Ya Rasûlallah! Senin Vasıflarına Nihayet Yoktur
16. yüzyıl dîvân şairlerinden Balıkesirli Zâtî, II. Bayezid, II. Selim ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından takdir ve taltif edilmiş bir şairdir. Şiirlerinde rindâne meşrebi ön plana çıkan Zâtî, tezkire müelliflerinin çoğu tarafından övgü ile anılmıştır. Düzenli bir eğitim almamasına rağmen şiirde kendini yetiştirmiş ve şiirlerinde sade bir dili tercih etmiştir. Bir müddet baba mesleği olan çizmecilikle geçimini sağlayan Zâtî, bilahare Beyazıt Camii yanında kiraladığı dükkânda reml ve vefk faaliyetleri ile iştigal etmiştir.1 Bu dükkân Zâtî’nin süreklilik arz eden şiir sohbetleri ile adeta dönemin yeni yetme şairlerinin uğrak yeri ve edebiyat mektebi haline gelmiştir.
Zâtî’nin bilinen dört eseri Dîvân, Şem ü Pervâne, Letâif ve Edirne Şehrengizi’dir.2 Şiirlerinde Farsça terkiplere ve mülemmâlara 3 ,âyet iktibasları ve telmihlere rastlanması, onun dil yetkinliğine ve Kur’ân-ı Kerîm’e vukûfiyetine işaret etmektedir. Ayrıca sıklıkla kullandığı hüsn-i ta‘lîller, Peygamber Efendimiz’e (sav) duyduğu derin muhabbetin, hayal ve duygu dünyasını nasıl şekillendirdiğini göstermektedir.
Na‘t-ı şeriflerinin muhtevası, Resûl-i Ekrem’in yaratılıştaki konumu, hissî mucizeler ve özellikle şefkati etrafında halelenmektedir. Klasik divan tertibine uygun olarak eserine tevhidlerle başlayan şair, akabinde bir münacât ve dört ayrı na‘t-ı şerîfe yer verir.4 Ayrıca tercî‘-i bendler arasında yedi na‘t-ı şerif bulunmaktadır.5 Bu şiirlerden seçilen bazı beyitler, kısa açıklamalarla konu edilecektir.
"Cûş edip deryâ-yı aşkullâh-ı Rabbü’l-âlemîn
Bir güher halk eyledi kim sâd hezerân âferîn"
Binlerce kez hamd ü senâ olsun ki âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın aşk deryâsı coştu taştı da bir cevher ortaya çıktı.
Şair, yaratılışı bir denizin coşmasına ve Peygamber Efendimiz’i (sav), denizin dalgasıyla sahile vuran inci tanesine benzetmektedir. Benzetmeye göre nasıl ki denizi kıymetlendiren şey derûnundaki inci ise varlığı kıymetlendiren şey de Peygamber Efendimiz’in varlığıdır. Ayrıca O’nun (sav) âlemlere rahmet ve ümmetine şefaat olan varlığı, binlerce kez şükredilmesi gereken bir nimettir.
"Anınçün taş basardı bağrına hâtem bigi
Hâtem-i cümle nebîdir ol dür-i deryâ-yı dîn"
Bu sebeple ortasında taş olan bir yüzük gibi O (sav) de karnına taş basardı. Zira O (sav), din deryasının inci tanesidir.
Şair bir önceki beyitte6 peygamberler halkasını, nübüvvet yüzüğündeki taşa benzetir. Burada ise Hz. Peygamber’i bu silsileyi tamamlayan inci tanesine benzeterek, O’nu (sav) diğer peygamberlere üstünlüğünü ima etmektedir. Zira inci de bir taştır fakat sair taşlara üstünlüğü izahtan vârestedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in zaman zaman açlığını bastırmak için karnına taş bağlaması,7 bir hüsn-i ta‘lîl ile şiire konu edilmiştir. Buna göre Rasûlullah Efendimiz (sav) açlıktan değil de bütün peygamberlerin nübüvvetini kapsayan bir tebliğ ile vazifeli olduğu için ortasında taş barındıran bir yüzük gibi karnına taş bağlamaktadır.
"Vassâf ola cümle cihân ger halk-ı serâser
Haşr ola vü evsâfına olmaya nihâyet"
Baştanbaşa bütün dünya halkı mütemadiyen seni vasfetseler, hatta daha önce ruhunu teslim etmiş olan na‘t ve medhiyye şairleri de dirilip vasfetme işine katılsalar, seni övme işini hakkıyla yerine getiremezler. Zira senin vasıflarına bir nihayet yoktur Şair bir yandan Hz. Peygamber’i methederken bir yandan da medhiyye konusundaki yetersizliği, dile getirmektedir. Söz konusu yetersizlik, methedilenin kemâl ve cemâline nihayet olmadığı içindir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’i övmek, övülene değil bilakis övenlere değer katan bir ameliyedir.
"Yûsuf’u gerçi görenler ellerini kesdiler
Gün yüzün gördü senin şakk oldu bedrin âyesi"
Gerçi Yûsuf’u görenler ellerini kestilerse de senin güneş gibi parlak yüzünü görünce ayın ayası/avucu parçalanmıştır.
Zâtî, bu beyitte iki ayete telmihte bulunurken, 8 ayın ikiye yarılmasını da yine hüsn-i ta‘lîl ile anlatır. Buna göre ayın yarılması müşriklerin mucize isteklerine cevap olmanın ötesinde, Peygamber Efendimiz’in güzelliğine dayanamamasındandır. Nasıl ki Hz. Yûsuf’un güzelliğini gören kadınlar hayrete düşüp avuçlarını bıçakla kesince ellerinde bir hat meydana geldiyse, ay da Peygamber Efendimiz’in (sav) güzelliği karşısında hayrete düşmüş ve ikiye bölünmüştür.
"Yüzünü görmeğe olmaz iki âlem bahâ
Gevher-i yek-dânesin sen iki âlem bir sadef"
(Ey Nebî) Yüzünü görmenin değeri iki dünya ile de ölçülmez. Zira sen eşsiz bir inci tanesisin, iki âlem de bu inciyi barındıran bir sadeftir.
Önceki beyitte Peygamber Efendimiz’in eşsiz yüz güzelliğini anlatan şair, burada O’nun (sav) yüzünü görmenin iki cihan ve içindekilerden daha değerli olduğunu ifade eder. Zira incinin değeri sadeften değil, sadefin değeri inciden kaynaklanmaktadır. İçinde inci barındırmayan sadef, bir kabuktan ibarettir. Yani dünya ve ahiret yurdu, Peygamber Efendimiz’e (sav) ev sahipliği yaptığı için kıymetlidir. Bir başka deyişle kıymet verilenin değeri, kıymet verenin değerinden daha fazla değildir.
Yazımızı şairin, tercî‘-i bendlerinin her birinin sonunda nazmettiği bir beyitle hatmedelim:
"Mebde-i bünyâd-ı âlem server-i âhir zamân
Sâye-i arş-ı alâ seyyâh-ı mülk-i lâ mekân"
Dipnot:
* Arş. Gör. Hamit Demir, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi.
1. Zâtî’nin meslekleri ve edebî yönüne dair mütalaalar için bk. Orhan Kurtoğlu, “Zâtî’nin Hayatı, Eserleri, Sanatı”, Zâtî Dîvânı (Ankara: T. C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2017), 3-39.
2. Hayatı ve eserleri hakkında detaylı bilgi için bk. Vildan Coşkun, “Zâtî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (17.11.2021).
3. İki mısraı iki farklı dilde yazılan şiirlere mülemmâ denir.
4. İlgili şiirler için bk. İvaz Zâtî, Zâtî Dîvânı (Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 2017), 48-59.
5. Bu şiirler için bk. Zâtî, Zâtî Dîvânı, 267-270.
6. Halka olsa cem olup bir yerde cümle enbiyâ / Cümlesi bir hâtem ol hâteme ol dürr-i nigîn.
7. Tirmizî, Zühd, 39.
8. “Kadınlar Yûsuf’u görünce güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar. Bu yüzden ellerini kestiler.” Yûsuf, 12/31 ve “Vakit yaklaştı ve ay yarıldı.” Kamer, 55/1.
Hamit DEMİR
Yazar16.yüzyıl dîvân şairlerinden Yahya Bey, Arnavut asıllı olup doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Geldiği bölgenin taşlık yapısından dolayı Taşlıcalı lakabını almıştır. Acemi Oğlanlar Ocağı’nda askerî...
Yazar: Hamit DEMİR
Kendi dilinizden kısa bir özgeçmişinizi ve yazıya başlama serüveninizi anlatabilir misiniz? 1944 yılında Konya’da doğmuşum. İlkokulu burada tamamladım. İlkokuldan sonra üç yıl hafızlığa çalıştım. Lise...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Yaşadığımız hayat içinde zaman, yenilenerek ve tazelenerek geçiyor. Ömrümüz içinde birçok değişikliği görüyor ve şaşırıveriyoruz. Elbette bunların büyük kısmı kaçınılmazdır ve insanoğlu, mecburen yeni...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Anadolu sahası Türk edebiyatının ilk şairlerinden olan Şeyyâd Hamza’nın hakkındaki bilgiler sınırlı ve tartışmalıdır. Fakat mutrib, kıssahan anlamına gelen şeyyâd kelimesinden de anlaşılacağı üzere on...
Yazar: Hamit DEMİR