarihçiler arasında Osman Turan, Mükrimin Halil Yinanç, Faruk Sümer, Yılmaz Öztuna, İbrahim Kafesoğlu, Halil İnalcık, Kemal Karpat ve Ziya Nur Aksun gibi isimleri elbette unutamayız. Her biri, ulu tarihçiler zincirinin mümtaz devamı ve birer altın halkasıdır.
Evet, genel olarak tarihe, bilhassa bizim tarihimize büyük bir ilgi var. Bunu yayıncıların açıklamalarından, kitap fuarlarındaki talepten rahatlıkla görebiliyoruz. Bu alakanın temelinde, tarihi doğru öğrenme isteği, arzusu, iştiyakı var. Zira düne kadar resmî tarih kitaplarında ecdadımıza karşı bir tavır vardı.
Neredeyse bütün Osmanlı padişahlarına garazkâr bir tutum görülüyordu. Çocuklarımıza ve gençlerimize sultanlarımızın çoğu, iradesi zayıf, hain, hasta hatta deli olarak tanıtılıyordu. Hâlbuki bu padişahlar sayesinde Osmanlı Devleti 624 sene ayakta durmuş, ordumuz üç kıtada at oynatmış ve milletimiz dünyaya nizam vermişti. Küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştu.
Uydurma bilgiler ve iftiralarla mazimize, yani tarihimize karşı tavır konulurken Batı’da yeni kurulmuş yapay devletler için uydurma tarihler yazılıyor, kanla ve katliamlarla dolu geçmişleri abartılarak günümüze taşınıyordu. Emperyalistlerin sömürgeleştirdikleri topraklardan kazandıklarıyla kurdukları sözde ‘büyük devlet’lerin, insanlığa örnek olduğu öne sürülüyordu. ABD’nin zulümlerle dolu kirli tarihi, çizgi romanlar ve sinemayla parlatılmaya çalışılıyordu.
İnsanımız, bilhassa gençler doğru tarihi öğrenmek istiyorlar. Gerçeği, yalnızca hakikati görmek ve ona inanmak istiyorlar. Sahih tarihin ortaya çıkışında ve yaygınlaşmasında dürüst tarihçilerin, hakperest ilim adamlarının rolü şüphesiz çok büyüktür. Bu tarihçilerimizden biri de, “Tarihçilerin Kutbu” olarak bilinen merhum Prof. Dr. Halil İnalcık idi.
7 Eylül 1916 tarihinde İstanbul’da doğan Halil İnalcık, 25 Temmuz 2016 tarihinde tam 100 yaşında vefat etti ve kalabalık bir cemaat tarafından Fatih Camii Haziresi’nde toprağa verildi. Yedi dil bilen, ABD’de Osmanlı Tarihi Kürsüsü kuran Halil Hoca, ömrünü tarihimizin doğru anlaşılmasına adamış gerçek bir ilim adamı ve üstün bir tarihçiydi. Aynı zamanda değerlerine bağlı, ülkesini, milletini ve devletini seven şuurlu bir aydındı.
Ana hatlarıyla Halil İnalcık’ın hayatından bahsedelim. Aslen Kırım Tatarı bir Müslüman Türk. 1916 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi. Mezun olduktan sonra akademisyenliğe geçti ve Yakınçağ Bölümü’nde asistan oldu. 26 yaşında iken, “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” adlı teziyle doktorasını tamamladı. Doktorası, Türk Tarih Kurumu tarafından neşredildi.
Doçentlikten sora da 1952 yılında profesörlüğe yükseltildi. Araştırmalarını yurtiçinde ve yurtdışında sürdürdü. Columbia Üniversitesi'nde ders verdi. 1956’dan 1972’ye kadar olan dönemde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Osmanlı ve Avrupa Tarihi” üzerine ders verdi. Emekli olduktan sonra dört yıl boyunca Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Merkezi’nin başkanlığını yürüttü.
Chicago Üniversitesi Osmanlı Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını yapan İnalcık, 1986’da buradan emekli oldu. Aynı yıl Amerikan Akademisi’ne, 1993 yılında British Academy’e üye seçildi. İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerini çok iyi konuşan İnalcık, Arapça ve Farsçayı kullanabiliyor, İtalyancayı da anlayabiliyordu. 1991 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından Üstün Hizmet Ödülü’ne lâyık görüldü. 1993’ten sonra Bilkent Üniversitesi’nde talebe yetiştirmeye başladı. Türkçe ve İngilizce pek çok tarihî eser hazırlayan İnalcık, 25 Temmuz 2016 tarihinde Ankara’da tedavi gördüğü hastanede 100 yaşında iken hayata veda etti. İstanbul’a getirilerek Fatih Camii Haziresi’ne defnedildi.
Hayatı boyunca 500’den fazla ilmî makaleyi yazan Halil İnalcık, tarih sahasında her zaman müracaat edilen eserlere imza attı. Bunlardan bazıları şunlardır:
Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Has-Bağçede Ayş u Tarab, Devlet-i Âliyye Serisi, Osmanlılar-Fütühat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler, İstanbul Tarihi, Türk Tekstil Tarihi, Sultan Murat Han ve Gazavatname, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), Tarihe Düşülen Notlar, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1445 Tarihli Paşa Livası İcmal Defteri, Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası, Osmanlılar ve Haçlılar, Tanzimat, Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı, Osmanlı ve Dünya, Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler, Adalet Kitabı, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Şair ve Patron, Demokratik Türkiye. Dört uzmanla birlikte hazırladığı An Economic and Social History of Ottoman Empire adlı çalışması, bugün dünyanın bilim kurumlarında el kitabı olarak okutuluyor.
Halil Hoca, bütün ilmî makalelerinde, üniversitelerdeki derslerinde ve bin bir emekle kaleme aldığı eserlerinde topluma ve bilhassa gençliğe bir tarih şuuru vermeye çalışmış, bunun çabası ve gayreti içinde olmuştur. O biliyor ve inanıyordu ki, bir insan köküyle, özüyle ve medeniyetiyle vardır. İnsan geçmişiyle ayakta durabilir. Bunun için bir asırlık ömrü boyunca gençlerin kendilerine güven duymalarını istemiş bu şuur, basiret ve ferasetin oluşması için teşviklerde bulunmuştur. Mesela bir konuşmasında şöyle diyordu:
“Ben öğrencilerime hep şunu söyledim: ‘Diğerleri hayal kurarken sen hazırlan. Diğerleri uyurken sen koş. Diğerleri ertelerken sen başla. Diğerleri pişman olurken sen ders al. Diğerleri vazgeçerken sen azmet. Farklı olmanın temelinde bunlar vardır.”
Halil Hoca, bedbinliğe, ümitsizliğe, karamsarlığa ve kötümserliğe şiddetle karşıydı. Ona göre herkes görevini yapmalı, tarihçiler ortaya eser koymalı ve görevlerini hakkıyla yerine getirmelidir. Sürekli olarak tarihimize karşı tavırlı olanlara ve Batı’ya körü körüne hayranlık duyanlara dirayetli bir şekilde karşı çıkıyor ve şöyle diyordu: “Karamsarlık korkaklıktır. Türkiye büyüktür. 1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla, bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Eğer noksanlar varsa gidermeye uğraşmalıyız. Bu devletin tarihine yakışır şekilde yaşamalı ve çok çalışmalıyız.”
Osmanlı tarihini dünyaya tanıtan ve bu sahada büyük emeklerin sahibi olan tarihçimiz Halil İnalcık, genç meslektaşlarına ve mesleğe yeni atılan tarihçilere şu mühim öğütte bulunuyordu: “Daima belgelere sadık kalın. Eğer hakikati ortaya çıkarırsanız, bu daima bizim lehimizedir. Çünkü bugüne kadar tarihimiz hakkında yazılanların çoğu ya yalandır, ya çarpıtmadır. Eğer mübalağa yaparsanız kendinizi kabul ettiremezsiniz, sizi ciddiye almazlar.”
Halil İnalcık sadece büyük bir tarihçi değildi aynı zamanda edebiyata da çok meraklıydı. Zaten belli başlı iyi tarihçilerin edebiyata da yakınlık duyduğunu biliyoruz. Hoca, bu konudaki meylini yakın dostlarına şöyle anlatıyordu: “Aslında tarihçi değil edebiyatçı olmak istiyordum ama üniversitede sadece tarih asistanlığı kadrosu mevcuttu ve benim de bu kadroya ihtiyacım vardı.”
Bu hatırasını naklettikten sonra da edebiyata gerekli zamanı ayıramadığını ifade ederek bir bakıma üzüntüsünü dile getiriyordu. Halil Hoca’nın tarz-ı kadim dediğimiz eski usul ile kaleme aldığı bir rubaisi şöyledir:
Dehr-i fânîden nice cân, nice cânânlar geçer,
Bezm-i işretten aceb mestâne yârânlar geçer,
Bir nefestir cânımız yâr, leblerinde ber-kârâr,
Hey, bu fânûs-ı safâ bir gün söner, canlar geçer.
Somuncu Baba dergimizdeki yazılarımdan birinde, Halil İnalcık ile “Türk Çiniciliği” hakkında yıllar önce yaptığım mülakattan bahsetmiş ve bu konudaki derin bilgisinden bir nebze söz etmiştim. O, Fuad Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi üstatların rahle-i tedrisinden geçmiş ve onlardan istifade etmişti. İlmî disiplin sahibiydi. Aşk ve şevk ile tarihi öğrendi ve öğretti. Ortaya bir tarih metodu koydu.
Onun talebesi olma talihine erişenler, bugün Türk tarihine değer katmaya devam ediyorlar. FETÖ’nün 15 Temmuz ihanetini de görmüş yaşamıştı. Bu kanlı kalkışmadan tam on gün sonra hayata veda etmişti. Son röportajlarından birinde Türkiye’nin bölünmeye çalışıldığını belirtiyor ve herkesi uyanık olmaya çağırıyordu.
Şeyhü’l-Muverrihin, yani “Tarihçilerin Şeyhi” olarak da anılan Halil İnalcık Hoca, ardından pek çok eser ve talebe bırakarak bu fani dünyayı terk etti. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ve Bakanlar Kurulu’nun kararıyla, birçok âlimin, şairin, devlet adamının ve müellifin yattığı Fatih Camii Haziresi’ne defnedildi. Cenab-ı Allah’tan ona ve tarihimize hizmet etmiş olan bütün âlimlere rahmet diliyorum Ruhları şad, kabirleri nur, mekânları cennet, menzilleri mübarek, makamları yüksek olsun.
Mehmet Nuri YARDIM
Yazar38.Hadis“(Hz. Allah şöyle buyurmuştur): ‘Beni seven kimsenin yaşamına son veririm. Hayatına son verdiğim kimsenin diyeti bana aittir. Bir kimsenin diyeti bana düşünce, onun diyeti bizzat ben olurum.” ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Eskiden bu yana Turan ve Türkistan diye adlandırılan ve onun kalbi niteliğinde olan Mâverâünnehir yani Orta Asya coğrafyasının, kültürel, manevi ve bilimsel mirasının önemli bir kısmını kuşkusuz tasav...
Yazar: Yusuf HALICI
Aile Hukukuna Örnek Olan Kadınlar: Adl ve Kübeyşe Bint Ma’nCâhiliye Dönemi’nde kadın cinsel bir obje ve mal olarak görülür, alınır satılırdı. Onun insânî herhangi bir hakkı yoktu. Bu dönemde bir kişi ...
Yazar: Ali AKPINAR
Çocukluk yıllarımızdan itibâren Tarık bin Ziyad bizim için diğer İslâm kahramanları gibi öncüydü ve büyük fetihlerin efsâne komutanıydı. Sonra bir fetret döneminde hem bu yiğit öncüyü hem de Endülüs r...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM