Darendeli Bir Derviş Aziz Baba
Aziz Baba, Hacılar mahallesinde dünyaya geldi. Şeyhli sıbyan mektebinde okuduktan sonra ticarete atıldı. Ailesiyle Sivas’a gidip yerleşti. Birkaç yıl çalıştıktan sonra, büyük tüccar oldu. Develerle mal getirip satar hale geldi. Bir gün ticarete o kadar dalmıştı ki, baktı ki güneş batmak üzere, hâlâ ikindi namazını kılmamıştı. Hemen kalkıp, “Bari ikindinin farzını olsun kılayım.” dedi. Namaza başlamadan önce, karşısına bir seyyah geçti: ‘Güya Aziz Baba da Allah (c.c.) yolunda çalışıyor, ikindinin sünnetini terk etti haberi yok’ dedi ve kayboldu. Aziz Baba namazı bitirir bitirmez, kalktı: ‘Aziz Babanın malları yağma’ dedi. O anda mallarını yağma ettiler. Çocukları da o anda ne aldılarsa miras olarak o kaldı. Ondan sonra ibâdetle tâatle ömrünü geçirmek için memleketine, doğduğu mahalleye döndü.
Tasavvufa olan intisabı sebebiyle dervişâne bir hayat sürmeye başladı. Derviş meşrepliydi. Az konuşurdu, ama konuşunca öz konuşurdu. Kur’an’ın sırları dilinden dökülürdü. Peygamberimizin hadislerini okuyunca can burcunun taşları aşktan yerinden sökülürdü. Dervişti “dal” gibi eğikti, yalnız hakkın huzûrunda bükülürdü. Bir gün odasında oturup kitap mütâlaa ederken dışarıdan bir kavga sesi geldi. Komşularından bir delikanlı bir yaşlı adamla bahçe sınırı meselesi yüzünden kavga ediyor, o yaşlı adama hakârette bulunuyordu. Yaşlı adam da ona karşılık veriyordu. İnsan gönlünün kırılmasına, haysiyet ve şerefinin ayaklar altında ezilmesine râzı olmadı, dışarı çıktı. Kavga eden komşularına doğru yürümeye başlamıştı ki, onlar da geldiğini görünce sustular. Mutlakâ bize hikmetli sözler söyleyecek, dediler. Aziz Baba cevherler saçan inci tanelerini bir bir dökmeye başladı:
“Benim ismim Aziz’dir ama ben inanıyorum ki her insan azizdir. İnsan olmak, adam olmak zor iştir. Onun için nefsi terbiye etmek gerekir. Öğütler kitabında bir bilge şöyle buyurur:
‘Akıllı odur ki, Allah’ın nimetlerine şükreder. Sonra nefsine hâkim olur. Ey Delikanlı: kendi öfkesini yenebilen cihanda kendini kurtarmışlardan olur.
Halkın en budalası odur ki, nefîs ve hevâsının ardından koşar. Sonra o bozuk fikirli sanır ki; nihâyet Allah kendisini affedecektir. Ey oğul dervişlik gerçi zor bir iştir. Fakat dervişlikten daha hoş bir meslek de yoktur. Dik başlı, nefsini emri altına alan kimse iyi ün kazanmış akıllılardan olur. Riyâzetle kötü nefsin terbiyesini ver ki, seni günaha sokmasın.
Selâmette kalmak isteyen bütün halkın dedikodusundan yüz çevirir. Halk baştanbaşa gaflette bil, insan ancak cihandan gittiği vakit uyanır. Seni incitenlerin özürlerini kabul et. Mağfiret bulmak istersen onu yakala! Halkı inciteni Allah sevmez. Böyle bir huy dindar bir adama yaraşmaz. Sitemle bir kalbi yaralayan o yarayı kendi vücûduna açmış olur.
Gönül incitme kaydında olan bir kimsenin cezâsı sonunda ağlamaktır.
Ey Oğul: Gönül incitmeye heves etme, Allah'ından hoşnutsuzluk kazanmak ve itibar bulmak istersen halkın adını iyilikten başka bir şeyle anma. İyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma, kendine sayısız sitemler etme. Git halkın gıybetinden dilini tut ki, bir gün elin ayağın bağlanmış görmeyesin.
Dilini gıybetten, kötü sözden korumayan kimse Allah’ın cezâsından kurtulmuş değildir.”
Oradakilere Aziz Baba bu nasîhatleri yaparken bir hayli halk başına toplanmıştı. Sözünü bitirince delikanlı ile yaşlı adamı barıştırdı. Aralarındaki anlaşmazlığı da sulh etti…
Bir gün yaya olarak bir saatlik mesafede bulunan Şeyh Hamîd-i Velî Camii’ne gitti. Peykenin altına oturup bir müddet tefekkürde bulundu. Vakit öğle zamanıydı. Ezan okunmaya başlarken içinde tarifsiz fırtınalar kopmaya başladı. Huşû içinde kılınan namazdan sonra etrafına toplananlara, ezan ile ilgili şöyle bir sohbette bulundu:
İlk önce dört defa “Allâhu Ekber” deniyor. Allah’ın büyüklüğüne iman ederiz. Onun isimleri de, sıfatları da zatı da çok büyüktür. Biz onu göremesek de o bizi görmekte ve işitmektedir. Gönüllerimizden geçenleri bile bilen büyük ilâhımızdır.
Sonra iki defa “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” deniyor. Biz O’nun sıfatlarıyla varlığa tecellîsine inanıp, şehâdet ederiz. O’nu varlıkta müşâhede ederiz. Hangi tarafa bakarsak bakalım, hangi eşyaya nazar edersek edelim O’nun sıfatlarını cemâlini görürüz. Hakk’ı Hakk vâsıtasıyla müşâhede ederiz.
Ondan sonra iki defa “Eşhedü enne Muhammedü’r-Rasulullah” denir. Allâhü Teâlâ ilk önce kendi nûrundan Sevgili Peygamberimizin nûrunu yaratmıştır. Peygamberimiz de bir nûr gibi parlayarak etrafını aydınlatmış, çağlara ışık tutmuştur. Bu ilâhî nûrun çağrısı tebliğ olarak sunulmuş, hidâyet olarak kalplere yerleşmiştir. Nûr-ı Muhammedî’yi idrak etmek ona şehâdet etmektir.
Peygamberimizin nûru vârislerine geçerek günümüze kadar devam etmiş, bundan sonra kıyâmete kadar da devam edecektir. Ezandaki Rasulullah’a şehâdet, o nûrun vârislerine de şehâdettir. İnsân-ı kâmillerin yüzündeki nur; Nûr-ı Muhammedî’dir. Mekânlarındaki nur yine odur. Feyiz ve bereket, mâneviyat ve himmet o nûrun eseridir. Bu nûrun tecellîsinin buradaki ekseriyetinden olsa gerek Allâhu Teâlâ, Hamîd-i Velî hazretlerinin civarında bize bu nurlu hali her gün yaşatıyor.
Aziz Baba sözlerine devam etti: Namaza çağrı, Cenâb-ı Hakk’ın zat ve sıfat tecellîlerine davettir. Sıfat yoluyla zât kapısına varılır. İftitah tekbiriyle bu kapıdan girilir. Kıyamda iken Mîrâcın sırrına erilir. Kırâatta ham de en lâyık olan Âlemlerin Rabbinin huzûruna varılır. O’nunla konuşulur. İki yay aralığı kadar yakın durulur.
Namazda iken Kâbe’ye yöneliriz. Kâbe’den kasıt zât makamıdır. Yoksa sadece yönümüzü dönmek değil, bütün varlığımızla Hakka yönelmektir.
Allah’ın tevhîd emânetini yüklenen insan namazın secdesinde yüce ma’bâdunun karşısında en yakın olduğu ana erişir. Yokluk mertebesine vasıl olur. İnsan olmanın sırları seyr ü sülûkta gizlidir. Onun içindir ki namaza davet, mânevî yolculuğa, bir mürşidin halkasında boyun eğmeye, Allah’a kavuşmaya davettir.
İki defa da “Hayye alel-Felâh” deniyor. Bu varlık âleminde insan nefis ve karanlığın elinde bazen esir olabiliyor. Onun içindir ki bu nidâ bir uyanmanın kurtuluşa ermenin fırsatı, ilâhî hatırlatması ve davetidir. Bu kadar çokluğun içinde birliğin yoluna davettir. Kurtuluş da birliktedir. Bire gönül vermeyen bir’de bir olmayanlar aslâ kurtulamazlar…
Ezanın sonunda tekrar iki defa “Allâhu Ekber” denilir. Deminden beri ifade etmeye çalıştığım tevhîdin sırlarında en üst makama erenler, hallerinin tesiriyle Allah’ın büyüklüğünü tekrar tekrar haykırırlar. Sıfatlardaki zâtî gerçekliği görürüler. O zaman da zâten söyleyecek tek cümle vardır. “Lâ ilâhe illallah.” Taklitten tahkîke varan bir merhalede söylediği ve duyduğu lafızların derin mânâsının tesiriyle bir mum gibi eriyen gönüller Hakk’ın müşâhedesine bizzat tanıklık edecektir. Allah’tan başka ilah, ondan başka yâr olmadığını dillendirecektir. Ezanı böyle anlayanın kıldığı namaz miraçtır…”
Sohbetten sonra oradan ayrıldı. Sivas yolundan tekrar Hacılar’a doğru yürümeye başladı. Bir ara gözü kabristanlığa ilişti. “Kimler geldi geçti.” diyerek iç geçirdi. Hz. Ali Efendimizin, “Allâhu Teâlâ’nın bir meleği var, her gün yeryüzüne şöyle bağırır: Doğarsın ölmek için, toplarsın yok olmak için, yaparsın yıkılmak için” kelâmını hatırladı. Bir gün bizde öleceğiz diye mırıldandı…
Birkaç gün sonra evine bir seyyah geldi.
Yemek vakti bir kuru ekmek, bir tas da su koydu sofraya, Aziz Baba. Ekmeği suya banıp yediler. Misâfir dedi ki: ‘Böyle kuru ekmekle gün geçer mi, ben kimyâgerim, biraz altın yapayım, onu götürüp satalım, bir şeyler alıp yiyelim.’ Bir şeyleri katıp karıştırdı, cebinden de, küçücük bir madde çıkarıp içerisine kattı. Biraz sonra ‘Altın hazır, çarşıya gidelim sen bana sarrafı göster, bunu satalım’ dedi. Beraberce dışarı çıktılar. Hava yağışlı, yerler ıslaktı. Darende çarşısına yaklaşınca Aziz Baba yerden bir avuç toprak aldı. Seyyah onu gördü, fakat bir anlam veremedi. Aziz Baba elini arkasına saklayarak sarrafa vardılar. Seyyah elindeki maddeyi sarrafa uzatarak ‘Şunu mihenge vur bakalım’ dedi. Sarraf önce baktı, sonra mihenge vurdu, ‘Ondört ayar altın’ dedi. O anda Aziz Baba elini uzattı, elindeki toprak hani köfte sıkarlar ya onun gibi parmaklarının izi üzerinde: ‘Oğul birde şunu mihenge vurur musun’ dedi. Sarraf toprağı aldı, mihenge vurdu, şaşırarak: ‘Yirmi dört ayar altın’ dedi.
O anda seyyahın da şaşkınlığını gören Aziz Baba: ‘Oğul biz nemiz varsa Allah (c.c.) yolunda sarf ettik, Cenabı Allah da (c.c.) bize bütün hazînelerini açtı, fakat bizim bunlara ihtiyacımız yok’ diye buyurdu. Seyyah da yaptığına, söylediğine pişman oldu.
Aradan yıllar geçmişti… Bir gün Sivas’a gitti. Hanın içine bağladığı atını geri döndüğünde yerinde bulmadı. Aradı taradı ama bir sonuç elde edemedi. Hz. Ömer adâletini hissettirecek bir arayış içerinde olmasından dolayı ancak kayıp hayvanını Vali’nin bulacağına kanaat getirdi. Doğru vali konağına gitti. Kapıdan girerken derviş kılığındaki Aziz Baba’yı valiyle görüştürmek istemediler. Kapıcılar usûlen derdini dinleyip, dışarı çıkardılar. Bir müddet bakleyen Aziz Baba baktı ki müşkülü giderilmeyecek, kayıp hayvanı bulunmayacak o da cezbe ve aşk haliyle vali konağının taş direğine yapışarak. Zilzal sûresini okumaya başladı
Bismillahirrahmânirrahîm
“1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman,
4- İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5- Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6- O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.
7- Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir.
8- Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezâsını görecektir.”
Bu mânevî okuyuşun tesirinden Vali konağı zelzele olurcasına sallanmaya başladı. Vali ve diğer erkân canlarını kurtarmak için kendilerini zor dışarı attılar. Kapıdaki dervişi görünce kim olduğun sordu vali. Kapıcılar da, “Efendim Darendeli bir derviş. Bineği kaybolmuş, bulamayınca Vali bulsun diye size gelmişti. Biz de meşgulsünüz diye görüştürmedik. O da bunun üzerine konağın direğine yapışıp Zilzal sûresini okuyunca yer yerinden oynadı.” Dediler. Bunun üzerine Vali, “Tez kayıp hayvan buluna ve sahibine teslim edile. Allah’ın sevgili kulları vardır. Onlar ile Allah arasında perde yoktur. Allah’ın gören gözü, işiten kulağı ve tutan eli olurlar. Böyle gönlü saf ve temiz insanları incitmeye gelmez. İsteği yerine getirile.” dedi. Aradan çok zaman geçmeden Aziz Baba’nın bineği bulundu, kendisine teslim edildi. O da yavaş yavaş Darende’ye doğru yola koyuldu.
Birkaç gün meşakkatli bir yolculuktan sonra evine geldi. Ömür hitamına ermişti. Geceyi ibâdetle geçirdi. Duvara tesbihini astı. Tefekküre daldı. Oturduğu yerde rahmet tecellîsi içerisinde rûhunu teslim etti…
Kabrini Zâviye mahallesindeki Sivas yolu üzerindeki kabristana defnettiler. Başına kitâbesini yazıp, bir taş diktiler.
Aradan yıllar geçti. Bir gün Sivaslı İhramcızâde İsmail Toprak Efendi Darende’yi teşrif etti. Onu karşılayanlar içerisinde es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de vardı. Aziz Baba’nın kabrinin yanındaki yoldan geçerken İhramcızâde yanındakilerle durup Aziz Baba ve orda yatanlara Fâtiha okudular. İhramcızâde, “Aziz Baba’nın kabri buradadır.” dedi. Hakkındaki menkıbelerden sordu. Osman Hulûsi Efendi’de bir bir anlattı.
….
Yıl 2002’nin Mayıs ayının 15. günüydü. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendinin evladı, H. Hamidettin Ateş Efendi, müezzine Aziz Baba’nın kabrinin yerini tarif etti. Git oradaki kabir kitâbesini oku diye buyurdu. Müezzin kabrin başına gitti, kitâbesini okudu.
Hüve’l-Hallâku’l-Bâkî
Cismânî mülkü
Seyr edip Aziz Baba
Gitti ruhânî cihâna
Yazıldı taşına “ğurefâ” (غرفا)
El-fâtiha
Yazıyordu. Ebced hesabıyla tarih düşülmüştü.
Ğayın: 1000
Ra: 200
Fe: 80
Elif: 1
1281 Ebced hesabıyla tarih düşülmüştür. Ğurefâ: Köşk mânâsındadır.
Aziz Babanın menakıbı hazretin himmetiyle kayıt altına alındı.
Musa TEKTAŞ
YazarTasavvufî konular incelenirken üzerinde durulan en önemli konulardan biri de muhabbettir. Mâneviyat yolunun ârifleri sevginin en ileri derecesi olan aşk kelimesinin karşılığı olarak muhabbet kavramını...
Yazar: Musa TEKTAŞ
İslâm tasavvufunda asıl amaç, Allah’a ulaşmaktır. Bu hedefe varabilmek için dünyevî bağlardan, aşırı mal sevgisinden ve en nihâyetinde kendi varlığından geçmek gerekmektedir. Bu süreci gerçekleştirebi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hayatta insanı yokluğu ile en çok yaralayacak ve varlığı ile en çok mutlu edecek şeylerin başında şüphesiz aile gelir. Çünkü insanoğlu, ailenin varlığı ile dünyaya geldiği için yokluğunda çok kişiyi ü...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Zor Günde Birbirinden Kaçanlar!Yüce Rabb’imiz, hesap günü bilinci içerisinde yaşayalım ve dünyada iken şimdiden o güne kendimizi hazırlayalım diye pek çok âyetinde hesap gününden canlı tablolar sunar ...
Yazar: Ali AKPINAR