Osmanlı’da Hamam Ve Sağlık Kültürü
Osmanlı medeniyetinin inşasında, temiz toplum ve insan kaynağı büyük rol oynadı. Manevî, ahlâkî ve insanî kemâlât ve itminanı yakalamayı başaran Osmanlı toplumunun, beden, fizik ve çevre temizliğine de sahip olmasından daha doğal bir durum olamazdı.
Osmanlı insanı, günlük hayatında şuna benzer davranışları sık sık yapmayı bir hayat tarzı ve felsefesi hâline getirmişti: Yollara ve gezilip dolaşılan yerlere, insanlara zarar veren pis şeyler atmamak, atılmışsa da bunları kaldırmak; insanların kullandığı yerleri, yolları ve gölgelikleri helâ edinmemek; yerlere gelişi güzel tükürmemek, balgam atmamak, karşılaşıldığında bunları suyla veya külle temizlemek; evlerin önünü, avluları, camileri, umumî mesire yerlerini, hela, sebil, çeşme ve hamamları temiz tutmak...
Kadını ve erkeği ile Osmanlıların gerek vücut gerek elbise gerekse çevre temizliği konusunda titizlik göstermelerinin ve her anlamda temiz bir yaşantıya sahip olmalarının altında yatan temel dinamik, dinimizin temizliğe verdiği ehemmiyet, vaz ettiği esaslar ve ibadetleri ifa edebilmenin zarurî şartı olarak koşmasıdır.
İsveç’in 18. yüzyıl İstanbul sefirlerinden Mouradgea D’Ohsson ile İngiltere’nin İstanbul sefaretinde 1660’lı yıllarda kâtiplik görevinde bulunan Paul Ricaut’un müşterek kanaatleri de bunu teyit etmektedir: “Dinî hükümler temizliğe önem vermekte ve ibadetlerde bunu zarurî bir şart olarak emretmekteydi.”
Bu hususla alakalı, 27 Eylül 1610’da İstanbul’a gelen İngiliz seyyah George Sandys’ın seyahatnamesinde geçen ifadeler aynen şöyledir: “Osmanlılar sokakta elbiselerine kirli bir şeyin değmesinden nefret ederler; çünkü daima ibadete hazır bulunarak tertemiz olmalıdırlar.”
27 Eylül 1610’da İstanbul’a gelen ve İngiliz Elçisi Sir Thomas Glover’in evinde misafir kalan İngiliz seyyah George Sandys’ın, ilk baskısı 1615’de neşredilen seyahatnamesinde geçen ifadeler de şu şekildedir:
“Onlar kalben olduğu gibi giyim, kuşamlarında da son derece temiz olmak zorundadırlar. Sokakta elbiselerine kirli bir şeyin değmesinden nefret ederler. Daima ibadete hazır bulunarak tertemiz olmalıdırlar.”
Kanûnî döneminde İstanbul’a gelen Avusturya Elçisi Ogier Ghiselin de Busbecg; “Türkler vücut temizliğine çok dikkat ederler. Kirli, pis olanlardan tiksinirler. Vücut pisliği onların nazarında ruhun pisliğinden daha fenadır. Bundan dolayı sık sık yıkanırlar.” diyerek, Osmanlıların temizlik kültürünü seyahat notlarında takdir ve hayranlıkla anlatmıştır.
Aynı zaman diliminde Payitaht’ı ziyaret eden bir başka Avrupalı/Alman rahip de, 1560’da yazdığı eserde Osmanlı insanında gördüğü temizlik ve hamam kültürü karşısında şaşkınlığını dile getirmekten kendini alamamıştır: “İstanbul’daki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkânlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca ismine “hamam” dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler bütün bedenlerini yıkarlar. Hâlbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.”
İngiliz kadın seyyah Lady Craven, 1789’da basılan hatıratında benzer bilgiler nakletmiştir: “Ne erkeklerin ne kadınların dışarıda giyindikleri pabuçlarla hiçbir zaman ev içlerine girmeleri âdet olmadığı için döşeme tahtalarında hiçbir zaman kir görünmez.”
Diğer bir İngiliz kadın yazar Dorina L. Neave’nin tespiti ise şöyledir: “Bir Türk’ün evinde, her şey pek mükemmel şekilde temizdir.”
Fransız yazar A. Brayer’ın, Osmanlı toplumunun temizlik anlayışı ve hassasiyeti ile ilgili ilginç gözlemleri de en az yukarıdakiler kadar hayret ve hayranlık uyandırıcıdır:
“Paris’in bir kaç hamama sahip olması ancak elli senelik bir meseledir. Londra’da, Dublin’de, Edinburg’da, Berlin’de, Viyana’da, İtalya’da, Hollanda’da ve İspanya’da hamamın ne olduğu pek malum değildir... Sünnet olmak ve vücuttaki tüyleri izale etmek, saçları kesmek, geniş elbiseler giymek, günde beş vakit abdest almak, her tabii ihtiyacın defini ve en ehemmiyetsiz kirleri müteakip yıkanıp temizlenmek, yemekten sonra el ve ağız yıkamak, her hafta ev temizlemek, haftada bir kere ve hatta ekseriya birkaç kere hamama gidip gayet ucuz yıkanmak gibi adetleriyle Türkleri görürüz... En fakir Müslümanların bile takriben on iki asırdır idrak etmiş oldukları temizlik derecesinden bizim küçük şehirlerimizin, kasabalarımızın ve köylerimizin tamamen habersiz oldukları kimsenin inkâr edemeyeceği bir hakikattir.”
Osmanlılar temizliği bir sanat ve hayat tarzı mertebesine taşımıştı. Bunun neticesinde de ortaya yüzyıllarca devam eden bir hamam ve hela kültürü çıktı. Fransız seyyah Thévenot’ın, Osmanlıların temizliğe, vücut sıhhatine ve hamama verdikleri değere dair 1655-1656 İstanbul’undaki müşahedeleri oldukça enteresandır:
“Türkler vücudu temiz tutmak için olduğu kadar sağlıkları için de sık sık hamama giderler. Onun için şehirlerde birçok güzel hamam vardır. Türkler sıhhatli yaşarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki tehlikeli hastalıkların hiçbirini bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık yıkanmaları ve yiyip içmedeki itidalleridir.
Onlar, gayet az yerler. Yedikleri, Hıristiyanlarınki gibi karmakarışık değildir. Yemeklerden evvel ve sonra elleri yıkamak, Türkler arasında vazgeçilmeyecek derecede umumî bir âdet hükmünü almıştır. Türkiye’de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir. Büyüklerin konaklarında ya gül suyu ya da güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız.”
İngiliz gazeteci yazar David Urquhart, Osmanlıların temizlik ve hamam kültürünü nasıl sanata dönüştürdüklerine; “Türkler temizlik sanatını en mükemmel bir mevkie çıkardılar. Romalılar hamama anadan üryan girerlerdi; Müslümanlar bir de hamam kıyafeti icat ettiler.” tespitiyle dikkat çekmiştir.
Son olarak Fransız Seyyah G. Joseph Grelot’un, Osmanlılardaki “edephane”, yani tuvalet kültürüne temas eden çarpıcı görüşlerine yer verelim:
“Temizliğin dindarca telkini, İslâm mimarisini şehrin birçok mahallelerinde ve bilhassa camiler civarında edephane denilen birçok umumî helâlar inşasına mecbur bırakmıştır. Umumî helâlar çok temizdir. Burada şunu itiraf etmeliyim ki, o kadar zarurî bir ihtiyaç olduğu hâlde bütün Avrupa’da ve bilhassa temizliğin başlıca ziynet olarak muhafazası lazım gelen büyük şehirlerde bizim için böyle bir kolaylık ve rahatlıktan eser bile yoktur. Yani oralarda mabetlerin dış tarafları ancak haşyet ve hürmetle yaklaşmaları lazım gelenlerin idrarları ve sair necasetleriyle telvis edilemez.”
Osmanlı insanının bu pirüpak hayatına ve inşa ettiği nezih dünyaya karşılık, Ortaçağ necasetinde boğulan Avrupalıların, esamesi dahi okunmayan temizlik alışkanlıklarına kısaca nazar ettiğimizde, oldukça pis ve nahoş, insanlıktan nasipsiz manzaralara bolca tesadüf etmekten daha tabii ve sıradan bir durumun olmadığını görürüz.
Misal vermek gerekirse, 6. yüzyılda Aziz Benedik’in etrafındaki sözüm ona dindar insanlara şu dehşet verici telkinde bulunduğuna tanıklık ederiz: “Banyo, ancak bazı durumlarda izne tabidir.” Aziz Fransis’in daha ileri giderek bu iğrenç sözün üzerine şöyle tüy diktiğini müşahede ederiz: “Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir.” İspanya Kraliçesi İsabella’nın ise, “hayatı boyunca sadece iki defa, doğumunda ve gerdeğe girerken banyo yapmakla” övünmekten utanç duymadığına şahit oluruz.
Bu manada, Sultan II. Bâyezîd devrinde Dersaadet’te yaşanan şu hadise fevkalade ibretamiz bir hâldir: Bir gün İstanbul’a Rus Çarı’nın elçisi gelir. Ancak elçi, insanı istifra ettirecek kadar pis koktuğu için padişahın huzuruna kabul edilmez. Evvela yıkanması için hamama gönderilir. İşin hayret uyandıracak tarafı bundan sonra ortaya çıkar. Yapılan inceleme sonucunda elçinin hayatında hiç hamam görmediği; yıkanmak ve çamaşır değiştirmek gibi bir âdetinin bulunmadığı tespit edilir. Bu tuhaf ve beklenmedik vaziyet karşısında tek çıkar yol kalır: Rus elçisi derhal İstanbul’dan kovulur.
Ogier Ghiselin de Busbecg, Türk Mektupları, Çeviren: Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul, 1939.
İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982.
Thévenot, 1655-1656’da Türkiye, Çeviren: Nuran Yıldız, İstanbul, 1978.
Hüseyin Çelik, Temizlik Doğu’dan Gelir, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995.
D’Ohsson, 18. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Adetler, Çeviren: Zerhan Yüksel, İstanbul, (tarihsiz).
Paul Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları, Hazırlayan: M. Reşat Uzmen, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, (tarihsiz).
Gülgûn Üçel Aybet, “Barok Devirde İngiltere’de Türk Kültürü”, Türkler, c.11.
Dorina L. Neave, Eski İstanbul’da Hayat, Çeviren: Osman Öndeş, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1978.
İsmail ÇOLAK
YazarBirçok değer yargısının yozlaştığı, ahlakî erdemlerin unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde yaşamaktayız. Günümüzde terk edilen önemli ahlakî erdemlerden biri de ahde vefadır. Hâlbuki ahde vefa göstermek...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Tütün illeti, şifalı ot adı altında Batılı tüccarlar tarafından Osmanlı Ülkesine sokulduktan kısa zaman sonra kendine ticarî kazanç sağlayacak bağımlı bir kitle ve pazar bulmayı başarmıştır. Osmanlı t...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Peygamberimizin mübârek eşlerinden biri olan Hz. Meymûne, 590 yılı civarında doğdu. Rasûl-i Ekrem ile evlenmeden önce adı Berre idi. Hz. Peygamber, “cömert, dürüst ve itaatkâr” anlamına gelen bu ismi ...
Yazar: Ali AKPINAR
1. Aşkın yakıp eyledi nâr cümle işimi kıldı zârGitdi kamu nâmûs u âr ey yâr-ı sâdık yâr yâr2. Gönlüm sana hayrânedir dîdelerim giryânedirBu cân dahi kurbânedir ey yâr-ı sâdık yâr yâr3. Bî-çâre kıldın ...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi