Mütefekkir Olarak İslâm Filozofu: Farabî
Tam adı Ebû Nasr Muhammed bin Muhammed b. Tarhan b. Uzluk’tur. İbni Halikan’a göre Türk kökenlidir. Ortaçağın Lâtince metinlerinde ve diğer eserlerde adı “Al Farabîus” ya da “Avennasar” diye geçer. Farabî, İslâm felsefesinin en güçlü filozoflarındandır. “İlk muallim (öğretici)” Aristoteles’ten sonra, “ikinci muallim” unvanıyla tanınmış; felsefe ve düşünce tarihinde bu unvanla anılmıştır.
Ebû Yusuf Yakup b. İshak el-Kindi (795-870) onu “ilk Arap filozof” olarak adlandırılırken, başkaları tarafından da “ilk Türk filozof” olarak bilinmektedir. Ölüm tarihi ise kesin olarak bilinmekte, tahminen 950’de Recep ayının bir cuma günü ebediyete intikal etmiştir. Babasının bir Türk olduğu ve bir komutan olarak görev yaptığı konusu neredeyse kesin bir bilgi ve realiteyi ifade eder. Farabî aldığı eğitim sayesinde Arapça, Farsça, Grekçe ve Latinceyi iyi seviyede öğrenmiş ve bununla birlikte bu birikimin getirdiği yetiyle Aristoteles’in ve Platon’un eserlerini okumuş ve irdelemiş, Ebu Bekr Serrac’tan da gramer ve mantık dersleri almıştır.
Farabî ilköğrenimini doğduğu yer olan Vesic’de yapmış, Gençliğinde Türkistan’dan göç ederek bir süre İran’da bulunmuş, Horasan’da okumuş, bir süre Merv de öğrenim görmüş, sonra da o zamanın ilim ve sanat merkezi olan Bağdat’ta giderek yükseköğrenimini orada tamamlamıştır. Bağdat’ta Aristoteles mantığının üstadı olarak bilinen Ebu Bişr Metta bin Yunus’tan 932- 942 tarihleri arasında mantık dersleri almıştır. Arkasından Horasan’a giderek Hıristiyan bilgin Yuhanna bin Haylan’la tanışmış ve ondan aldığı derslerle mantık ve felsefe hakkındaki bilgi birikimini ve eğitimini ilerletmiştir. Tekrar Bağdat’a dönen Farabî, Aristoteles ve Eflâtun (Platon)’un kitaplarını incelemiş ve kendisi de çeşitli eserler yazmıştır. Mısır’a da giden filozof, bir süre orada kalmış, tekrar Halep’e dönerek zahidane bir hayat sürmüş ve seksen yaşındayken vefat etmiştir.
Farabî daha çok felsefe alanıyla ilgilenmiş ve filozof olarak ün yapmış olmasına karşın, doğal olarak felsefenin doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili bulunduğu öteki bilimlerde de neredeyse söz sahibi olacak kadar kendini yetiştirmiştir. Matematik ve tıp ilgi duyduğu alanlar arasındadır. Her ne kadar tıbbî alanda pratik yapmamışsa da tıp bilgisi oldukça derindir. Müzik öğrenimi ise hem pratik hem de teorik bakımdan Farabî’nin usta sayıldığı bir sanat ve bilim dalıdır. Bunlardan anlaşılmaktadır ki Farabî felsefe, matematik, müzik, mantık, kimya ve tıp eğitimi görmüştür. Türk müziğinde ünlü kanun enstrümanının mucidi ise Farabî’dir. Farabî, Farab’da öğrenim yaşamını sürdürürken Arapçayı öğrenmiş, Buhara’da da tasavvuf bilimiyle ilgilenmiştir. Dervişane bir hayat yaşamış, ibadetlerini aksatmamış, hayat anlayışı İslâm çerçevesi içerisinde olmuştur.
922 yılında ve elli yaşlarında gittiği Bağdat, özlemini duyduğu bilim ve felsefe öğretiminin merkezi sayılıyordu. Dinî bilimlerden felsefî bilimlere yönelmesi, erken yaşlarında Eflâtun ve Aristoteles’in eserlerine olan hayranlığı ile açıklanabilir. Farabî’nin bilimsel ve felsefî yetkinliğini kanıtladığı, bir filozof olarak ün saldığı dönem, Bağdat’a gidişiyle birlikte başlamaktadır. Farabî, mensubu olduğu “Bağdat Okulu” kanalıyla İslâm kültür dünyasının Aristoteles’in mantığıyla tanışmasını sağlamış; felsefe ve teolojiyi birbirinden ayırmayı olanaklı kılacak düzenlemeler yaparak, felsefeyi teolojiden ayırmış ve onun İslâm düşüncesi tarihinde kendi başına bir disiplin olmasına önemli katkıda bulunmuştur. İslâm literatüründe adı “kelâm” olan teoloji, Farabî’nin felsefesinde sadece yöntem bakımından ayrı tutulmuştur. İkisi arasındaki ayrım, yapısal olmaktan çok yöntemseldir.
Farabî’ye göre mantık, saf felsefe için bir başlangıç ve hazırlıktır. Felsefe fizik ve metafizik olarak iki kısma ayrılır. Fizik, özel bilimleri bilgi teorisini de içeren psikolojiyi kapsar. Metafizik fizik ise felsefesi ve teorik felsefeden oluşur, metafizik etik ile ahlâkı da içerir. Farabî, kendi senkretik (çelişkili inançları birleştirmek) felsefesini İslâm akidesiyle uzlaştırmayı amaçlamıştır. Çünkü Allah’ın kudreti her şeyin üzerindedir, ancak insanların akılları sınırlı olduğu için anlama noktasında yetersiz kalınır. O, bir de ruh temizliğine çok önem vermiş ve felsefî düşüncesinin temeline bunu yerleştirmiştir.
Başka bir ifadeyle pozitif ve dinî bilimlerde araştırmalar yapılırken sonuçlara matematik ve mantık yoluyla varılmasını önerirdi. Farabî, birbiriyle uzlaştırılması mümkün görülen çeşitli sistemlerden bir sentez yaptığı için eklektik (seçmeci ve uzlaştırıcı) bir metot izlemişti. Felsefede bir otorite kişi olduğu kabul edilir. Farabî’yi anlatan kitaplar, İslâm dünyasında Ebul Hasan el-Beyhakî, İbn el-Kıftî, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabî’nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra oluşturulmuştur. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabî’yle ilgili söylenceleri derliyor, bir felsefeciyle değil, bir ermişi açıklamaktadır. Halep’te Hemedanî hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu olan Farabî, Arap ülkelerinde yaşamış, Türk kimliğini ve Türk törelerini yaşatmaya çalışmış, İslâm âleminde Ebu’l-Hasan el-Beyhakî, İbn-el-Kıftî, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından sıkça yorumlanmıştır.
1- Farabî’ye göre “Her insan kendini devam ettirmek ve üstün mükemmelliğe ulaşmak için birçok şeye muhtaç bir fıtratta yaratılmıştır. Onun bu şeylerin hepsini tek başına sağlaması mümkün değildir. Her biri kendisinin özel ihtiyacını karşılayacak birçok insana muhtaçtır. Farabî’ye göre insan Aristo’da olduğu gibi toplumsal bir varlıktır. Platon’da olduğu gibi toplum, doğal bir sürecin sonucu ortaya çıkan bir birlik değil, bireyleri kendi iradeleri ile “ahlâkî bir gaye”yi gerçekleştirmek üzere kurulan zorunlu bir birimdir.
2- En mükemmel hayata şehirde ulaşılabilir. Farabî, insanın var oluş sebebi ve gayesinin mutluluk olduğunu söyler. Mutluluğun elde ettiği şeyler için birbirine yardım etmeyi amaçlayan bir şehir, erdemli, mükemmel bir şehirdir. Medine-i Fazıla isimli eseri bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. O şunları ifade eder: İnsanların mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım eden toplum erdemlidir. Halkı mutluluğu bilmeyen, mutluluktan habersiz olan şehir cahildir.
3- Farabî’ye göre kalbin vücudu idare etmesi yöneticinin toplumu idare etmesine benzer. Erdemli şehrin yöneticisi herhangi bir insan olamaz. Yönetici yaratılışı ve tabiatı ile uygun olmalıdır. Yönetime yatkınlık, yetenek ve tutumları kazanmış olmalıdır. Yönetici, insanlığın en üst mertebesinde olan başka bir insanın hükmü ve yönetimi altına girmesi mümkün olmayan, faal akıl ile bağlantı kuran kimsedir. Seçkinlerin en seçkinidir. Farabî bu yönetici için “filozof, en yüksek yönetici, hükümdar, kanun koyucu imam” deyimlerini kullanmaktadır.
6- Farabî’nin fiziği de metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öge (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öge, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-âlem) oluştururlar.
7- Farabî insanı tanımlarken “Âlem büyük insandır; insan küçük âlemdir.” diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır. Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu, akıl ve nazar.
8- Farabî, Aristo’ya ait Kitâbü’n-nefs (De Anima)’in kenarına, çokluğa kinaye olarak “Ben bu kitabı yüz defa okudum.” diye yazmış, yine Aristo’nun Es-Semâu”-t-tabiî (Fizika) adlı eseri için, “Ben bunu kırk defa okudum, yine de okumak ihtiyacını hissediyorum.” demiştir.
9- Fârâbî, faziletli bir toplum meydana getirmek üzere tasarımını oluşturduğu erdemli devletinde, kişinin dünya ve ahiret mutluluğu ile toplumun dirlik ve düzenliğini sağlayacak bir nizam vadeden Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu hayat tarzını da dikkate alarak “ilk reis” ve “imam” diye nitelediği ideal devlet başkanının şahsında yani İslâm halifelerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile filozofun üstün özelliklerini birleştirmek istemiştir.
Farabî ilimleri sınıflandırmak amacıyla kaleme aldığı “İlimlerin Sayımı” (İhsâü’l-ulûm) adlı eserinde, her birinin tanımı, teorik ve pratik açıdan değeri ile eğitim-öğretimdeki önemini belirttiği ilimleri sırasıyla dil, mantık, matematik, felsefe ve medenî ilimler olmak üzere beş ana başlık altında toplar. Özellikle mantık alanındaki başarılarıyla dikkat çeken Fârâbî mantığı “kavramlar” (tasavvurât) ve “hükümler/önermeler” (tasdîkât) olmak üzere iki kısma ayırır. Mantık adının etimolojisini de dikkate alarak mantık disiplininin iki işlevinden aklın kavram ve düşünce üretimiyle ilgili olanını “iç konuşma”, söz ve söyleme ilişkin olanını da “dış konuşma” olarak değerlendirir.
Mantık disiplinini bir bakıma gramere benzeten filozofa göre mantık bütün insanlığın ortak paydası olan düşünmenin/düşüncenin kanunlarını ortaya koyarken, gramer bir milletin diline ait kuralları verir. Diğer bir deyişle gramer hatasız konuşmanın, mantık ise doğru düşünmenin kurallarını içerir; gramerin dil ve kelimelerle ilişkisi ne ise mantığın akıl ve kavramlarla ilişkisi de odur. Farabî’nin mantık alanına getirdiği bir yenilik de felsefe, cedel, safsata, hitabet ve şiirin “beş sanat” olarak değerlendirilmesidir.
Farabî müzik, matematik ve bilimsel yöntem alanlarıyla da ilgilenmiştir. Öyle ki “kanun” isimli çalgı aletini Farabî tarafından bulunmuştur. Farabî ayrıca pozitif bilimlerin sınıflandırmasını da yapmıştır. Çok geniş düşünme ve anlama ufkuna sahiptir. Farabî bilimleri; fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırmıştır. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından ancak on üçüncü yüzyılda kabul edilmiştir.
Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıkî izahını Farabî yapmıştır. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını, deneyler yaparak tespit etmiştir. Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri de bulmuştur. Aynı zamanda tıp alanında da çalışmalar yapan Farabî, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili eserler kaleme almıştır.
Bibliyografya
Bayraktar Bayraklı, Farabî’de Devlet Felsefesi, İstanbul 1983.
Cavit Sunar, İslâmda Felsefe ve Farabî I, II, Ankara 2006.
Mahmut Kaya, Erdemli Devletin Çatısını Kurdu, DİL ve EDEBİYAT 2010.
Müjgan Cunbur-İsmet Binark-Nejat Seferci, Farabî Bibliyografyası, Ankara 1973.
Şahin Filiz, Farabî, İstanbul 2005.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
Resul KESENCELİ
YazarEvliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul’u Seyahatname isimli eserinde anlatırken Ayasofya’nın Sırları ve gizemlerini yazmıştır. Biz de bu eserde anlatılanları bu yazımızda ifade etmeye çalışacağız.Seyah...
Yazar: Resul KESENCELİ
İnsanlık hayata gözlerini açtığı andan beri hatta anne karnından doğup büyüdüğü ana kadar her zaman eğitime ihtiyaç duymuştur. Daha anne karnında iken etrafında olan bitenlere belki de duyarak ya da h...
Yazar: Erol AFŞİN
Sahte gözlükleri çıkarıp, gözden,Gördükçe öğrendik biz bu dersleri,Aşk için özleri arıtıp özden,Verdikçe öğrendik biz bu dersleri.Ne anladık sanki gençlik çağından,Kolay mı kurtulmak nefsin ağından,Do...
Şair: Halil GÖKKAYA
Tasavvuf ilmi tecrübeye dayalı bir disiplin olup kişinin mânevî gelişimini esas almaktadır. Başlangıçtan son merhaleye kadar dervişin gelişim ve kazanımlarını artırmayı hedeflemektedir. Tasavvuf eğiti...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE