Nurettin Topçu’nun Eğitim Anlayışı
Güneş şahsiyetler vardır ve etraflarında dönüp duran pırıl pırıl yıldızlar! Aslında o yıldızlar da güneşten aldıkları ışığı yansıtırlar. Bu bakımdan bazen yıldızlara bakmak, güneşe nazar etmenin bir başka şeklidir. Biz onlara umumiyetle “ışık adamlar” deriz. Türkiye’nin fikir ve inanç güneşlerinden biri de merhum Nurettin Topçu’dur.
Topçu’nun yakın talebelerini okuyunca özge muallimin ruh ve ideal dünyasına, kendimizi biraz daha yakın hissediyoruz. Orhan Okay, Emin Işık ve Ezel Erverdi, Nurettin Topçu’nun rahle-i tedrisinden geçen kıymetli büyüklerimizdir. Ali Birinci’nin Bir İnsanla Karşılaşmak isimli eseri okunmalıdır. Burada “Nurettin Topçu’nun Sohbetlerinden Kalanlar” bölümü bile, bizi ruhen doyuruyor. Ezel Erverdi’ye ithaf edilen eserin ilk cümlesi, “Hayatımın en güzel ve her fırsatta hasretle yâd ettiğim demleri Nurettin Topçu hocamın sohbetlerinden ibaretti.” diye başlıyor. Takdim’de Nurettin Hoca ve Hareket mecmuası çevresinde toplananlarla tanışmanın hikâyesi var. Muazzam bir bedestene girmiş gibiyiz. Renkler, ışıklar, parıltılı yüzler gözlerimizi kamaştırıyor.
Nurettin Hoca’nın “İnsanları mantık gözü ile değil merhamet gözü ile değerlendirirsek onlara ancak katlanabiliriz.” sözüyle, büyük kapıdan içeri giriyoruz. Ali Birinci Bey, Hoca’nın feyizli veciz sözlerini kaydetmiş. Meselâ “Müslüman adam ‘Bırak, biraz da başkaları kazansın.’ diyebilen adamdır.” veya “Dilenciliği meslek hâline getiren merhamet, merhamet değildir.” gibi mühim tespitler… Öğretmenler hep suallere cevap verir sanırız değil mi? Hayır, Nurettin Hoca “İçgüdü, içgüdü diyorlar, güden kim?” sorusuyla talebelerinin zihinlerinde hafakanlar uyandırmış, onları düşünmeye sevk etmiştir. Zaten gerçek eğitimci, talebesinin zihninde şimşekler çaktırandır.
Hakiki Bir Muallim
Nurettin Topçu’nun vasıfları çok, en bariz hususiyeti ise muallimliği, hocalığı, öğretmenliğidir. 1909 yılında İstanbul’da doğan Topçu’nun babası Erzurumlu annesi ise Eğin’lidir. Vefa ve İstanbul liselerinden sonra Strausburg Üniversitesi’ni tamamladı. Sorbon Üniversitesi’nde Bergson’la alakalı tezi ile doçent oldu. Türkiye’ye döndükten sonra bir müddet İstanbul Üniversitesi’nde, daha sonra da çeşitli liselerde felsefe muallimliğinde bulundu. Fikirlerini Hareket dergisinde neşretti.
Ona göre bağlı olduğumuz mazimiz, şuurumuzu ve karakterimizi şekillendirmiştir. Zira millet, esasen kendi tarihinden ibarettir. Topçu’ya göre Osmanlı, Anadolu coğrafyasında İslâm’ın ruhuna dayanan bir devlet kurmuştur. Batı taklitçiliğine karşı olan Topçu’ya göre, “Garplılaşma denilen hastalıktan kendimizi kurtarmalı ve İslâm güneşinin altında birleşmeliyiz.”
Kıymetli Eserleri
Engin bir ruh ve zengin bir fikir hamulesine sahip bulunan müellifimizin eserleri arasında, Ahlak Nizamı, Amerikan Mektupları, Bergson, Büyük Fetih, Devlet ve Demokrasi, Düşünen Adam Aranızda. Hareket Felsefesi, İradenin Davası, İslâm ve İnsan, İsyan Ahlâkı, Kültür ve Medeniyet, Mehmet Âkif, Mevlâna ve Tasavvuf, Varoluş Felsefesi, Varolmak, Yarınki Türkiye bulunuyor. Bazı eserlerinde ise sanat kıvılcımı çakmıştır. Taşralı, Reha...
Bu sefer düşünce, sanatla kanatlanmış ve okuyucusunu beyaz atının üstünde engin vadilerde güzelliklere uçurmuştur. Yazımızda üzerinde duracağımız eseri, birçok önemli tespitlerin, tahlillerin ve çözüm yollarının gösterildiği Türkiye'nin Maarif Davası’dır. Eserlerinin bir kısmı tecessüs, merak ve keşif iken diğer bölümü de inşa ve imardır. Bütün bu kıymetli eserler, Dergâh Yayınları tarafından bir külliyat hâlinde okuyuculara sunuluyor. Bir ahlak, fazilet, hareket ve erdem adamı olan Nurettin Topçu, Türkiye’nin nesiller yetiştiren, yol gösteren ve doğru hedefleri işaret eden seçkin bir mütefekkiri, muallimi ve müellifidir.
“Eve Dönen Adam”
Nurettin Topçu da diğer bazı aydınlarımız gibi Avrupa’ya gitmiş, oralarda eğitim görmüş ama Yahya Kemal’in o güzelim tabiriyle kendi özünü koruyup “eve dönmüş” aydınlarımızdandır. Ömrünü iyi talebe, iyi insan yetiştirmeye adayan Topçu’ya göre, “Bir hayat kaidesini kendi hareketlerinde yaşatan adam, iman adamıdır.”
Yabancılaşmaya karşı durabilmenin ilk ve en önemli özelliği şüphesiz sağlam bir imana sahip bulunmaktır. Vatan sevgisini en zirve hâliyle yaşayan ve yaşatan Topçu, hayatı boyunca en büyük arzularından birisini, “Sorbonne Üniversitesi'nin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay-yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum.” diye ifade edecektir.
Mesuliyet hissini en yüksek şekilde üstünde taşıyan Nurettin Hoca, talebe yetiştirirken ilkelerinden taviz vermemesiyle tanınır. Öğrenci hak ettiğini alacak, hiçbir zaman kayırma olmayacaktır. Merhum Emin Işık Hoca’nın anlattığı şu ibretli hatıra, Topçu’nun sağlam karakterini ve taviz vermeyen üstün mizacını en iyi şekilde gösteren hadiselerdendir.
Sağlam Karakter
“Yurda dönen Nurettin Topçu, Vefa Lisesi'ne öğretmen olarak atanır. Sene sonunda, başarısız birkaç öğrenci bütünlemeye kalınca okul müdürü Topçu’ya, bu öğrencileri geçirmesini söyler. Topçu, böyle bir şey yapamayacağını söyleyince müdür ‘Ben bunu öğrenciler için değil, sana zarar gelmesin diye söylüyorum. Bu öğrenciler CHP’nin güçlü kişilerinin çocukları. Sana zarar verirler.' der ama Topçu yine bildiğini yapar. O sıralarda evlenmek üzeredir. Tam evlilik gecesi İzmir Lisesi’ne tayininin çıktığı tebliğ edilir kendisine. Apar topar İzmir’e giden Topçu’nun bu durumdan dolayı evliliği olumsuz etkilenir ve kısa süre sonra da eşinden boşanır.”
Türk düşünce hayatının yıldızlaşan ismi Nurettin Topçu, Fethi Gemuhluoğlu gibi bir “fikir sakası” ve çile adamıydı. Okuyan bir aydın, düşünen bir beyin, üreten bir münevverdi. Hayatı mücadele ile geçen, ilmî kariyerini Batı’da tamamlarken Doğu ile gönül bağını ve ruh temasını asla kesmeyen, dünya çapında filozoflarla birlikte yürüdükten sonra şark âlimlerinin önünde diz çökebilen bir irade ve ahlâk numunesiydi.
Hallac-ı Mansur’dan Yunus Emre’ye, Fuzulî’den Âkif’e Celâl Hoca’ya ve nihayet Abdülaziz Bekkine’ye uzanan maneviyat çizgisinde gönlüyle ve gözüyle tanıdıkları ile yol haritasını bulan bir tefekkür adamıydı. Batı’da psikoloji, ahlak, sanat tarihi, ruhiyat, bediiyat, umumî felsefe, mantık, muasır sanat tarihi, içtimaiyat ve ahlâk, arkeoloji alanlarında kıymetli hocalardan ders aldı. Doktorasını Paris’te Sorbon Üniversitesi’nde tamamladı. Üniversite hocalarına ders verebilecekken o liselerde öğretmenlikle yetindi. Türk çocuklarına, mesafeli durduğu felsefeyi 40 yıl boyunca sevdirmeye çalıştı. Aydınlatıcı bilgi birikimini kaleme aldığı makalelerle topluma ulaştırdı.
Nurettin Topçu, “isyan ahlakçısı”ydı. Ama onun isyanı mistik düşünceden beslenen, huzuru arzulayan bir kıyamdı. Dolayısıyla isyandan ziyade iman, öfkeden çok irfandı. “İman kaynaklarımıza” bütün hücreleriyle teslim olmuş, İslâm’a ruh kökünden bağlanmıştı. Birçok dernekte faaliyet gösterdi, pek çok mecmuada yazdı. Ama her zaman Hareket’le anıldı.
Hareket onun İzmir’de bulunduğu sıralarda 1939 yılında yayınlamaya başladığı bir mektep dergiydi. Ara dönemlerde kapanan, ama yeniden yayımlanan, yüce dağlardan akıp ummanlara ulaşan bir fikir çeşmesi düşününüz. O çeşme, 80’li yıllara kadar en gür hâliyle akmaya, çevresinde kümelenen millî ve yerli kaynaklara bağlı idealist aydınların susuzluğunu gidermeye devam etti. Orhan Okay, Ercüment Konukman, Gökhan Evliyaoğlu, Ahmet Tabakoğlu, Ferruh Bozbeyli, Mustafa Kutlu, İsmail Kara, Ali Birinci, D. Mehmet Doğan, İsmail Dayı, Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Özel, Ayhan Yücel, Emin Işık, Hüsrev Hatemi, Ezel Erverdi ve Mustafa Kara gibi münevverler, onun manevî sofrasından beslenen aydınlarımızdır.
Topçu, düşünmeyi sevmeyenlere felsefenin ışıklı yolunu işaret etmiş bir deniz feneridir. Ön yargılarına mahkûm aydınların esaret zincirini kırmaya çalışmış bir ruh akıncısıdır, halkıyla arasında uçurumlar açmayı marifet sananlara doğru yolu göstermiş ulu bilgedir.
Sınıfa Abdestle Giren Muallim
Nurettin Topçu’nun eğitmek için sınıflarına girdiği talebelerine ne kadar çok değer verdiğini, farklı zamanlardaki anma toplantılarında bizzat yakın çevresinden öğrenmiştik. İmam Hatip Okulları’na derse girdiğinde hiç ücret almadığını bildiğimiz Topçu, “40 yıl öğretmenlik yaptım, mabede nasıl girdimse sınıfa da öyle abdestli girdim.” diyerek, öğretmenliğin âdeta ibadet şuuru ve hassasiyetiyle yapılması gerektiğini ifade etmiştir.
“Cemaat, insan vücutlarının topluluğu değil, ruhların birlik içinde toplanmasıdır.” diyen Topçu, okullarımızda bu ruh hâlinin verilmesi ve bu anlayışın yaşatılması gerektiği görüşündedir. Ali Birinci’den öğrendiğimize göre, işini iyi yapanları sever, onlara muhabbet ve hürmetle yaklaşırdı. Büyük edebiyat tarihçimiz Nihad Sâmi Banarlı da Hoca’nın takdir ettiği şahsiyetlerden biriydi. Birinci bunu, Bir İnsanla Karşılaşmak isimli eserinde anlatırken “Türkçesini ve biricik edebiyat tarihimiz olan kitabını çok seviyordu.” demektedir.
Bir Nükte Ve Tebessüm
Nurettin Topçu’nun hayatında geçen bir nükte bize onun çelebi ve kalender kişiliğini de gösteriyor. Bunu da Ali Birinci’den öğreniyoruz: “Davet edildikçe sık sık MTTB binasında konferans veriyordu. Galiba vahdet-i vücud hakkındaki bir konferansından sonra etrafını çeviren heyecanlı dinleyicilerden birine merak ederek ‘Ne anladınız?’ diye sormuş. Dinleyici, ‘Değil mi efendim, Allah dediğin nedir ki sen, ben.’ cevabını verdiğini biraz da tebessümle anlatıyordu.”
“İnanmak, ummak ve sevmek gibi saadet yoktur.” diyen ve “Aklın şüphesi var, aşkın şüphesi yoktur.” düşüncesini benimseyen Topçu; “Cemiyete mesuliyet ve fedakârlık duygularıyla nefsini vakfetmiş, şöhretle servetten ve kuvvetten uzak yaşayan insanlara “büyük” demeliyiz ve genç nesillere bunların hareketlerini “büyük hareketler” diye tanıtmalıyız.” der. Ömrünü gençliğe adayan üstat, “Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmaktır.” demiştir.
Maden İşçileri’ne Sevgi
Nurettin Topçu’nun kıymetli eseri Yarınki Türkiye’de yeni nesillerden bahseder. Şu sözleri, büyük ehemmiyet arz ediyor:
“Yarınki Türkiye'nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir? Ve onların eseri olacak yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu'nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh...”
Hakikat Avcısı
O, mütemadiyen “Müslüman Türk insanı” ve “Müslüman Türk toplumu”nun nasıl olması gerektiğini araştırmış bir hakikat avcısıdır. Modernleşme döneminde aydınlar Batı’ya yüzlerini çevirip bütün ilhamlarını ve aşklarını o beldelerden devşirirken Anadolu insanının irfanına, izanına ve imanına güvenerek geleneğe yaslanıyor, engin ufuklara açılabileceğimize inanıyordu. Tenkidin ve düşüncenin dostu, gerçeğin takipçisiydi.
Batı’nın teknik öncülüğüne rağmen, üstün medeniyetimizin şuurundaydı. Haysiyetli bir duruş gösterdi ve esaslı bir tavır koydu. Hem isyanın haysiyetini, hem de ahlâkın zarafetini şahsında topladı. Fikir mücadelesi, siyasete ve politikacılara bakışı, aydınlarla münasebeti ve farklı tavırları ile Cumhuriyet Türkiye’sinin özel, mühim ve seçkin simasıdır.
Son yıllarda yeniden keşfedilen değerlerimizdendir. Müstesna, şuurlu ve uyanık hayran kitlesi ve hakikatli takipçileri ise hep olmuştur. Topçu gibi bu ülkenin derdiyle hemdert olmuş mütefekkirleri tanımalı, okumalıyız. Zira bu mübarek topraklarda yetişmiş büyük bir iman, fikir ve sanat adamı olarak temayüz etmiştir. Türkiye’nin meselelerini çözmesi, huzuru bulması, refaha erişmesi ve yoksulluğu yenmesi bu tanıyışlarla mümkündür.
İnsanın Büyüklüğü
Nurettin Topçu, insan-ı kâmil diyebileceğimiz erdemli insanın tarifini şöyle yapar: “İnsanın büyüklüğü başkası için çektiği acının büyüklüğü ile ölçülür.” Yani başkasını düşünmeyen, başkasının derdiyle hemdert olmayan insan olgun insan olamaz. Bu anlamlı ve güzel sözü, yıllar önce Türk Edebiyatı Vakfı’nda merhum Emin Işık Hoca’dan dinlemiştik. O da Topçu Hoca’dan nakletmişti.
Topçu, maarife çok önem veren bir fikir adamıdır. “Bu medeniyet, Anadolu’nun yani güneşin doğduğu yerden doğmazsa kararacaktır. Çünkü her taraf sislerle örtülüdür. Bize düşen, Anadolu çocuğunu, içine yuvarlandığı Batı hayranlığından kurtarıp yeni doğan güneşe teslim etmektir.” diyen NurettinTopçu, ilim zihniyeti hakkında da şöyle diyordu: “İlim zihniyetine sahip olmadan ilim yapılamaz. Aksi takdirde söylenenler ve yazılanlar safsatadan ibaret kalır. İlim zihniyeti olaylara tarafsız ve objektif birer gözle bakmayı gerektirir.”
Hoca-talebe münasebeti üzerinde derinlemesine düşünen mütefekkirimize göre öğrenci şöyle tarif edilmiştir: “Talebe, hakikatler peşinde koşmayı meslek edinen insandır, gayesi manevi olgunlaşma olan bir mesleğin insanıdır, mekteplerin diploma müşterisi ve istikbalin mevki dilencisi değil.”
Pervasız Adam
Nurettin Topçu, Allah’tan başka, hiç kimseden çekinmeyen korkmayan bir düşünce insanıdır. Görev yaptığı yıllarda bu mizacından asla taviz vermez. İsmail Kara anlatıyor:
“Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği nüfuzlu ailelerin çocuklarından altı kişilik bir öğrenci listesini Topçu’ya vermiştir. Topçu bu teklife karşı ‘Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler.’ Cevabını verir. Neticede talebelerin bir kısmı ikmal imtihanında kalır. Ankara’nın tepkisi gecikmez ve Topçu’nun tayini İzmir’e çıkar.”
İbadet Şuuruyla...
Nurettin Topçu ders vermek için bulunduğu mekteplere âdeta camiye giden bir mümin kişi anlayışıyla yola çıkar. Zira orada talebe yetiştirilecektir. Bu talebeler geleceğe yön verebilecektir. Bunun farkında, şuurunda olmak gerekir. Hocanın yaşadığı bir başka hâl vardır ki hakikaten bugünkü insanlarımızın havsalasına sığmayacak kadar üstün, ulvî bir davranış biçimidir.
Hocamızın efsaneleşen ve âlicenap bir insanın yapabileceği bir başka fedakârlık örneğini görelim: İstanbul İmam Hatip Okulu’nda felsefe dersleri veriyor. Okulun müdürü de bir diğer kıymetlimiz Mahir İz Hoca. Nurettin Topçu, muhasebede biriken ders ücretlerini almamaktadır. Mahir Hoca bir gün bu durumu Nurettin Beye açıyor ve hak ettiği parayı niçin almadığını soruyor.
Topçu’nun cevabı, “Ben buraya ücret için gelmiyorum. İbadet için geliyorum.” şeklinde olur. Ama Mahir Hoca yine de ısrar ediyor: “Hocam tahakkuk ettirilmiş. Kadın’ın zimmetinde duruyor. Sen imzala, biz fakirlere veririz.” deyince de yine kabullenmiyor ve “O parayı zimmetime geçirdikten sonra ister harcamışım ister fakire vermişim. Bir şey değişmez.” diye karşılık veriyor. Ve bu abide şahsiyet bu okulda dört sene boyunca tek kuruş ücret almadan talebelere ders veriyor.
Şüphesiz bu şuurun temelinde, yaşadığı tasavvufi şuurun tesiri vardır. Topçu, çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla Nakşi Hasib Efendi (Yardımcı) ve Abdülaziz Efendi (Bekkine) ile tanışıyor. Hayatı boyunca tesiri altında kalacağı maneviyat büyüğü Abdülaziz Efendi’ye intisap ediyor.
Türkiye'nin Maarif Davası'ndan
Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası, âdeta eğitimcilerin el ve kılavuz kitabı. O kadar hayati bilgiler, tespitler ve tahliller var ki… Eğitimin hayatımızdaki mühim yerini şu satırlarından anlamak mümkün: “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Şu hâlde millet, maarifi demektir.”
Okulları tarif ederken, “Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır.” der. Sonra da ilave eder: “Müslüman Türk’ün mektebi, maarif, metafizik ve ahlâk prensiplerini Kur’ân’dan alarak Anadolu insanının ruh yapısına serpen ve orada besleyen, insanlığın üç bin yıllık kültür ağacının asrımızdaki yemişlerini toplayacak evrensel bir ruh ve ahlâk cihazı olacaktır.”
‘Mektep’lerin fonksiyonu üzerinde uzun uzadıya duran Topçu, öğrenme ve öğretme mekânını anlatırken şöyle diyor: “Mektep çıraklık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayale mal edilir; ya bir hünerdir, ele mal edilir; ya bir iradedir, iktidarımıza ilâve edilir; ya da bir aşktır, kalbe doldurulur.”
Eserin son bölümünde “Mektep koridorları gerçek fetihlerin yeridir.” diyen Topçu, bu ocaklar için şu kanaatini izhar eder: “Bir millet, mektebiyle millet olur. Bir millet, mektebinde yükselir.”
Nurettin Topçu’ya göre ‘muallim’, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Zira bu işi, kitap da yapabilir. Bilmediklerimiz kütüphanelerde bulunmaktadır. Ancak ‘kültürlü adam’ yani öğretmen, “kafaları işletmesini bilen adam” demektir. “Muallim, ruhlar sanatkârıdır.” diyen yazarımıza göre, “Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp, teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.” Bu sorumluluğu taşımaktadırlar. Bunun için insanlık tarihinde büyük inkılaplara öncülük etmişlerdir. Ona göre, “Medeniyetler muallimle kuruldu.”
Peki bizim “Milletimiz, hangi muallim tiplerini tanıdı?” Bunun cevabını da Nurettin Hoca’dan öğrenelim: “Milletimizin ruhî temelleri olan İslâm’da, Peygamber ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep hâline getirmişti.”
Cemiyete yön ve şekil veren öğretmenlere büyük önem atfeden Topçu, “Muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır. Kullanıcı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız.” diyerek muallimliğin bir “sevgi”, hatta “ruh sevgisi” olduğunun altını çizer. Türkiye’nin Maarif Davası’nın ilerleyen bölümlerinde bu kutsal vazifedarlar, şöyle tanımlanır: “Muallim, hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder. Ruhlarımıza sunar ve hakikat âleminden haberler verir.”
Mütefekkirimiz gerçek öğretmenliğin oturduğu zirveyi tarif ederken bizi de heyecanlandırır ve hocalarımızın hakiki kıymetini bu satırlarda bir nebze daha iyi anlamış oluyoruz. Topçu’nun keskin nazarına göre muallim şu hüviyete sahiptir: “Maarif demek muallim demektir. Millî Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir. Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözümleyecek olan bir milletin muallim ordusudur.”
Keşke Milli Eğitim Bakanlığı’mız aziz hocamızın bu müstesna eserini, Türkiye’deki bütün öğretmenlere tavsiye etse, alıp okutsa... Buna can-u gönülden inanıyorum ki, Türkiye’nin Maarif Davası’na uygun hareket edilirse ülkemizin eğitim meselleri büyük ölçüde çözülmüş olacaktır.
Fikrî ve siyasi faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı ve Milliyetçiler Derneği’nde devam ettiren Topçu, Millî Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı ve Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın bazı faaliyetlerine katılmış, bu mekânlarda seminer ve konferanslar vermiş, sohbetlerde bulunmuştur. 20 Kasım 1974 tarihinde yaş haddinden emekli olan Nurettin Topçu ömrünün sonuna kadar kutlu bildiği hizmetlere koşarak gitti. Kısa süren bir hastalıktan sonra 10 Temmuz 1975 tarihinde vefat etti. Ertesi gün Fâtih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Topkapı Kozlu Kabristanı’nda toprağa verildi. Büyük mütefekkir yazarımızı rahmetle anıyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarKıbrıs bizim neyimiz olur? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz ama güzel ada Kıbrıs, bütünüyle düne kadar bizim değil miydi? Karadeniz’de Kırım Yarımadası, Akdeniz’de Kıbrıs Adası bizim ileri karako...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bazı şahsiyetler vardır ki, yüzlerce isim arasından öne çıkar, size gülümser, kendilerini hatırlatırlar. O şahsın çehresi gözünüzün önünde beliriverir, sîmâsı ayan beyân olur. Yüreğinizde yer etmiştir...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Don Quijote (Don Kişot) deyince genellikle gülümsüyor insanlar… Belki haklılar, çünkü onu anımsadığımızda, hayalperest, biraz da kaçık, yel değirmenlerine karşı kılıç sallayan bir “uçuk” olarak karşım...
Yazar: Selçuk ALKAN
“Tuhfetü’l-Fukahâ”, Hanefî fakîhi Semerkandî’nin (ö.539/1114?) bir çalışmasıdır.[1] Semerkandî, bu eseri, Kudûrî’nin (ö.418/1027) “el-Muhtasar” adlı eserini şerh etmek gayesiyle kaleme almış ancak içe...
Yazar: Fatih ÇINAR