Osmanlı Medreseleri Geriledi Mi?
Osmanlı’nın askerî, ilmî ve teknolojik gelişiminin durması ve gerilemesinde, Batı’daki gelişmeleri takip etmekte gevşek davranmasının tesirli olduğu, hakikati bütün cephesiyle ortaya koymada yeterli olmadığı bir gerçektir. Osmanlı ilim ve irfan hayatının can damarlarından olan medreselerin, klasik dönemdeki fonksiyonlarını zamanla kaybederek, durağanlaşıp yerinde sayması ve kendini tazeleyerek yeni bilgi, fikir, tez ve proje ortaya koyamamasının belli bir gerçeklik payının olduğu kabul edilebilir.
Ancak Tanzimat’tan itibaren devlet ve toplum hayatına yön veren, Batıcı bürokrat ve aydın kesiminin, kendine güven duygusunu kaybedip dinî-ananevî değerlere karşı şüpheye düşmesinin ve geçmiş birikim ve tecrübelere sırt çevirip taklitçi, laik, materyalist ve pozitivist anlayışa dayalı birtakım icraat ve ıslahatlara girişmesinin Osmanlı Medeniyeti’nin özgün çizgisini ve ahengini bozarak, direnç ve refleksini zayıflatmasının da etkili olduğu görmezden gelinemez.
Aslında Osmanlı’nın, daha II. Osman, IV. Murad ve Köprülüler Dönemlerinden başlayarak, özellikle Lale Devri olarak tabir edilen dönemden itibaren kendini yenilemeye, aksayan yönlerini düzeltmeye, Batı’daki ilmî, teknolojik ve kültürel gelişmelere paralel olarak yeni bir Rönesans hamlesi gerçekleştirmeye çalıştığı, son zamanlarda bazı tarihçiler ve araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen ilmî araştırmalarla ortaya konmuştur. Gerileme iddiasını abartarak histerik bir takıntıya ve psikolojik ezikliğe dönüştürenler ne yazık ki, Batı karşısında aşağılık kompleksine kapılan; tarihî, millî ve dinî değerleriyle bağlarını koparan bir kısım “Batıcı” aydın, yazar, tarihçi ve bürokrat tabakasıdır. Dolayısıyla bu mevzuda, dinî-ideolojik peşin hükümlerden ve saplantılardan sıyrılarak, ilmî ve tarihî tutarlılık taşıyan sağlıklı bir bakış açısı sergileyebildiğimiz henüz söylenemez.
Hakikaten de Osmanlı matematik, astronomi, tıp ve diğer müspet ilimlerde Avrupa’daki ilmî ilerlemeleri takip edemedi ve Batı’nın gerisinde mi kaldı? Öncelikle, matematiğin Avrupa’da ders programlarına giriş tarihinin 1890 olduğunu düşünür ve Fatih’ten itibaren İstanbul’da inşa edilen çeşitli eğitim kurumlarında Osmanlı’nın bu dersi okuttuğunu dikkate alırsak; Osmanlı’nın eğitim-öğretim programları ve ilmî gelişmişlik seviyesi bakımından Batı’nın pek de gerisinde kalmadığını daha sağlıklı bir açıdan değerlendirmiş oluruz.
Osmanlılar, Avrupa’daki ilmî gelişmeleri, zannedilenin aksine arada büyük bir zaman boşluğu olmadan takip etmiş, almış, değerlendirmiş, tenkit ve tahlilini yapmıştır. Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da belirttiği üzere, 1635-1647 arasında Paris’te neşredilen bir eserden, 1660-1661 gibi Osmanlı âlimleri haberdar olmuş, tenkitçi bir gözle okuyup incelemişlerdir. Batı kökenli bu çalışmalar, başlangıçta bazı âlimlerce “Frenk fodulluğu”, yani Batılıların üstünlük taslama girişimi olarak görülmüş, dolayısıyla ciddiye alınmamıştır. Daha da önemlisi, Osmanlı ilim çevreleri, Batı’nın ilmî sahada üstün olduğunu, kendisinden ileri gitmeye başladığını hemen ve kesin şekilde kabul etmemiş veya etmek istememiştir. Bu da kendisine, medeniyetine ve ilmî seviyesine duyduğu özgüvenin bir gereği olarak normal bir davranıştır.
