Heyelan Toprak Kayması
Selviliköy’ün yamaçlarında iki büyük dağ vardı. İkisi de heybetli, güzel görünüşlü dağlardı. Yeşillikleri ağaçları boldu. İçlerinde sincapları, tavşanları, arıları, çeşit çeşit hayvanları vardı. Günler geçiyordu. Akdağ yeşilliğini korurken köylüler Şendağ’daki ağaçları lazım oldukça birer birer kesiyorlardı. Bir, üç, beş derken dağın birçok yeri kelleşmiş, çok çirkin bir görüntü ortaya çıkmıştı. Akdağ, Şendağ ile dalga geçmeye başlamıştı.
“Ne o kel kız bugün neşeli misin? Artık adın gibi görünmüyorsun, somurtup duruyorsun. Kellerinde çok yakışmış.” diyerek alaylarını devam ettiriyordu.
Çok sinirleniyordu Şendağ, çok da üzülüyordu.
— Böyle konuşma Akdağ, seninle biz dosttuk. Dostunu teselli etmek yerine yangına körükle gidiyorsun. Bu yaraşır mı dostluğa?
— Tamam, tamam kızma.” dedi Akdağ. Ama kahkahadan kendini alamıyordu. Üstündeki ağaçlar ve hayvanlar bu gülme kıpırdamalarını deprem oluyor zannediyorlar, korkuyorlardı.
Bir gün değil, beş gün değil, Akdağ gülmeyi iyice alışkanlık haline getirdi. Kahkahası yeri göğü çınlatıyordu. Küçük Çam:
— Bıktım artık bu dağın gülmesinden. Her gülmesinde köklerim yerinden çıkacak gibi oluyor! Sallanıp duruyoruz. Sanki her dakika deprem oluyor. Yürüyebilsem gideceğim başka yerlere. Diğer ağaçlar da katıldılar ona.
Zıp zıp tavşan:
— Ben gidiyorum zaten başka dağlara. Böyle arkadaşına gülen bir dağı, ev edinemem. Hem ben de çok korkuyorum.
Hayvanlar Akdağ’ı terk etmeye başladı. Gün oldu Akdağ’da büyük bir sessizlik oluştu. Hayvanlar terk etmişti Akdağ’ı. Akdağ hayrete düştü.
— Nereye gittiniz? Gelin gitmeyin ne olur! Niye beni bıraktınız, diye ağlamaya başladı. Yaşlı Çınar, dağa şöyle bir baktı.
—“Gidebilseydik biz de gidecektik, seni terk edecektik; ama biz yürüyemiyoruz. Sen Şendağ ile sürekli alay ettin. Kel kalmak onun suçu muydu? Şimdi sende yalnız kaldın. Sıra senin ağaçlarında. Ağaçların da tamamen gidince halin ne olur bilmem. Dedi çınar can telaşı ile.
Gerçekten de sıra ona gelmişti. Köylüler ağaçları bir bir kesiyordu.
Akdağ ise ağaçların birer birer kesilmesiyle üzüntü içindeydi. Gün geldi gölgelenecek bir ağaç bile kalmadı.
Akdağ sessiz, Akdağ üzgün, Akdağ çaresiz…
Yağan yağmurlar, karlar; esen rüzgârlar sermayesi olan toprağını azar azar elinden alıyordu.
-“Durun” diyordu yağmura, kara, rüzgâra, götürmeyin topraklarımı!
Kar, yağmur, rüzgâr da çaresizdi. Kendilerine engel olmaları mümkün değildi.
Kar ve Yağmur:
—“Biz de ağlıyoruz senin için, bak gözyaşlarımıza. Toprağın bize karışıp iniyor aşağı Akdağ. Senin kahrolman bizi de üzüyor; ama elden bir şey gelmiyor.” dediler.
Bir bahar günü yağmur yağdı, yağdı, yağdı… Toprak iyice akmaya başladı. Toprak iyice yumuşayınca daha hızlı bir şekilde akıyordu. Toprak, Akdağ’ın yamaçlarındaki hayvan barınaklarının üzerine dolmaya başladı.
Akdağ :”Dur” diyordu toprağa, ama söz geçirmek mümkün müydü?
Akdağ:
-“ Dur! Toprak dur ne olur! Gözünü seveyim dur! Barınaklarda hayvanlar var toprağa gömülecekler!” diyordu.
Ama toprak kızgındı. Hızını alamıyordu.
- “Engel olma Akdağ. Benim ağacımı, hayvanlarımı, üstüm de gezinen çocuklarımı yok ettiler, beni çıplak bıraktılar, soğukta üşüdüm, güneşte yandım. Üzülme bu insanlara. Barınaktaki hayvanların suçu yok. Ama artık ben de kendime engel olamıyorum. Beni durduracak tek bir set, tek bir ağaç yok.”
Toprak o hızla kaydı, barınaklar görünmez oldu. Köylüler bağrışıyor, ağlıyorlardı. Barınaklara yaklaşamıyorlardı. 3–5 odun yakalım, odundan kar edelim derken, geçim kaynakları hayvanlarından olmuşlardı. Ali okula gittiğinde:
-“5 ineğimiz heyelan (toprak koyması) altında kaldı öğretmenim.” dedi.
Selçuk:
- “Bizim 4 buzağı, 5 ineğimiz öldü. Şükür ki bize bir şey olmadı öğretmenim.” dedi.
Heyelan üzerine konuşmalar uzadı gitti. Akdağ heybetini kaybetmiş, üzgün, sessiz, derin bir boşluk içinde kalakalmıştı.
YENİDEN AĞAÇLANDIRILMAYI BEKLEDİĞİ MUHAKKAK ve dostça yaşamak yeniden...
Nilüfer Z. AKTAŞ
YazarKutlu bir fetihti OGülümsedi İstanbulÇağlar açınca FatihGülümsedi İstanbulPeygamberin methiyleMasmavi deniziyleCamilerinin sesiyleGülümsedi İstanbulKaradan yürüdü gemiGülümsedi İstanbulBinbir güzelliğ...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Neydi o ilk buluşma anı? O çipil çipil bakan üzüm gözler, o minicik ağız, yumuk yumuk eller. Çiz yüzünü deseler asla çizemeyeceğin kadar muntazam o güzellikle ilk kez bakışmak, ilk kez koklaşmak. Doku...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Dışarı açık kapılardır duyularımız. Göz, kulak, burun, dil ve ten. Maneviyat iklimi bu kapıları temiz tutmak, giren çıkanın kontrolüyle başlar.Bir tefekkür için açtığımız kapı olan göz, binlerce tefek...
Yazar: Nilüfer Z. AKTAŞ
Sultan Abdülaziz’in baş kadınıdır. 15 Mart 1835’de Batum’da; Abhaz olan Prens Mahmud Bey Dziapş-İpa ile Prenses Halime Hanım Çikotua’nın kızı olarak dünyaya gelmiştir. Asıl adı Melek’tir. Kendisinden ...
Yazar: Bengisu HAYAT