Tasavvufî Eğitimin İncelikleri
Tasavvuf ilmi tecrübeye dayalı bir disiplin olup kişinin mânevî gelişimini esas almaktadır. Başlangıçtan son merhaleye kadar dervişin gelişim ve kazanımlarını artırmayı hedeflemektedir. Tasavvuf eğitiminde, dervişin cehâletten kurtulup bilgelik kazanması, kötü ahlâkı bırakıp güzel ahlâk sahibi olması, kendi benliğini görmekten kaçınıp gerçek varlık olarak sadece Hakk’ın varlığını idrak etmesi istenmektedir.[1]
Tasavvufî eğitim, “seyr u sülûk” kavramıyla ifade edilmektedir. Seyr u sülûk, iç dünyamızda, kendi hakîkatlerimizi seyrederek derinleşme olayıdır.
Tasavvufî eğitimin sağlıklı gerçekleşebilmesi için üç unsurun bir arada olması gerekmektedir. Bunlar da zaman, mekân ve ihvân üçlüsüdür. Tasavvufî eğitim için belli bir zaman ayırmak, eğitimin yapıldığı özel mekânlarda bulunmak, nihâyet bu gönül iletişimini kurabilecek insanlarla aynı zaman ve mekânı paylaşmak gerekmektedir.[2]
Bir ağacın yetişme merhaleleri gibi insanın gelişiminde de birtakım mertebeler bulunmaktadır. Ağacın her mertebesinde ne meydana geleceği açıktır. Bahçıvanın işi zemini yumuşatmak, taş ve çakılları temizlemek, zamanında su vermek, ağaca zarar gelmemesi ve olgunlaşmasının tamamlanması için onu korumaktır.
Dervişin işleri de aynı şekildedir. Dervişin riyâzet ve ibâdetlerindeki niyeti, insan olmak ve insanlık mertebelerinin kendilerinde tamamen ortaya çıkmasıdır. İnsanlık mertebeleri tamamen gerçekleşince, derviş istesin veya istemesin, temizlik, güzel ahlak, ilim, marifet, ilâhî sırları keşif, ilâhî nurların tecellîsi, her biri kendi vaktinde ortaya çıkar.
Özetle, derviş yüce himmetli olmalı, yaşadıkça çalışmalı, uğraşı ve çabayla meşgul olmalıdır. Çünkü Allah’ın ilim ve hikmetinin sonu yoktur. Ağacın bütün mertebeleri ağaç tohumunda mevcuttur. Ağacın tohumunda bulunan potansiyel gelişimin ortaya çıkması için bir usta bahçıvana ihtiyaç duyulmaktadır. Aynı şekilde temizlik, güzel ahlak, ilim, marifet, ilham, keşif, tevhid, kulluk, kalbin selâmeti tasavvufta esastır.
Âriflerle sohbet etmek, Hak erlerinin terbiye ve eğitiminden geçmek, dervişin böylesi kazanımları elde etmesini sağlar. Buna göre derviş, aslında ne isterse kendinde aramalıdır. Kulak yoluyla gönle ulaşan ilim, başkalarının kuyusundan su çekip kendi susuz kuyumuza su akıtmaya benzemektedir. Böylesi bir su taşımacılığı kalıcı değildir. Kişinin kendi kuyusundan su çıkarması gerekmektedir. İnsan kendi kuyusundan ne kadar fazla su çekip başkalarına verse de varlık hazinesinden bir şey kaybetmez. Hayat suyu azalmaz, bilakis çoğalır. Ne kadar kalırsa kalsın, kokmaz. Belki her gün daha da temizlenir ve kötü hastalıkların ilacı olur.
Peygamberlerin daveti, velîlerin terbiyesi, insanların iyi söz, iyi amel ve iyi ahlaklı olması, dışlarının düzelmesi içindir. Dışı düzgün olmayanın içi de düzgün olmaz. Dış, beden mesâbesindedir. İç yani bâtın ise, beden kalıbına konan ruh mesâbesindedir. O hâlde kalıp düzgün olursa, kalıbın içindeki ruh da düzgün olur; kalıp eğri olursa, içindeki ruh da sâfiyetini kaybetmiş olur. Dış içte, iç ise dışta tesirlidir. Âriflerin sohbetlerine katılanların dışı düzelince, iç de düzelir.
Allah insanları farklı olarak yaratmış, her birine bir iş istidâdı vermiştir. Genel olarak insanlar; Mevlâ’yı isteyenler, ukbâyı isteyenler ve dünyayı isteyenler olmak üzere üç eğilimlidir. İnsanın yaratılış gayesine uygun hareket etmesi, kendisindeki kötü sıfatları giderip iyi vasıflarla muttasıf hâle gelmesiyle mümkündür. Bu konumuyla seyr ü sülûk, kişideki var olan güç ve çabayı harekete geçirmektedir. Kul, kendini gerçekleştirme yolunda küçük bir adım attığında, Yaratıcısı ona daha da yakınlaşacaktır. İnsanı yüceltmeyi hedefleyen böylesi bir amaç hem kendini geliştirmeyi hem de insanlığa yaraşır bir geleceğin hazırlanmasında, birey olarak üzerine düşeni yerine getirmeyi ifade eder.[3]
Psikolojide kendini gerçekleştirme, “bireyin kişilik yapısında var olan potansiyel imkânların gerçeklik kazanmasıyla ortaya çıkan kişisel açılım” şeklinde tanımlanmaktadır. Tasavvuf büyükleri kişinin kendini gerçekleştirme becerisini kullukta derinleşme olarak değerlendirirler.[4] Tasavvuf yoluna girmek isteyene tâlib, yolun başlangıcında olana mübtedî, bu yolda belli bir mesâfe almış olana sâlik, sülûk eğitiminin sonuna ulaşana ise müntehî adı verilmektedir.[5]
Tasavvufî eğitim riyâzet ve mücâhede usulleri ile tam bir ciddiyetle gerçekleştirilir. Sıkı denetim ve yoğun programlarla kişinin ahlâkî güzelliklere ermesini ve nefsânî sıfatları giderip güzel hasletlere bürünmesini hedeflemektedir. Tasavvufî eğitimde nefsin yok edilip öldürülmesi değil ıslah edilip hayra kanalize edilmesi esastır.[6]
Mürşid-i kâmilin gözetiminde gerçekleşen tasavvufî eğitim her müride özel bir metotla gerçekleştirilir. Müridin potansiyelleri değerlendirilir, yetenek ve kâbiliyetleri dikkate alınır, idrak seviyesi başlangıçta belirlenir, hangi müride ne tür bir yöntem belirleneceği dergâhın şeyhi tarafından özenle gerçekleştirilir.
Fizikî ve rûhî donanımı yetersiz olan müridini halvete sokmayı düşünmez; kaş yapalım derken göz çıkarmaya yeltenmez. Yolun tehlikelerinden müridini korur. Dervişlikte bir anda yüklenme olmaz. Dervişin kazanımlarını tedrîcî olarak ve zamanla gerçekleştirmesi istenir. Tasavvuf eğitimi uzun soluklu ve içselleştirilerek gerçekleştirilir.[7]
Bedensel hastalıklarda tedâvi şekli, hastalığa göre değiştiği gibi, kalb hastalıklarının tedâvisinde de müridin mizâcına, kâbiliyetine, eğilimlerine, zaaflarına ve kapasitesine göre tedâvi usulleri değişiklik gerçekleşecektir. Mürşid-i kâmilin müritlerine aynı öğüdü vermesi düşünülemez. Temel İslâmî vazifelerini yapmayan dervişlere namaz, abdest, oruç ve infak gibi vazifelerini öğütlerken, tasavvuf yolunda mesâfe kat edenlere kalbin inceliklerinden, zarâfet, letâfet ve insanlık kalitesinden nasıl bir kıvama ermesi gerektiğine dair nasîhatlerde bulunmaya başlar.
Tasavvufî eğitimde gaye müritlerin mârifetullaha ermesini sağlamaktır, ama irşat faaliyetleri yürütülürken müritlerin fıtratları dikkate alınır, eğilim ve yeteneklerini göz önünde tutulur. O sebeple tasavvufta kişiyi Allah’a götüren yolların mahlûkatın nefesleri sayısınca olduğu belirtilir, çünkü tasavvufî eğitim insana rağmen değildir.
Meselâ Mevlevîlik yaratılış gereği, musikiye ve estetik zevke meyyal olan insanları, bu yönlerinden yakalayarak, nây-i şerîfin sihirli sesi ve büyüleyici nağmesi ile kendi saflarına çekmekte ve zamanla onların gönül dünyasını tezkiye ve tasfiye ederek, menfî temâyüllerini, Hakk’a tevcih etmektedir. Bu gerçekten hareketle tarîkatlar tarih boyunca prensiplerini ortaya koyarken, herkesi değil kâbiliyet, karakter ve meşrep yapısı itibarı ile asgarî müşterekleri bulunan cemiyetin belli bir kesimini ve onların psikolojik yapı ve fıtrî istidatlarındaki farklılığı dikkate alarak, sistemlerini tespbite itinâ göstermişlerdir.[8]
Tasavvuf eğitiminde gaye vuslat olmakla birlikte, vuslatın gerçekleşmesi takip edilecek usule bağlıdır. Müritlerin vuslata eremeyişlerin sebebi olarak usule riâyet etmemeleri gösterilmektedir. Meşhur sûfî Ebû Ali Dekkâk (ö. 405/1014), konuyla ilgili bizlere şu hatırlatmada bulunmaktadır: “Müridin, Allah ile arasındaki itikâdını tashih etmekle işe başlaması gereklidir. Şüpheler ve zanlardan arınmış, sapıklık ve bid’atlerden uzak, huccetler ve burhanlardan doğup meydana gelen bir inanç ile işe başlaması gereklidir.”[9]
Tasavvuf eğitiminde işe Hakk’ı idrâk etmemize engel olan perdeleri ortadan kaldırmakla başlarız. Uzaklaştırılması ve kişinin önünden kaldırılması gereken her şey hicaptan ibarettir. Perdelerin aslı şu dört engeldir: Mal sevgisi, makam sevgisi, taklit hastalığı ve günah işleme sefâleti. Tasavvufî eğitimde vahdet âlemine varmamıza engel olan bu ve benzeri kesret perdelerini gidermemiz esas kabul edilmektedir. Allah’tan gayrı her şeyden irtibatı koparmak, yapay davranışlardan kaçınmak, nesnel dünyanın gidişâtına kendimizi kaptırmamak suretiyle nefis menzilini geçen derviş, kazandığı hassasiyet duygusuyla kalb makamına ermiş olur.
Ebu’l-Hasan Harakânî (ö. 419/1028), tasavvufî eğitimin üç merhaleden ibâret olduğunu söyler. İlk etapta derviş ‘Allah var, başka bir şey yok.’ duygusuna erer. İkinci adımda ünsiyet kazanır. Üçüncü adımda ise aşk ateşinde yanmanın seyrine erer.[10]
Azîzüddin Nesefî (ö. 700/1300), tasavvufî eğitimin şartlarını mal ve makam sevgisi ile günahları ve kötü ahlakı terk, elimizle ve dilimizle kimseyi incitmemek, kimseden şefkati esirgememek, uzlet, susmak, açlık ve uykusuzluk olarak sıralarken,[11] tasavvufî eğitimin erkânının neler olduğunu şu şekilde dile getirmektedir:
Rehber, rehbere karşı irâde ve muhabbet, itikâdî konulara aykırı olmamak şartıyla rehbere itâat, kendi sakat görüş ve düşüncelerimizi terk etmek, hak ve hakîkati itiraz etmemek, tasavvufî eğitimde sebât etmek.[12] Yine Nesefî’nin beyânıyla söyleyecek olursak, tasavvufî eğitimin başarılı olabilmesi için dervişlerin öncelikle şu on sekiz gerçeği bilmesi zorunludur: Dünyayı bilmek, dünya işini bilmek, âhireti bilmek, âhiret işini bilmek, ölümü bilmek, ölümün hikmetini bilmek, şeytanı bilmek, şeytanın işini bilmek, meleği bilmek, meleğin işini bilmek, peygamberi bilmek, peygamberin sözünü bilmek, velîyi bilmek, velînin sözünü bilmek, kendini bilmek, kendi işini bilmek, Allah’ı bilmek ve Allah’ın yaptığını bilmek.[13]
Sûfî gelenekte “esfâr-ı erbaa”dan bahsedilmektedir. Dört farklı seyirle tasavvufî eğitimin aşamalarına dikkat çekilmektedir. Kalbin Hakk’a yönelişi olarak görülen bu seferlerin birincisi “seyr ilallah” kabul edilmektedir. Seyr illallah, kişinin kendi nefsinden Mutlak Varlık’a doğru yapılan seferdir. Bu seyrde derviş, Hakk’ın sevgisine ermek için farz, vâcip ve nâfile olarak kendisine emredilen ahkâma sarılır ve gücü yettiği kadar onları yerine getirmeye çalışır.
Bu seyrdeki sâlik, ‘sâlik bi-nefsihî’dir.[14] Allah’a seyr, dervişin nefsini tanıdıktan sonra kalb makamının yükselmesi ve ‘ufk-ı mübîn’e ulaşmasıdır.[15] Seyr ilallahın gerçekleşmesi için ilim ve zikir gerekli olan iki esastır. İlimsiz ve zikirsiz seyr ilallah olmaz. İlim yolu gösterir; zikir de yolun azığı ve terakkî aracıdır. İslâm, iman, ihsan, takvâ ve şükür ise seyr ilallahın beş ayrı makamıdır.[16] Seyrin bu ilk merhalesinin nihâyeti vahdet yüzünden beşeriyet hicâbının kaldırılmasıdır.[17]
Dört aşamalı seferin ikinci merhalesi “seyr fillah” sürecidir. Seyr fillâh, Hakk’ın ahlâkıyla süslenen dervişin beşerî zaaflarından sıyrılmasıdır. Nâfilelere devam dervişin bu mertebede gören gözü, tutan eli, duyan kulağı Hak olur. Bu durumdaki dervişe ‘sâlik bi-rabbihî’ denir.[18] Seyr fillah vâhidiyyet ve cezbe makamı olup Hak’ta Hak ile olan yolculuktur.[19] Bu sefer, dervişin ilâhî sıfatlar ile sıfatlanmasıdır.[20] Bu ikinci seferin nihâyeti hazret-i vâhidiyyedir. Burada ledünnî ilimler münkeşif olur. [21]
Üçüncü sefer “seyr maallah” safhasıdır. Bu makamda derviş "ahadiyet" mertebesini idrâk eder, cem’ duygusuna hâkim olur ve mertebede derviş sâlik bi’l-mecmû’ adını alır.[22] Bu mertebede sâlik zâhir ve bâtın ikiliğinden kurtulur, velâyet mertebesine ulaşır.[23] Bu sefer, “kâbe kavseyn” makamına ulaşmaktır. Bu da aynu’l-cem makamıdır.[24] Bu makam Hak’tan tekrar halka dönmeyi ifade eder. Buna fenâ’dan sonra bekâ, cem’den sonra fark da denir. Bu makamda göz vahdette kesreti, kesrette vahdeti görür. Bu seferin sonu zıtların ve kayıtlanmanın son bulmasıdır.[25]
Dördüncü sefer “seyr anillah” seyridir. Tevhid ve cem’ makamına ermiş olan dervişin teklikten çokluğa, Hak’tan halka yönelişidir. Seyr u sülûkün tamamlanmasından sonra sâlikin irşad amacıyla halkın arasına karışmasıdır. Buna urûcdan sonra nüzûl; yani mânevî yükselişten sonra tekrar halkın arasına iniş adı da verilir. Bu makam artık irşad makamıdır; derviş sâlik olmaktan çıkmış, hilâfete ehliyet kazanmıştır.[26] Bu sefer, fenâdan sonra bekâ, cem’den sonra fark makamıdır.[27]
İlk iki seyr ile velîlik makamına, son ikisi ile mürşidlik makamı ve yetkisine kavuşulur.[28] Bu tesbitler ışığında diyebiliriz ki, tasavvufî eğitim Peygamber Efendimiz’in örnekleştirdiği hayatı yaşayacak yeteneğe ulaşma gayretidir. Yine bu tesbitlerimiz ışığında mürşide teslimiyeti, geçmişi silerek zihin ve şuuru berraklaştırmayı, makam ve menzillere tam riâyet etmeyi tasavvufî eğitimin şartları arasında zikredebiliriz.
[1] Abdurrahman Salâhî Efendi, “Bursa Üçkuzular Dergâh-ı Şerîfi’nde Güzerân Eden Meşâyih-i Kirâm”, Cerrâhîlik Metinleri, ed. Mehmet Cemâl Öztürk, Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı, İstanbul 2018, s. 156.
[2] Mustafa Kara, Buhara Bursa Bosna Şehirler/Sûfîler/Tekkeler, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, s. 24.
[3] Ahmet Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Türk Sufisi Yakub-ı Çerhî, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, dan. Prof.Dr. Ethem Cebecioğlu, Ankara 2005, s. 125.
[4] Abdülkerim Bahadır, İnsanın Anlam Arayışı ve Din –Logoterapik Bir Araştırma-, İnsan Yayınları, İstanbul 2002.s. 48-51.
[5] Ali Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, Etüt Yayınları, Samsun 2010, s. 139.
[6] Hasan Kâmil Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, Erkam Yayınları, İstanbul 2004, s. 79.
[7] Annemarie Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, çev. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, 112-113.
[8] İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebeti, Seha Neşriyat, İstanbul 1984, s. 96-107.
[9] Ebu’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik & Ali Abdulhamid Baltacı, Daru’l-Hayr, Beyrut 1993, s.378.
[10] Hasan Çiftçi, Şeyh Ebü’l-Hasan-i Harakânî I (Hayatı, Çevresi, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri), Şehit Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yayınları, Kars 2004, s. 229.
[11] Azizüddin Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi -İnsan-ı Kâmil-, trc. Mehmet Kanar, Dergâh Yayınları, İstanbul 1990, s. 51-52.
[12] Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi, s.52.
[13] Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi, s. 53.
[14] Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, s. 80.
[15] Mustafa Kara, Dervişin Hayatı, Sûfînin Kelâmı Hal Tercümeleri-Tarikatlar-Istılahlar, Dergâh Yayınları, İstanbul 2005, s. 61.
[16] Said Havva, Ruh Terbiyemiz, İstanbul 1986, s.50, 109-143.
[17] Mahmud Erol Kılıç, İbnü’l-Arabî, İSAM Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2018, s. 121.
[18] Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, s. 80.
[19] Kara, Dervişin Hayatı, s. 61.
[20] Süleyman Uludağ, “Başlangıçtan Günümüze Tasavvufta Usûl Meselesi”, İslâmî İlimlerde Metodoloji (Usûl) Meselesi, 20-21 Mart 2004 İSAV Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, c. II, s. 1061.
[21] Kılıç, İbnü’l-Arabî, s. 121.
[22] Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, s. 80.
[23] Kara, Dervişin Hayatı, s. 61.
[24] Süleyman Uludağ, “Başlangıçtan Günümüze Tasavvufta Usûl Meselesi”, İslâmî İlimlerde Metodoloji (Usûl) Meselesi, 20-21 Mart 2004 İSAV Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, II/1061.
[25] Kılıç, İbnü’l-Arabî, s. 121.
[26] Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, s. 80.
[27] Uludağ, “Başlangıçtan Günümüze Tasavvufta Usûl Meselesi”, İslâmî İlimlerde Metodoloji (Usûl) Meselesi, c. II, s. 1061.
[28] Kara, Dervişin Hayatı, s. 62.
Kadir ÖZKÖSE
YazarGönlümü yakan gönül gönlümce yansın Rabb’imAdını andığım yâr adımı ansın Rabb’imİnandım âh aşkına âşık-ı sâdık diyeO da benim aşkıma aşkla inansın Rabb’imBuluşsun gözyaşlarım gözyaşıyla her gece.İçsin...
Şair: Ekrem KAFTAN
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in irtihâlinden sonra fetih hareketleri hız kesmeden devam etti. Asr-ı Saâdet Dönemi Müslümanları, İslâm’ın mesajını cihana duyurmak uğruna ve i’lâ-yı kelimetullah derdiyl...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Din Eğitiminin Güncelliği Konusunda Röportaj- Saygıdeğer Hocam, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sohbetimizin başında “Niçin din eğitimi?” diye sorsam neler söylersiniz...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
İslâm tarihinde ve günümüzde saldırılar Kur’an’dan ziyâde daha çok Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risâletine dönük yapılmıştır ve hâlâ yapılmaktadır. Sebebi, Kur’an’ın nübüvvet temeli üzerine oturmuş olmas...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