17.yüzyıla ve IV. Murad Dönemi’ne, yazdığı eserlerle damgasını vuran meşhur ilim adamlarının başında Kâtip Çelebi gelir. Adnan Adıvar’a göre o, Osmanlı’da “ilmî Rönesansın müjdecisi”dir. Coğrafya, geometri, astronomi gibi müspet bilimlerle alakadar olmuş, 20 kadar telif ve tercüme eser vücuda getirmiştir. Batı’daki ilmî gelişmelerden etkilenerek, hususen de coğrafya ile ilgili çalışmaları yakından takip ederek, Osmanlı ülkesinde “ilk bilimsel coğrafya kitabı” olarak kabul edilen “Cihannümâ” isimli eseri kaleme almıştır.
Kâtip Çelebi’nin bir başka önemli eseri de aklî bilimlerin güçlü bir müdafaasını yaptığı “Mizanü’l-Hak” adlı kitabıdır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da ortaya koyduğu gibi, Osmanlı’nın modern astronomi kavram ve teorileri ile ilk temasları, Tezkireci Köse İbrahim Efendi tarafından 1660-1664 yılları arasında Fransız astronomu, aynı zamanda Kardinal Richeliue’nin baş müneccimi olan Noel Durret’in, zîcinin (yıldızların yerini ve büyüklüğünü gösteren cetveller) “Secencel el-Eflak fî Gayet el-İdrâk” ismiyle tercüme edilmesiyle başlamıştır.
İhsanoğlu’nun tespitlerine göre bu kitap, Osmanlı bilim çevrelerinde; aslen Polonyalı bir rahip olan Kopernik’in 1500-1530 yılları arasında yaptığı gözlemler neticesinde vardığı, dünyanın kendi ekseni ve ayrıca bir merkez etrafında döndüğü görüşüne dayanan, “Kopernik Sistemi”nden söz eden ilk çalışmadır. Esasen, Hilmi Ziya Ülken’in de ifade ettiği üzere bu devrede Batı Âlemi bile Kopernik Sistemi’ni henüz tam anlamıyla kabul etmemişti; hatta Galileo, yeni astronomiye dair fikirlerinden dolayı Engizisyon Mahkemelerinde yargılanmış ve cezaya çarptırılmıştı.
Sultan IV. Mehmed’in; kendisine, Hollanda’nın İstanbul elçisi Justin Collier tarafından 1668’de takdim edilen ve “Kopernik’in evren modeli”nden bahseden, Wilhelm-Janszoo Blaeu’nun 1662’de neşrettikleri 11 ciltlik Latince coğrafya kitabının tercüme edilmesini emretmesiyle, Osmanlı’nın modern Batı ilimleriyle temasları devam etmiştir. Ebu Bekir ibn Behram el-Dimaşkî, bu eserin serbest tarzdaki tercümesini, “Nusret el-İslâm ve’l-Sürûr fî Tahrîr Atlas Major” ismiyle on yılda tamamlamış ve 1685’te padişaha sunmuştur.
Böylece Osmanlı ülkesinde ikinci defa Kopernik Sistemi’nden bahsedilmiştir. El-Dimaşkî, eserin mukaddimesinde astronomi ilminin önemi ve gerekliliği üzerinde durduktan sonra Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe ve Andreas Argoli’nin kâinat sistemlerinden kısaca söz etmiştir. Eserde, el-Dimaşkî’nin altını önemle çizdiği hususlardan biri de, Batılı bilginlerin ortaya attığı, “Nasîr-i Tûsî, Fahr-i Râzî, Nizâm ve Ali Kuşçu’dan sonra astronomi ilminin İslâm Âlemi’nde inkıtaya uğradığı; dolayısıyla İslâm biliminin Batı’nın gerisinde kaldığı” görüşünün gerçeği yansıtmadığına ilişkin yaptığı izahatlar ve getirdiği delillerdir.
İslâm diyarında astronomi ilmini bilen âlimlerin gayet fazla olduğunu, özellikle de kendisinin, matematik ilimlerini tahsil ettiği hocalarının benzerinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Hatta Padişah IV. Mehmed’in kendisine konuyla ilgili, Kâtib Çelebi’nin yazdığı -ilk baskısı 1648, ikinci baskısı 1654’de gerçekleşen- “Cihannümâ” isimli kitabından daha kapsamlı müstakil bir eser hazırlamasını emrettiğini kaydetmiştir.
Lale Devri’nde Damad İbrahim Paşa, yirmi beş kişiden oluşan bir tercüme heyeti oluşturmuş, Doğu’dan ve Batı’dan birçok eserin tercüme edilmesini sağlamıştır. Mesela Yanyalı Esad Efendi, Damad İbrahim Paşa’nın emriyle Aristo’nun sekiz fizik kitabından üçünü, kendi fikir ve tahlillerini de ekleyerek Yunancadan Arapçaya çevirmiştir.
Lale Devri’nde, Avrupa’yla temasların artmasının tesiriyle birçok ilmî eser ortaya konmuştur. Dönemin önde gelen matematikçisi Halil Faiz Efendi, “Fütuhât-ı Alâiye” adlı astronomi eserinde tartışmalı konuları ele almış; “Makalât-ı Seyyare” başlıklı kitabında yıldızların hareketlerini incelemiş; “Es-Savletü’l-Hizberiyye fî Mesâil el-Cebriyye” ismini taşıyan eserinde de cebirden bahsetmiştir.
İbrahim Müteferrika’nın 1732’de, Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ’sının kendi matbaasında gerçekleşen yeni baskısına yaptığı “Tezyil el-Tâbi” Osman b. Abdülmennan’ın 1751’de Türkçeye çevirdiği “Tercüme-i Kitâb-ı Coğrafya” adlı çalışma ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın 1757’de yazdığı “Marifetnâme” isimli kitap, “modern astronominin yeni kaynaklarının geniş okuyucu kitlelerine yayılmasında” oldukça etkili olmuştur.
Müteferrika, Cihannümâ’ya yaptığı ilavede, Batılı felsefe ve astronomi âlimlerinin (Aristo, Batlamyus, Pisagor, Platon, Kopernik ve Tycho Brahe) kâinatın yapısı hakkındaki görüşlerini etraflıca açıklamıştır. Bu ek, neşrini takip eden yüzyıl boyunca modern astronomiyi ele alan en geniş metin olma özelliğini korumuştur. Müteferrika’nın, Sultan III. Ahmed’in emriyle 1733 yılında “Mecmûatü Hey’et el-Kadîme ve’l-Cedîde” ismiyle tercüme ettiği, Andreas Cellarius imzalı, ilk baskısı 1708’de yapılan “Atlas Coelestis” adlı Latince astronomi kitabı da, eski ve yeni astronomiyi (sistem, görüş ve ibareleri) mevzu edinen, Osmanlı ilmî literatürünü zenginleştiren kaynak eserlerden birisi olmuştur.
1.Mahmud Dönemi’ne geldiğimizde, 1734’de İstanbul’da ilk defa bir “Hendesehâne”nin (Mühendislik/Matematik Okulu’nun) açılmasını mühim bir kilometre taşı olarak kaydediyoruz. Bu okulun hocalarından Mehmed Said Efendi, iki şey arasındaki uzaklığın, yanına gidilmeden ölçülmesini sağlayan “Rub-i Müceyyib-i Zülkavseyn” adlı bir alet bulmuştur. Said Efendi bu icadıyla ilgili bir de risale yazmış ve dönemin padişahı I. Mahmud’a takdim etmiştir. Padişahın teşvikiyle bu alet, bir üçgenin iki kenarıyla aralarındaki açı bilindiğinde, öteki kenarı ve diğer iki açıyı bulacak şekilde düzeltilmiştir.
18. yüzyılın önemli matematikçilerinden bir diğeri de Ebû Sehl Numan bin Salih el-Eğini’dir. 1741 yılında hazırladığı “Tebyînü A’mâli’l-Misâha” adlı kitabıyla, teorik ve pratik geometriden söz etmiş; Avrupa’da geliştirilen geometri bilgilerini kullanmış, bunların önemini vurgulamış; misâha (ölçme) bilimiyle ilgili terimleri, uzunluklar ve genişliklerin ölçülmesini ve haritaları, ölçeksiz haritalara ölçek bulmayı ve ölçme işlemlerinde kullanılacak âletleri ele almıştır. Yazdığı bu eserle Avrupalıları (mesela Avusturyalıları) bile şaşırtmıştır.
Fransız matematik tarihçisi Montucla’nın 1766’da kaleme aldığı “Histoire des Mathematiques” isimli eserin 400. sayfasında kaydettiğine göre Sultan III. Mustafa da astronomiye olan ilgisinden ötürü, Avrupa astronomisine dair “en yeni ve en mükemmel” eserleri Fransa’dan, Paris İlimler Akademesi’nden getirtmiştir.
Bu dönemin hekimbaşılarından Abdülaziz Efendi, Boerhaave’nin “Aphorizmalar” isimli eserini 1711 yılında tercüme etmiş ve Osmanlı’da ilk defa, Harvey’in 1618’de bulduğu kan dolaşımı keşfinden söz etmiştir. Hayatizâde Mustafa Efendi ise kaleme aldığı “Hamse-i Hayatî” adlı kitabında, pek çok Batılı hekimin çalışmasına atıfta bulunmuştur. Aynı şekilde 18. Yüzyıl Osmanlı’sının en meşhur ve itibarlı hekimlerinden olan Abbas Vesim de “Düsturü’l-Vesim” ismini taşıyan kitabında çok sayıda Avrupalı hekime atıf yapmıştır.
III. Mustafa zamanında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’un (Deniz Mühendislik Okulu) baş hocaları arasında yer alan ve klasik matematik geleneğine bağlı kalan son Osmanlı matematikçisi olarak kabul edilen Gelenbevî İsmail Efendi, matematikle ilgili yazdığı şu beş eserle yaşadığı dönemde sivrilmeyi, kendinden söz ettirmeyi başarmış ve Osmanlı bilim tarihine adını yazdırmıştır: Hesâbü’l-Küsûr, Şerh-i Cedâvilü’l-Ensâb, Usûl-ü Cedâvil-i Ensâb-ı Sittînî, Adlâ-i Müsellesât, Kitâbü’l-Merâsıd.
Medrese kökenli bir âlim olmasına rağmen Gelenbevî İsmail Efendi’nin bu eserleri aynı zamanda eski matematik ile Avrupa matematiği arasında “köprü” vazifesi görmüştür. 1778-1779’da kaleme aldığı “Şerh-i Cedâvilü’l-Ensâb adlı risalesinde, Logaritma tablolarının hazırlanışını ve kullanılışını açıklamıştır. Daha sonra neşrettiği Adlâ-i Müsellesât ve Kitâbü’l-Merâsıd isimli kitaplarında ise, trigonometrik işlemler üzerinde durmuştur.
18.yüzyıl Osmanlı’sında adından söz ettiren, birçok telif ve tercüme esere imza atan önemli astronomlardan biri de Halifezâde (Kalfazâde) İsmail Efendi’dir. İlk zîc tercümesini, Fransız astronomlardan Alexis-Claude Clairaut’un, Ay gözlemlerine dayanan cetvellerini 1767’de “Tercüme-i Zîc-i Kılaro” (Rasad-ı Kamer) ismiyle yapmıştır.
İkinci zîc tercümesini ise, bir başka Fransız astronomu olan Jasques Cassini’nin 1740’da Paris’te basılan astronomi cetvelini, 1772’de “Tuhfe-i Behîc-i Rasînî Tercüme-i Zîc-i Kasînî” adıyla yapmıştır. İhsanoğlu’nun ifade ettiğine göre Logaritma’nın, Osmanlı bilim çevrelerine ilk girişi, Halifezâde’nin bu zîc tercümesiyle olmuştur.
Bu tercümeler, Osmanlı astronomlarının, Batı astronomi literatürünün zîcler ile ilgili neşriyatını yakından takip ettiklerinin kuvvetli bir delilidir. III. Selim’in, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’a (Kara Mühendislik Okulu) atadığı ilk hocalardan Kırımlı Hüseyin Rıfkı Tamanî Efendi ise, matematik derslerinin yeniden düzenlenmesine, özellikle “modern matematik öğrenimine geçilmesine” büyük emek harcamış ve okulda okutulmak üzere ders kitapları yazmıştır.
Birçok eseri Türkçeye çevirerek, modern Batı biliminin Osmanlı’da tanıtılmasına öncülük etmiştir. “Logaritma Risalesi” isimli eseriyle, Osmanlılarda logaritma konusunda yazılan üçüncü müstakil kitaba imza atmıştır. Logaritma cetvellerinin Osmanlı ülkesinde yaygınlaşması ve kullanılmasını sağlamıştır. İngiliz Bonnycastle’ın 1789’da yayımladığı, Eukleides’in “Elementler”ini ise, basılmasından dokuz yıl sonra “Usul-i Hendese” ismiyle Türkçeye çevirmiştir.
Kaynakça:
Özgönül Aksoy, Osmanlı Devri Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, 1986;
Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul, 2003;
Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, İstanbul, 2003, s. 174;
“Modern Bilimlerin Türkiye’ye Girişi: Tanzimat’ın İlanına Kadar”, 75. Yılında Türkiye’de Sosyaloji, Editör: İsmail Coşkun, İstanbul, 1991;
Başhoca İshak Efendi, Ankara, 1989;
“Batı Bilimi ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği Olarak Modern Astronomi’nin Osmanlı’ya Girişi (1660-1860)”, Belleten, Aralık 1992, Sayı: 51;
Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi, Ankara, 1957; Hilmi Ziya Ülken, “Kâtip Çelebi ve Fikir Hayatımız”, Kâtip Çelebi Hayatı ve Eserleri Hakkında İncelemeler, Ankara, 1957;
Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1979;
Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, 1970;
Cemal Kafadar, Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma, Ankara, 1997;
İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara, 1993;
Melek D. Gökdoğan, “Osman Gazi’den Mehmed Vahideddin’e Osmanlı Bilimi ve Kültürü”, Türkler, c. 11; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 4, k. 2, Ankara, 1988;
Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul, 1997;
Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, c.1-2, İstanbul, 1939/1977;
Kemal Z. Taneri, Türk Matematikçileri, Matbaacılık Okulu, İstanbul, 1958; Şerafettin Gölcük, Metin Yurdagür, “Gelenbevî”, DİA, c. 13, İstanbul, 1996;
Emre Dölen, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Bilim”, “Makine Mühendisliği ve Bahriye Feriki Ahmet Besim Paşa”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, 1985;
Sadık Erdem, Mir’ât-ı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul, 1986;
F. Reşit Unat, “Başhoca İshak Efendi”, Belleten, c. 28, Sayı: 109/1964;
Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, Ankara, 1964;
Sevim Tekeli, “Batılılaşmada Son Dönem: İshak Hoca”, Erdem, c. 4, Sayı: 11/1968;
İhsan Fazlıoğlu, “Hesap”, DİA, c. 17, İstanbul, 1998;
Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, c. 3, İstanbul, 1975;
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973;
Adnan Giz, “Türkiye’de İlk Buhar Makineleri”, İstanbul Sanayi Odası dergisi, Sayı: 57, Kasım 1970;
Asaf Tanrıkut, Türkiye Posta, Telgraf ve Telefon Tarihi ve Teşkilat ve Mevzuatı, Ankara, 1984;
Roderic H. Davison, “Osmanlı İmparatorluğunda Elektrikli Telgrafın Kurulması”, Osmanlı-Türk Tarihi (1774-1923), Çeviren: M. Moralı, İstanbul, 2004;
Çağatay Uluçay, Enver Kartekin, Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1958;
Avner Ben-Zaken, “Osmanlı İmparatorluğunda Bilimsel Faaliyetler”, Çeviren: H. Kapu, M. Yavaşi, Türkler, c. 11.
İsmail ÇOLAK
Yazar16.yüzyıl dîvân şairlerinden Yahya Bey, Arnavut asıllı olup doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Geldiği bölgenin taşlık yapısından dolayı Taşlıcalı lakabını almıştır. Acemi Oğlanlar Ocağı’nda askerî...
Yazar: Hamit DEMİR
Yüce Allah, İsrâ Sûresi 36. âyette şöyle buyurmaktadır:“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”Âyetin başında geçen “latakfu”, “iz s...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Hz. Muhammed (s.a.v.) sevgisi, klasik edebiyatımızın başta gelen temalarından biridir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatının her safhası için bir edebî tür ortaya çıkmış, mübarek sözleri için kırk hadis...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Milletleri ayakta tutan temel dinamiklerden biri de kültürdür. Kültür, bir toplumun köklerini ve dallarını oluşturan, geçmişi ile geleceği arasında köprüler kuran, böylece toplum bireylerinin ufkunu a...
Yazar: Yusuf HALICI