Nasibimizde Bu Yüzyılda Yaşamak Varmış
Ne yapalım, nasibimizde yirmi birinci asırda yaşamak varmış. Masumların, mazlumların sırf haz ve çıkar uğruna harcandıkları asırda... Feryatları arşı delen çocukların çığlıklarının yüreğimizde yankılandığı asırda...
Gece yarısı odamda bir karasinek... Sesinden irkiliyorum. Dışarı çıkarmak çok kolay oluyor; yan odadaki ışığı açıyorum. Karanlığı sevmiyor, ışığa koşuyor. Ama gittiği oda soğuk. Sinek ince bir tuzağa düşüyor.
Biz de o tuzağın içindeyiz yirmi birinci asırda. Işıltılı vitrinler, ağır mobilyalı odalar, evler, bir mahalleye yetecek kadar tabak çanak... Hâsılı dünya mamur, mezar viran… Bu hâlden sızlanmaya hakkımız yok. Kendim ettim kendim buldum misali. Nefsimiz sinek gibi hep ışıltılı, pırıltılı eşyayı takip ediyor. Ama ışığı yakan kim? Bunu fark edemiyor. Sinek de bilmiyordu zaten, ne fark eder?
Haz ve hız çağının tam ortasında, dalgalarla oradan oraya sürüklenen balıklar gibiyiz kısacası. Balık sudan çıkmadıkça problem yok gibi gözüküyor. Her şey yolundaymış gibi. Peki, ruhumdaki bu derin korku ne o zaman? Bu susturulamayan çığlık?
Korkuyorum, günler birbirine benziyor diye. Tepelerin ardından bir daha gün doğmayacak diye korkuyorum. Ezanlar okunuyor, ama duyulmuyor diye korkuyorum. Kendi yapıp ettiklerimizle bir gün karşımıza dikilecek olan koca bir tarihi yazıyoruz. Eşyanın değişmesiyle keşke biz de değişebilseydik. Evimizi boyarken, odalarımızı boyarken, keşke ruhumuzun da rengini Allah’ın boyasıyla boyayabilseydik.
Sefer tası gibi kat kat yükselen gökdelenlerin, güneşle aramıza girenlerin ve bizi ezip geçenlerin ettikleri az mıdır bize, az mıdır sizce? Damarlarımıza kadar zerk edilen, bilmem kimi hangi yarışta, hangi malda, hangi alkışta geride bırakmanın çabası değer miydi bu dünya için?
Haz ve hız çağı... İnsanın beynini uyuşturan bir çağ... Sorgulatmıyor sana nereden gelip nereye gittiğini. Asırlar öncesi Yunus’a sorulan soruyu sordurtmuyor kendine. Buğday mı istersin, hikmet mi?
Her defasında buğdayı seçiyoruz ve delik bir heybeyle ertesi sabaha, tekrar yalvarmak için aynı noktaya geliyoruz. Bu çağ bize imkânların çoğalmasını, maaşlarımızın artmasını istetiyor ama ‘bereketin artmasını’ bir türlü talep ettirmiyor.
Mutluluk, bu çağın bize yüklediği gibi eşyayla, parayla, mobilyayla, arabayla olsaydı ve alınsaydı eğer, cami çıkışındaki gencin mutluluğu neydi o zaman? O bir tas çorbayı komşusuyla paylaşanın yüreğinde hissettiği neydi?
Haz ve hız çağında Kader-i İlahi’nin yarattığı bu kulların çabası çok başkadır. Yokluğunda ıstırap duydukları hiçbir şey yoktur onların hayatlarında. Onlar için Allah vardır, Kur’an vardır, Rasûlullah vardır. O sevgi, o aşk yeter de onlara artar bile. Taşar da nuranî bir sel olur. Yaşadığı bölgeye rahmet iner, rahmet olur onlar.
Eşyanın, malın, gösterişin, süsün olduğu evlere uğrar sandık dostlarımız. Oysa bir minder bile istemezdi dost yüreği. Koskoca bir hediyeyle gelirdi Allah rızası. Bundan âlâ da bereket olmazdı.
Korkuyorum, bu güzellikler her an gelip kapımızı çalıyor da, yoksa açmıyor muyuz? Asra mı ayak uyduruyoruz yoksa? Yoksa onlar darılıp bir yerlere mi gittiler hiç gelmemek üzere? Yıldızların düştüğü yerlere mi gittiler?
Korkuyorum, bir yetimin bağır delen, arşı titreten çığlığından korkuyorum. Hesap verememekten, elimi ona uzattım mı sorusunun derinlerimde bıraktığı kaygıdan korkuyorum. Aç yatan komşumun iniltisine sağır kulaklardan, “Sizi Allah’a şikâyet edeceğim.” diyen o masum yavrunun feryadından korkuyorum.
Bu çağ, pek çoğumuzu insanlığından etti. Haberimiz bile olmadan hem de. Sinsice... Kaçımız haksızlığa karşı sustu da, dilsiz şeytan oldu acaba? Kaçımız davasını kazandı ama davası uğruna savaştığı kutsalını kaybetti? Başörtü davası gibi. Bu çağda biz başörtü davasını kazandık ama başörtüyü kaybettik. Fark ettik mi? Çoğumuzun haberi bile olmadan çaldılar bizden hem de. Başımızda durarak başımızdan alındı örtümüz. Hangimiz anladı? Anlamadık… Doğru ya, çağa ayak uyduruyorduk o sırada (!)
Haksızlık etmeyeyim. Önemli işlerin olduğunu bilen birileri yok değil; onlar hep var. Abdestsiz yola çıkmayan, bir yudum suyu bile besmeleyle içen, karıncaya dahi zarar vermeyen, alnı nur, yüzü nur, kalbi nur niceleri var. Dünyanın mü’mine gurbet olduğunu bilenler de var. İyi de var, kötüleşmiş de. Güzel de var, çirkinleşmiş de.
Ey iyiler! Yıldızların düştüğü yerlere gitmeyin, ne olur, bizlere darılıp gitmeyin hiç gelmemek üzere. Azıcık daha size ihtiyacı var bu asrın. Bu çağda, sizlerin varlığına her şeyden çok ihtiyaç var. Durun! Gitmeyin!...
Esra GÖKTEPE
YazarHer nefese bin bir şükürKıymetini bil sağlığınAkıl yürüt eyle fikirKıymetini bil sağlığınLütfü kerem eylemiş HakkDerde deva vermiş mutlakGeziver çay dere otlakKıymetini bil sağlığınTerk eyle necisi ki...
Şair: Ramazan PAMUK
Müjdeleyici Müjdeci Nebî (sav)Bir ismi “Beşîr/Müjdeleyici” olan Peygamberimiz’in çok meşhur bir hadisi vardır: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” Hz. Peygamber (s.a.v.), h...
Yazar: Editör
Seyahat etmeyi çok seven biri olarak zaman zaman buradan, gittiğim yerlerle ilgili izlenimlerini paylaşmaya çalışıyorum. Seyahat ederken Mülk Suresi’nin 15. ayetini düşünürüm hep. Ayet mealen şöyledir...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Ebu Dücane (r.a.) sabah namazlarını Rasûlullah (s.a.v.)'ın arkasında kılmayı âdet edinmişti. Ancak namaz biter bitmez süratle mescidden çıkar giderdi.Bu davranışı Rasûlullah (s.a.v.)'ın dikkatini çekm...
Yazar: Sema KORKMAZ