Çâreyi Veren Allah’tır
"Rıfk ile nabzını tut eyle tebessümle nigâh
Bârid etvarın ile hâl-i dilin etme tebâh
Nâgehan ahî olup, vâsıl-ı dergâh-ı ilâh
Belki Allah yaratır çaresizin çâresini"
İnsanlar hayatlarının bir döneminde hastalıkla imtihan edilmektedir. Hastalık sağlığın sadakasıdır. Her konuda olduğu gibi hastalık konusunda da en ağır imtihanı peygamberler vermiştir. Hz. Eyüp (a.s.) ağır bir hastalıkla mücadele etmiştir. Fakat o asla en ufak bir teessür veya ümitsizliğe kapılmamış, derin bir bağlılıkla Allah'a yönelmiş, Allah'tan şifa dilemiştir Hastalığında hayır görmüş, sabretmiştir Kur’an'da anlatılan bu davranışıyla bütün Müslümanlara güzel bir örnek teşkil eden Hz Eyüp'ün ümit dolu sabrı ile ilgili ayetler şu şekildedir:
“Kulumuz Eyüp'ü de hatırla. Hani o; ‘Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu.’ diye Rabb’ine seslenmişti. ‘Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su’ diye vahyettik). Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık. ‘Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma.’ Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.”[1]
“Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.”[2]
Peygamber Efendimiz “Sıhhat bulmak için tedavi olunuz.”, buyurmuştur. Yani insan bir hastalığa duçar olduğu zaman doktora gitmeli, muayene ve tedavi olmalı. Bu, sünnettir. İnsan hastaneye keyfi gitmez. Hatta bazı insanlar için hastaneye gitmek adeta bir zulümdür. Bu yüzden oraya giden hastaya ilginin yanında şefkat göstermek, ona hastalığı için ümit verici sözler söylemek herhalde en büyük sevapların başında gelmektedir. Bu bakımdan sağlık çalışanlarının mesleği çok dikkat ister, incelik ister.
Bir sandalye yapan marangoz yaptığı sandalyenin bir tarafında eksik bıraksa fazla önemli değildir, ama bir doktor hastasını tedavi ederken hata yapsa bu, hasta için büyük bir felaket olabilir. O hâlde doktor her şeyden önce bir canla, bir insanla imtihan olduğunun şuurunda olması gerekiyor.
Hastayı hem biyolojik hem de ruhî bakımdan tedavi şarttır. Asık suratlı, şom ağızlı bir doktorun yanına hiçbir hasta gitmek istemez. Hasta, doktorundan her şeyden önce insanî bir tavır görmek ister. Maalesef nice doktorlar var ki önemsiz bir hastalıkla yanına giden hastaların kâh moralini bozarak, kâh fazla para kazanmak için olmadık tahlillerle hastasını eziyete sokarak adeta ona, bir daha tedavi için gelme, demektedir. Tabii bunlar az olmakla beraber günlük hayatta karşılaştığımız tiplerdir. Oysa gerçek bir doktor hastasının iyi olması için elinden geleni esirgememesi, şifa için hangi şart ve imkânların kullanılması gerekiyorsa onun mücadelesini vermesi gerekiyor.
Elbette şifayı verecek olan Allahu Teâlâ’dır; doktorlar, ilaçlar ise sadece birer vesiledir. Vesileler, kendilerini hâkim gördüğü takdirde aksaklıklar baş gösteriyor. Doktor, kendisini insanüstü bir varlık, hastalarını ise eline düşmüş bir zavallı yaratık şeklinde tahayyül ettiği zaman yanlışlar çorap söküğü gibi geliyor.
Günümüzde hasta hakları, bütün sağlık kuruluşlarının görünen yerlerine asılmak suretiyle insanların ne gibi haklara sahip oldukları vatandaşlara duyuruluyor; ancak buna rağmen kendini bilmeyen bazı sağlıkçılar bildiklerini sürdürmeye devam ediyorlar. Hastaları azarlamak bunların en başında geliyor ki hasta olan insan zaten aciz bir duruma düştüğü için gelmiştir oraya. Bir de azarlandığı zaman insan haysiyeti, onuru ayaklar altına alınıyor.
Doktorların, empati dediğimiz kendini karşısındakinin yerine koyma şuuruyla hareket etmesi gerekiyor. Hastanın başına gelen hal, belki yarın kendi annesinin, babasının, çocuğunun veya bizzat kendisinin başına gelecektir, çünkü hiç kimsenin ömür boyu hiçbir sağlık problemi ile karşılaşmayacağına dair bir garantisi yoktur. Sağlık da hastalık da insanlar için olduğuna göre bir derde düşmüş insan için en büyük tedavi moraldir. Zaten hasta olan insana, sağlıkçının bir de moral bozucu bir sözü veya onu ümitsizliğe düşürücü bir tavrı eklendi mi hasta iki kat hastalanıyor. Hastalanmak hor görülmeyi gerektirmez.
* Hasta, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetleri de dâhil olmak üzere, sağlık hizmetlerinden ihtiyaçlarına uygun olarak faydalanma hakkına sahiptir. Bu hak, sağlık hizmeti veren bütün kurum ve kuruluşlar ile sağlık hizmetinde görev alan personelin adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygun hizmet verme yükümlülüklerini de içerir.
*Hasta, sağlık hizmetlerinden nasıl faydalanabileceği konusunda bilgi isteyebilir. Bu hak, hangi sağlık kuruluşundan hangi şartlara göre faydalanılabileceğini, sağlık kurum ve kuruluşları tarafından verilen her türlü hizmet ve imkânın neler olduğunu ve müracaat edilen kuruluşta verilen sağlık hizmetlerinden faydalanma usulüne öğrenme haklarını da kapsar.
* Personel, hastanın durumunun gerektirdiği tıbbî özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalışmak zorunludur.
* Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.
* Hastanın, mahremiyetine saygı gösterilmesi esastır. Hasta mahremiyetinin korunmasını açıkça talep de edebilir. Her türlü tıbbî müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir.
* Sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde hastalara dinî vecibelerini serbestçe yerine getirebilmeleri için gereken tedbirler alınır.
* Hasta, kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir.
“Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, hayatının her döneminde eğitim ve sağlığa çok önem vermiştir. Gençlik yıllarında tifo hastalığına yakalanmış, tedavisini Sivas’taki mürşidi İsmail Hakkı Toprak Efendi’nin gayretleriyle yaptırmıştır. Aslında mürşidinin bu alâkası ve geçirdiği tedavi süreci, Osmanlı’da olduğu gibi, aynı zamanda onun manevî yönden bazı merhaleleri geçmesi için de bir özel dönem olmuştur. Bir rahatsızlık vesilesiyle doktora giden arkadaşına, doktorun sert tavırlar göstermesi, hastalığın çok ağır olduğunu söyleyerek, çaresizlik ifadelerinde bulunmasına cevap niteliği bakımından Hulûsi Efendi, Hekim Âli Paşa’nın şu şiirini okur:
Kalb-i mecruha sakın açma tabip yâresini
Koyuver sargıda dursun açma gel yâresini
Açma gel hasta ile hastalığın arasını
Belki Allah yaratır çaresizin çâresini
Nâ ümid etme tabip hastayı dermânından
İhtiram üzre bulun his ile iz’ânından
Kesmez ümidin kul Rabbinin ihsânından
Belki Allah yaratır çaresizin çâresini
Hulûsi Efendi, nazire olarak ardından bir rubai söyler:
Rıfk ile nabzını tut eyle tebessümle nigâh
Bârid etvarın ile hâl-i dilin etme tebâh
Nâgehan ahî olup, vâsıl-ı dergâh-ı ilâh
Belki Allah yaratır çaresizin çâresini
“Yoluna canlar kurban edilecek sevgilinin yolunda candan kıymetli bir hediyenin olmadığını” hastaya yumuşak davranılmasını, soğuk tavırların insanları üzdüğünü, gönülden yaraladığını, dermansız dert yaratmayan Allah’tan istenirse şifa vereceğini ve bu konuda ümitsiz olunmamasını edebî bir üslupla tavsiye etmişlerdir.”[3]
[1] 38/Sad, 41-44.
[2] 21/Enbiya, 84.
[3] Musa Tektaş, Ocak 2007.
Vedat Ali TOK
YazarBirçok değer yargısının yozlaştığı, ahlakî erdemlerin unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde yaşamaktayız. Günümüzde terk edilen önemli ahlakî erdemlerden biri de ahde vefadır. Hâlbuki ahde vefa göstermek...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâimKadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-i RusûlünGül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidirBahtîyâ durma yüzün sür kademine o gülün1.Sultan Ahmed Han (1590-1617)“Bahtî” ve ...
Yazar: Vedat Ali TOK
İnsanoğlu aile kurumu ile imtihan olmaktadır. Başkalarına örnek olan insanlar bazen aile sınavında sınıfta kalmaktadır. Aileyi bir bütün olarak görmek zorundayız. Kadını ayrı, erkeği ayrı, çocuğu ve g...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Niyâzî-i Mısrî (1618-1694)Yine dil na’tini söyler MuhammedDil ü cân mülkünü söyler MuhammedNe kâdirim seni medhetmeye benKemâl-i medhi Hak söyler MuhammedSen ol sultân-ı kevneynsin ki mahlûkSenin medh...
Yazar: Vedat Ali TOK