Bir Merhamet Köprüsü: Edirne Şifahanesi
Edirne'nin Gözbebeği: Sultan II. Bâyezîd Camii ve Külliyesi
Serhat şehrimiz olan Edirne’nin, Mimar Sinan'ın ustalık eseri olarak nitelenen Selimiye Camii’nden sonraki en büyük tarihî ve mimarî binası olan Sultan II. Bâyezîd Camii ve Külliyesi, bu güzel şehirde Fatih Sultan Mehmet'in oğlu ve 8. Osmanlı padişahı Sultan II. Bâyezîd tarafından XV. yüzyıl sonlarında inşa ettirilmiştir. Geniş bir alanda inşa edilen II. Bâyezîd Külliyesi'nde darüşşifa (hastane), tabhane (misafir ve dinlenme evi), tıp medresesi, cami, imaret (mutfak, yemekhane, depo), köprü (Tunca Nehri üzerinde), hamam, değirmen ve su deposu, sıbyan mektebi (ilkokul), mehterhane (dönemin musiki konservatuvarı), muvakkithane bölümleri bulunmaktadır.
Hamam, değirmen ve su deposu, sıbyan mektebi, mehterhane, muvakkithane bölümleri sonradan yıkılmıştır. Sultan II. Bâyezîd'in Akkirman seferine çıkarken 1484 yılında temelini attığı bu yapılar topluluğu dört yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Bu özgün yapıların mimarının Hayrettin olduğuna dair yaygın bir görüş olsa da bu kesin bir bilgi değildir. Hatta bu eserin mimarının Yakup Şah Bin Sultan Şah olduğunu iddia edenler de vardır. Söz konusu külliyede asırlar boyunca tıp talebeleri yetiştirilmiş, hastalara şifa dağıtılmış ve ihtiyaç sahiplerinin karınları doyurulmuştur.
Bir cihan devleti olan Osmanlı'nın önemli külliyelerinden biri olan ve Sultan II. Bâyezîd tarafından 1488 yılında Edirne'de yaptırılan külliyenin içinde Evliya Çelebi'nin “Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz." diye nitelediği darüşşifa ve hemen bitişiğinde tıp medresesi yer almaktadır. Bu eserler zamanın hoyrat elinden kurtarılmıştır. Edirne Darüşşifası, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'nin Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından yazılan "Beyazıt II Camii ve Külliyesi" maddesinde şöyle anlatılır:
"Dârüşşifânın dikdörtgen biçimindeki ilk avlusunun bir tarafında sütunlu bir revakın gerisinde ocaklı ve kubbelerle örtülü altı hücre sıralanır. En başta helâlar vardır. Revak galerisinin üstü tonozla örtülüdür. Avlunun karşı köşesinde ise biri tonozlu, üçü fenerli kubbeli dört mekândan meydana gelen bir bölüm yer alır. Hemen dışında bir de kuyu bulunan ve ne işe yaradığı tam olarak kestirilemeyen bu bölüm bazılarına göre çamaşırhane, mutfak ve erzak ambarıdır. Yanında bir kuyu bulunması bu tahmini destekler.
Avluya açılan bir eyvanın dip duvarındaki güzel bir taçkapı ikinci avluya girişi sağlar. Eyvanın iki yanında yalnız birinci avludan girilebilen kubbeli bölümler vardır. Ne işe yaradıkları anlaşılamayan bu dikdörtgen bölümler de ocaklı olup her biri birer kemerle ayrılmış kubbeli ikişer bölümden oluşmuştur. İkinci avlunun iki yanında kubbeli eyvanlardan başka dört köşede yine kubbeli kare şeklinde hücreler bulunur. Avlunun geniş kenarının ortasında üçüncü kısma geçit veren taçkapı yer almıştır.
Dârüşşifânın mimarî bakımdan en ilgi çekici kısmı üçüncü bölümüdür. Burası altıgen bir plana göre düzenlenmiş olup ortada bulunan yine altıgen sofaya altı eyvan açılır. Bunlardan dördünün içlerinde oturma sekileri vardır. Orta sofa veya mekân ise üstü aydınlık fenerli büyük bir kubbe ile örtülü bir kapalı avlu karakterindedir. Tam ortada fıskiyeli bir şadırvan bulunur. Eyvanların aralarında kubbelerle örtülü, girişleri ustalıklı biçimde ayarlanmış ocaklı hücreler vardır. Orta sofanın güneyindeki eyvanın iki tarafında bulunan ve ancak eyvandan geçilen birer hücreden sonra tam ortada dışarı çıkıntı teşkil eden beş cepheli, bol pencereli bir bölüm görülür. Bazıları buranın namaz yeri olduğunu ileri sürmüşler, bazıları ise Evliya Çelebi’nin bahsettiği çalgıcıların bu çıkıntıda yer aldıklarını iddia etmişlerdir."
2.Bâyezîd Külliyesi'nin Darrüşifa bölümü zamanının en önemli sağlık merkezlerinden biriydi. Kuruluşunda her türlü hastalara hizmet vermiştir, öyle ki kuruluş vakfiyesinde darüşşifanın personeli 2 cerrah ve 2 göz doktoru olarak geçer. Hastanenin daha sonraki personel kadrosunda 1 baştabip, 2 tabip, 2 göz mütehassısı, 2 operatör, 1 eczacı vardı. Diğer personelle birlikte personel sayısı toplam 21'e ulaşıyordu. Şifahanede ruh hastalarına sağlık hizmeti verilmiş, hastalar ilaçların dışında su sesiyle, musikiyle, güzel kokularla ve çeşitli uğraşlarla ilgilenmeleri sağlanarak tedavi edilmiştir. Burası 1850’li yıllardan sonra, sadece ruh hastalarının tecrit edildiği bakımsız bir hastane hâline gelmiştir. Söz konusu şifahane bakımsızlıktan ve Tunca Nehri’nin taşkınlarından büyük zarar görmüştür.
Bir zamanlar Osmanlı sınırları içerisinde önemli bir şifahane olarak hizmet veren Edirne Darüşşifası eski günlerini mumla arar olmuştur. 1875 yılında Edirne'yi ziyaret eden Safvet Paşa, külliyeye de uğramış ve buradaki içler acısı durumu görüp, sadrazama rapor etmiştir. Hemen ardından patlayan 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı esnasında Edirne işgal edilince buradaki hastalar İstanbul'a gönderilmiştir. Bunun üzerine İstanbul'dan Edirne Valiliği’ne bir emir gönderilerek, İstanbul'da bu tür hastalar için yer kalmadığı belirtilmiş ve şifahanenin onarılarak tekrar kullanıma açılması istenmiştir. Bunun üzerine 1896 yılında onarım görmüş ve ruh hastalarının tecrit ve tedavilerinde bir süre daha kullanılmıştır. 1910 yılında Alman mimar Cornalius tarafından bir onarımı daha gerçekleştirilmiştir.
Edirne merkezindeki Yeniimaret semtinde bulunan Sultan II. Bâyezîd Külliyesi'nin, camii hariç diğer bölümleri Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1984 yılında Trakya Üniversitesi'ne devredilmiştir. Bir süre Trakya Üniversitesi Edirne Meslek Yüksekokulu'nun Restorasyon ve Duvar Süsleme Bölümleri burada eğitim öğretimine devam etmiştir.
Bir zamanlar hastalara şifa dağıtan darüşşifanın, Trakya Üniversitesi'ne bağlı olarak Sağlık Müzesi’ne dönüştürülmesi çalışmalarına 1993'te başlanmış ve Kültür Bakanlığı'nın 11.04.1997 tarihli onayı ile müze olması resmileşmiştir. Ruh Hastalarını Readaptasyon Derneği'nin katkılarıyla 30 Haziran 2000 tarihinde de Şifahane kısmı, Psikiyatri Tarihi Bölümü olarak düzenlenmiştir. Tasarım Sanat Yönetmenliğini Türkan Kafadar'ın yaptığı çalışmalarla bu bölüm, tarihine uygun bir şekilde mankenlerle canlandırılmıştır. Müzenin Darüşşifa'dan sonra ikinci bölümü olan Tıp Medresesi (Medreset-ül Etıbba) 23 Nisan 2008 tarihinde hizmete açılmıştır. Böylelikle ziyaretçiler bu dönem tıbbına vakıf olmuşlardır.
Sultan II. Bâyezîd Külliyesi içinde yer alan "Darüşşifa" böylece bundan 24 yıl evvel "Sağlık Müzesi" olarak yeniden düzenlenmiştir. Böylelikle gerçek anlamda bir Osmanlı darüşşifası da yaşatılmıştır. Bu müze, 1977 yılından beri verilen ve dünyanın en prestijli müzecilik ödüllerinden biri olarak kabul edilen Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü'nü 2004 yılında kazanarak, ülkemizde bu ödülü almış iki müzeden biri olma başarısını göstermiştir.
Edirne'deki II. Bâyezîd Külliyesi'nin Darüşşifa bölümü mimarî açıdan Osmanlı devri hayır binaları arasında apayrı bir yer teşkil eder. Bu, mâziyle istikbâl arasında bir çeşit insaniyet köprüsüdür. 1652 yılında Edirne’yi ziyaret eden büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi, II. Bâyezîd Camii ve Külliyesinden ve özellikle bu külliye içinde yer alan "şifahane"den övgüyle bahsetmektedir. Ünlü seyyah, ayrıca külliye için de şu ilginç ifadeleri kullanmıştır:
“Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekânı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. Sanatkâr iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgâr eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir.
Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde, yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır.
Üç tarafı kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince, fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur. Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur.
Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı âşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar.
Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşkü rumi, yasemin, gülnesrin, şebboy, karanfil, reyhan, lale, sümbül gibi çiçekler hastalara verilip güzel kokuları ile hastalar iyileştirilirler. Fakat delilere bu çiçekleri verince kimini yerler, kimini ayakları altında çiğnerler. Bazıları dahi meyveli ağaçları seyredip, ah daha hel hope pe pohe pelo deyip, çimenlik temaşası ederler...”
2.Bâyezîd Külliyesi'nin Darüşşifa kısmı Edirne'nin şiarlarındandır. Osmanlı'da insana verilen değerin ölçüsüdür. Bu kıymetli yapı dünle bugün arasında bir köprüdür.
M.Nihat MALKOÇ
YazarYarım asrı geride bırakan bir insan olarak, kendimi bildim bileli Ortadoğu (İran, Irak, Lübnan, Yemen, Suriye, Kuveyt, Mısır, körfez ülkeleri ve Filistin) hep bir savaş hâlindedir. Bu güzel coğrafyada...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Arapça kökenli olan “vakıf” kelimesi “durmak, durdurmak, alıkoymak” anlamlarına gelmektedir. “Bir hizmetin gelecekte de yapılması, sürüp gitmesi için, belirli şartlarla ve resmî bir işlemle bırakılan ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Seyreyle şu âlemi, onda kendini okuYokluk içinde varı, varlık içinde yokuÖyle bak ki dünyaya, seferi olsun nazarBir garip yolcu iken, hanı mülk eden azarMenzili kör nice yol, dağ olur yolu tıkarYol od...
Yazar: Mehmet SERTPOLAT
Bilgi ve ilim sahibi olmanın çeşitli yolları ve kanalları vardır. Herhangi bir dalda derinleşen ve o sahada genişleyen ilim, kültür ve sanat adamları vardır. Ama bazıları da kendi alanlarında tanınır,...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM