Mûsikî İle Tedavinin İlk Merkezi: Amasya Dârüşşifâsı
Mûsikî, sesleri kulağa hoş gelecek şekilde terkip etmek, ölçülü sesler vasıtasıyla estetik bir tesir ve heyecan husule getirme sanatıdır. Mûsikî, kelimeler ile anlatılması mümkün olmayan duygularımızı, heyecanlarımızı bu duygu ve heyecanları sezdirecek, duyuracak tarzda tertiplenmiş sesler vasıtasıyla başka ruhlara aksettirme sanatıdır.
Bu tariflerden anlaşılacağı üzere mûsikînin iptidai maddeleri ikidir: Ses ve ölçü. Ölçü vasıtasıyla sese güzellik, çekicilik ve tesirlilik verilmektedir. Taşların ustaca dizilmesinden mimarî eserler, renk ve ışıkların mahirâne sıralanışından tablolar, kelimelerin sanatkârane tertip edilişinden edebî eserler meydana geldiği gibi, seslerin intizamlı dizilişinden ve sesler arasındaki tenasüp ve ahenkten mûsikî meydana gelir.
İnsanoğlu hayatının her döneminde mûsikîyle iç içedir. Asırlar boyunca mûsikîyi gerek ruhsal gerekse bedensel amaçları doğrultusunda kullanagelmiştir. Neşe, keder, kahramanlık, korku, cesaret, ümit, yeis vb. duygularını genellikle mûsikîyle ifade etme ve anlamlandırma gayreti içerisinde olmuştur. Günümüzde de aktüel bir konu olan mûsikî ile tedavi, ruhsal ve bedensel rahatsızlıkları iyileştirmek için insanoğlu tarafından kullanılan tedavi yöntemlerinden birisi, belki de en eskisidir.[1] Eski Çin, Hint felsefesinde, Eski Yunan’da, Eski Roma’da, Orta Asya Türklerinde, Türk-İslâm medeniyetinde mûsikî ile tedavinin izlerine rastlamak mümkündür.
Türklerin mûsikî ile tedavi şekli yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Tonguzlar’ın “şaman”, Altay Türklerinin “kam”, Yakutların “oyun”, Kırgızların “bahşı”, Oğuzların “ozan” adını verdikleri ve şairliğin dışında sihirbazlık, hekimlik ve mûsikîşinâslık gibi birçok vasıfları da bulunan bu kişilerin halk üzerinde büyük tesiri bulunmaktadır. Mûsikî dâhil hastaları tedavi etmede bu hekimlerin mistik gücünün olduğu kabul edilmiştir.[2]
İslâm dünyasında mûsikî genel anlamda Emevîler Dönemi’nde sosyal hayata girmiş, bir meslek statüsünde değerlendirilmiş ve müzisyenler, toplumda takdire mazhar olmuş ve saygı görmüşlerdir. Abbâsîler Dönemi’nde ise müzik, icrâ anlamında aynı konumunu muhafaza ederken; bu dönemde kurulan “Beytü’l-Hikme”lerin öncülüğünde gerçekleşen tercüme faaliyeti neticesinde İslâm dünyası, mûsikî nazariyatı ile ilgili ilmî eserlerle tanışmaya başlamıştır.[3]
Mûsikî nazariyatı ile alakalı çalışmaların yapılması ile ilim adamları mûsikînin sağlığa, insan psikolojisine etkileri üzerinde önemli çalışmalara imza atmışlardır. Büyük İslâm bilgini ve hekimi Ebubekir er-Râzî, “Melankolik hasta, balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalı, huyunu ve davranışlarını beğendiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Mûsikî öğrenmeli, öğretmeli, özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir.” sözü ile güzel sesin ve mûsikînin önemine işaret etmiştir.
Fârâbî de eseri “Kitâbu’l- Musîka’l-Kebîr” inde mûsikînin insan psikolojisi üzerindeki etkilerine de yer vermiş ve mûsikînin tedavi edici özelliğine işaret etmiştir. Ayrıca Fârâbî makamların insan üzerindeki etkilerinden bahsederken “Rast makamı, insana sefa yani neşe ve huzur duygusu verir. Rehavi makamı, insana beka yani sonsuzluk düşüncesi verir. Kuçek makamı, hüzün, elem ve keder duygusu verir. Büzürk makamı, insanda korku duygusu uyandırır. İsfahan makamı, hareket kabiliyeti ve güven hissi verir. Neva makamı, lezzet ve ferahlık duygusu verir.” demektedir.
İbn Sina ise “Kitabu’ş-Şifa” adlı eserinin bir bölümünü mûsikîye ayırmış ve mûsikînin tıpta oynadığı rolü şu sözleri ile ifade etmiştir: “Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli hale getirmek, ona en iyi mûsikîyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”
Gevrekzade Hasan Efendi de “Er-Risaletü’l-Musikiye Mine’d-devai’r-rühaniyye” adlı eserinde makamların açıklamalarına yer verdikten sonra, o makamların tedavi ettiği hastalıklarla ilgili şunları ifade eder: “Rast, felce iyi gelir. Irak, ateşli hastalıklara, Isfahan, düşünme ve hatırlama gücünü arttırır. Zirefgent, ağız felci, inme sırt ve kulunç ağrılarını iyileştirir. Büzürg, zihni berraklaştırır, zihni toparlar, kara sevdaya iyi gelir.”[4]
Bizleri günde 5 vakit namaza davet eden ezanların sabah namazı Sabâ makamı, öğle namazı Uşşâk makamı, ikindi namazı Rast makamı, akşam namazı Segâh makamı ve yatsı namazı Hicâz makamı ile okunması, makamların vakitlere göre insanın psikolojisine etkisinden kaynaklanmaktadır.
Mûsikî ile tedavi ilmi her ne kadar Müslüman-Türk ilim adamları ve hekimleri tarafından icat edilmemiş olsa da yapılan çalışmalar Müslüman-Türk ilim adamları ve hekimlerinin bu ilmi inkişaf ettirdiğini göstermektedir.
Yapılan bu etraflı çalışmalar neticesinde Selçuklu ve Osmanlı’da açılan dârüşşifâlar, mûsikî ile tedavi ilminin hastalara uygulandığı merkezler olmuştur. Bu dârüşşifâlar şunlardır: Şam Nureddin Zengi Şifahanesi (1154), Kayseri Gevher Nesibe Şifâhiyesi (1206), Sivas Divriği Dârüşşifâsı (1228), Amasya Dârüşşifâsı (1309), İstanbul Fatih Dârüşşifâsı (1470), İstanbul Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifâhanesi (1556), İstanbul Enderun Hastanesi ve Edirne Sultan II. Bayezid Dârüşşifâsı
Bu darüşşifalar içerisinde Amasya Dârüşşifâsı (1309), dünyada akıl hastalıklarının mûsikî ve su sesiyle tedavi edildiği ilk darüşşifa olması özelliğiyle öne çıkmıştır.[5]
Amasya Dârüşşifâsı, Yakutiye mahallesinde, Yeşilırmak'a paralel olarak uzanan cadde kenarında medrese plan şemasında inşa edilmiş olan darüşşifanın giriş kapısı üzerinde, kapı nişini üç yönde tek satır halinde dolanan Arapça kitabesinden, yapıyı 1308 yılında, İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcaytu Mehmed Han, karısı İlduz Hatun ile Amasya’ya geldiklerinde, kölesi olan Anber Bin Abdullah ile Anadolu Emiri Ahmed Bey'e inşa ettirdiği öğrenilmektedir. Ancak mimarı hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Darüşşifanın günümüze ulaşmamış vakfiyesinin 1312 ‘de düzenlendiği de bilinmektedir.[6]
Amasya Darüşşifası, revaklı avlusu, iki eyvanı ile klasik Selçuklu medrese planının bir benzeridir. Bu darüşşifa dikdörtgen planlı olup, giriş cephesi diğer cephelere göre daha farklıdır. Selçuklu medreselerinde olduğu gibi abidevi görünüşlüdür. Klasik Selçuklu yapılarının tüm özelliklerini taşıyan darüşşifanın özelliklerinden biri de girişin kilit taşında bağdaş kurmuş bir insan figürünün işlenmiş oluşudur. Yapı, uzun ekseni boyunca, doğu batı yönünde dıştan dışa 33.60x25.60 m. ölçülerindeki bir alanda planlanmıştır.
Dikdörtgen bir avlu etrafında iki yanda uzun eksene paralel iki revak sırası ve gerisinde mekânların yer aldığı ana eyvanla avlulu iki eyvanlı bir plan şemasına sahiptir. Darüşşifanın giriş eyvanının iki yanında iki tonozlu bölüm olup, buradan avluya geçilmektedir. Girişin tam karşısında giriş eyvanından daha büyük olan beşik tonozlu dershane eyvanı bulunmaktadır.
Yan bölümlerde üçer silindirik sütun ve dört sivri kemerli revakların arkasında beşik tonozlu dikdörtgen hücreler yer almaktadır. Ayrıca dershane eyvanının iki yanındaki beşik tonozlu köşe hücreleri birer kapı ile avluya açılmaktadır.[7] Amasyalı bir hekim olan Sabuncuoğlu Şerefeddin bu şifahanede 14 yıl hekimlik yapmıştır. Burada “Cerrahiyyetü-l Haniye” isimli tıbbi minyatürlerle süslü bir kitap yazarak dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet’e sunmuştur.
19.yüzyılda darüşşifa önemini yitirmiş, ipekböceği kozacılarının yeri olmuş, sonra da esnaf burayı depo olarak kullanmıştır. Erzincan Depremi’nden sonra (1939) harap olmuş, 1945 yılında dış cephesi, 1992-1997 yıllarında tümü ile restore edilmiştir. Yapı 1999 yılından itibaren Belediye Konservatuarı olarak kullanılmıştır. Amasya Darüşşifası 2011 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Amasya Belediyesine devredilmiş ve yapılış amacına uygun olarak “Şerefeddin Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi” ismiyle müze hâline getirilmiştir.
Müzede, Fatih Sultan Mehmet döneminin önemli hekimlerinden ve 14 yıl boyunca başhekimlik yapmış Sabuncuoğlu Şerefeddin'in kendi yazmış olduğu ve ilk Türkçe cerrahi eser olan Cerrahiyyetü’l-Haniye kitabındaki çizimlerden yola çıkarak yaptırılan 10 ayrı branştaki tıp ve cerrahi aletlerinin sergilendiği ve tedavi yöntemlerinin gösterildiği Sabuncuoğlu Salonu, cerrahi operasyon ve tedavilerin yapıldığı Sabuncuoğlu Kliniği ve o dönemki hastalara uygulanan mûsiki ile tedavide kullanılan mûsikînin temel aletlerini ve tedavide uygulanan Türk Mûsikîsi makamları hakkında detaylı bilgiyle donatılan Müzik Tedavi Salonu bulunmaktadır.[8]
Psikolojik rahatsızlığı olan insanları “İçine cin şeytan girdi.” diyerek yakan ortaçağ Avrupası zamanında İslâm coğrafyasında hastaların darüşşifalarda mûsikî ve su sesleri ile tedavi edilmesi İslâm medeniyetinin insana verdiği kıymetin bir örneğidir. Başta hekimlerimiz olmak üzere darüşşifaları açan ve emek veren ecdadımıza rahmet ve dua ile…
[1] Ahmet Hakkı Turabi, Gevrekzâde Müzikle Tedavi Amasya Dârüşşifâ Örneği, 17.
[2] Mustafa Demirci, Türk Musikisi Tarihi. Türk Din Musikisi El Kitabı, 26.
[3]Ahmet Hakkı Turabi, Gevrekzâde Müzikle Tedavi Amasya Dârüşşifâ Örneği, 20.
[4] Haluk Yücel, “Türk İslam Medeniyetinde Müzikle Tedavi Yöntemlerinin Uygulandığı Şifahaneler: Amasya Darüşşifası”, 57.
[5] Adnan Çoban, Müzikterapi, Ruh Sağlığı İçin Müzikle Tedavi, 51.
[6] Gönül Cantay, "Amasya Dârüşşifâsı", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/amasya-darussifasi
[7] Enver Şengül, “Kültür Tarihi İçinde Müzikle Tedavi ve Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası”, 64.
[8] Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi, https://amasya.ktb.gov.tr/TR-59522/sabuncuoglu-tip-ve-cerrahi-tarihi-muzesi.html
Ercihan ÜLGER
YazarNakşbendiye Tarikatı, sadece Orta Asya coğrafyasında varlığını sürdüren en büyük ve en etkili tarikat olarak değil, bunun yanı sıra bölge halkının medeniyet, maneviyat ve dünya görüşüne büyük etki ede...
Yazar: Yusuf HALICI
İslâm hukukunun birinci kaynağı olarak Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, ikinci kaynağı olarak ise Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti görülmektedir. Kur’an ve sünnet gibi iki temiz kaynaktan beslen...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hadis"Hz. Allah şöyle buyurmuştur: ‘Ben, kulumun zannettiği gibiyim. Beni andığı zaman, muhakkak onunla beraberim. Eğer beni kendi kendine anarsa, ben de onu Zât'ımda anarım. Beni bir topluluk içinde...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Konuşmak insana mahsusYa hayır söyle ya da susOnunla yol bulmakta usYa hayır söyle ya da susSorulmayınca söylemeTâlibi olmazsa demeYalanlar îcat eylemeYa hayır söyle ya da susDil insanı mutlu ederDil ...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN