Dünya Hayatındaki Zorluklar ve İnsan
Dünya hayatı; konumu her ne olursa olsun, hiç kimsenin ömür boyu kesintisiz mutluluk içinde yaşayacağı bir yer değildir. Zira yaratılışta dünya hayatının düzeni Allah tarafından herkesi her zaman mutlu edecek şekilde planlanmadığı anlaşılmaktadır. Her şey yolunda gitse bile sevdiğimiz birinin beklenmedik bir anda vefatı ağzımızın tadını kaçırmaktadır.
Ortalama yetmiş beş sene yaşayan bir insan dünyada meydana gelebilecek büyük deprem, sel felaketi, yangın, kuraklık, kıtlık ve salgın hastalık gibi doğal afetlerden bir ya da bir kaçına ömründe bir ya da birkaç defa şahit olmaktadır. Ülkede meydana gelebilecek siyasî kaos ve savaş hâli, bireyin başına gelebilecek müzmin hastalıklar ve çeşitli ihtilaflar da insanı zor durumda bırakan hadiselerdir.
Allah’ın yeryüzüne ilişkin koymuş olduğu kurallar “adetullah”, sosyal hayata ilişkin koymuş olduğu kurallar ise “sünnetullah” olarak isimlendirilmektedir. Tabii varlık âleminde meydana gelen doğal afetleri adetulllah, sosyal varlık âleminde meydana gelen olayları da sünnetullah olarak görmek gerekmektedir. Deprem ve sel felaketi gibi insanlık için afet olan durumlar aslında yeryüzünde mütemadiyen gelişen tabiî hâllerdir. Bu tabiî hâlleri afet ve felakete dönüştüren ise insanoğlunun tedbirsizliğidir. İnsanlar asırlardır yaşanan afetlerden ders almadığı gibi hala dayanıksız evler yapmaya, dere yataklarına şehirler kurmaya devam etmektedirler.
Dünya hayatı insanoğlu için zevk ve safa içinde yaşayabileceği bir yer değil, imtihan yeridir. Zevk ve safa üzere bir hayatı gidebilirse cennette yaşayacaktır. Kur’an’da dünya hayatının bir imtihan yeri oluşu ve insanların karşılaştığı zor durumlar imtihan, belâ ve fitne kelimeleri ile ifade edilmektedir. İmtihan, belâ ve fitne kavramları ile ifade edilen olayların sonu hayır da olabilir, şer de olabilir. Türkçe’de ise belâ ve fitne kelimeleri büyük musibet anlamında kullanılmaktadır. “İyi bilin ki çocuklarını ve mallarınız sizin için birer fitnedir.” (9/Enfâl, 28) mealindeki âyet, çocukların ve dünya malının kötü bir şey oluşunu değil, imtihan oluşunu ifade etmektedir. Eğer çocuklar, Allah’ın salih kulu olarak yetiştirilmişse, kazanılan mal yine meşru yollarda harcanmışsa imtihan başarı ile geçilmekte, Allah katında mükâfata vesile olmakta, aksi halde Türçkede anlaşıldığı şekilde fitneye yol açmaktadır.
Dünya hayatında başa gelen her türlü zorluğu ilâhî imtihan olarak görmek gerekir. Allah Kur’an-ı Kerim’de, “O ki, hanginizin daha iyi amel yapacağını sınamak için sizi ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (67/Mülk, 2) buyurmaktadır. Bu ve bu anlamdaki ayetler, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda insana düşen, felaketler karşısında isyan etmek ya da aciz bir şekilde beklemek değil, önce felaketi sabır ve metanetle karşılamak, sonra da bilahare yaşanabilecek afetlere karşı tedbir almaktır.
Mü’minin yaşadıkları daima onun yararınadır, başına kötü bir şey gelse ve maddî olarak büyük zarara uğramış olsa bile sabretmesi halinde uhrevî yönden karlı çıkacaktır. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.v.), “Şaşılır şu mü’minin işine, onun her işi hayırdır. Bu, mü’minden başkasına nasip olmaz. Çünkü ona nimet verildiğinde şükreder, bu onun için bir hayır olur. Başına bir musibet geldiğinde de sabreder, bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64) buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Ayağına batan dikenin verdiği acı da dâhil olmak üzere Müslümanın başına gelen her türlü yorgunluk, hastalık, tasa, keder ve üzüntüyü Allah mü’minin hatalarını affetmek için vesile kılar.” (Buhari, Merda, 1; Müslim, Birr, 49). Bu hakikati bilen bir Müslüman başına gelen sıkıntılar karşısından hiçbir zaman karamsarlığa düşmez. Allah’ın zorlukla beraber, kolaylık da yarattığını bilir. Olgun bir mü’min “Büyük bir derdim var.” demez, “Derdimden büyük Allah’ım var.” der.
Yaklaşık iki yıldır bütün dünyayı sarsan korona virüs salgını da insanlığın yüzyılda bir karşılaşacağı küresel ölçekte bir afettir. Salgın sebebiyle kimimiz ağır bir hastalık geçirdikten sonra Allah’ın izni ile sağlığına kavuştu, kimimiz de sevdiklerini ve yakınlarını kaybetti. Bütün yetkililer onlarca tedbir almasına ve insanları tedbirli olmaya çağırmalarına rağmen takdir-i ilahi ile gerçekleşen ölümlere kimse engel olamadı. Bu durumda da mü’mine düşen, aşılanmak dâhil yetkili makamların tavsiye ettiği tedbirlere uyduktan sonra takdiri Allah’a bırakmak, teenni ve tevekkülle sonuca razı olmaktır. Tedbirsizlik sebebiyle hastalığın yayılmasına sebep olanların da büyük vebal altında olduklarını da belirtmek gerekir.
Büyük afetler karşısında mü’mine düşen tedbir aldıktan sonra Allah’ın takdirine razı olmak ve “Biz Allah’a aitiz ve biz hep beraber Ona döneceğiz.” (2/Bakara, 156), diyerek Allah’ın hükmüne boyun eğmektir.
Emine Büşra YÜKSEL
Yazar"Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;Karıncaya göz atsa 'niçin, nasıl? ' ve hayret."Dizeleriyle Necip Fazıl Kısakürek çocuklardaki merak ve hayret duygularını ne de güzel ifade ediyor. Sahi çocuk ...
Yazar: Asuman DÜZGÜN
Dua; kişinin Cenab-ı Hak’tan kendisi ya da bir başkası için olumlu bir şeyler istemesi ya da dilemesidir. Beddua ise; bir kimsenin başına kötü şeylerin gelmesini dilemek için söylenen sözlerdir. Beddu...
Yazar: M. Emin KARABACAK
Ocağı sen yakar, sen söndürürsün,Kazmayı, küreği yaktırırsın kış,Mevsimi bahara sen döndürürsün,İnsanı arkandan baktırırsın kış.Örtü olur bürünürsün doğaya,Güneş keskin geçer, göz kırpar ay’a,Kara bul...
Şair: Rabia BARIŞ
Medeniyet; bir milletin ya da milletlerin, kendi bilgi ve kültürleri yanında diğer milletlerin bilgi ve kültürlerinden de istifade ederek, bilgi ve düşüncede, hayatın her alanında, sanat, edebiyat, za...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL