Mahviyet Sahibi Olabilmek
35.Hadis
"Cenâb-ı Hak, ‘Ben, kalpleri kırılmışların ve kabirleri belirsiz olanların yanındayım.’ buyurmuşlardır." [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
"Dünyada kalbin kırık olması âhirette sarılması, hayata ve ölüme yönelik umursamazlık izlerinin yok olması ise kulun Allah hâricindeki bağlardan kurtuluşu ve bir olan Allah’ı hayatının merkezine almasıyla birlikte Yüce Yaratıcı tarafından zâtına yakın tutulması demektir."
Hadisin Yorumu
Öyle insanlar vardır ki, başlarına en küçük bir sorun geldiği zaman neredeyse bütün cihanı ayağa kaldırırlar. Herkesin onların dertlerini paylaşmasını ve sorundan bir ön önce kurtulmayı isterler. Hâlbuki karşılaştıkları problem başkalarının da zaman zaman karşılaştıkları ve hayatın tabii akışı içerisinde öyle veya böyle herkesin önüne çıkan sorunlardır. Diğerleri sorunlarını kimseye duyurmadan halletmeye gayret ederken çığırtkanlığı alışkanlık hâline getirenler ise herkesi dertlerine ortak etmekten keyif alırlar. Hatta bu esnâda bazı sırlarına vâkıf olunması da umurlarında olmaz. Yeter ki o anda o dertten kurtulayım da sonra diğerlerini düşünürüz derdinde olurlar.
Böyle insanların, başkaları benzer sorunlara maruz kaldığında görmezden geldiklerini ve sanki bir şey olmamış gibi şahsî yaşantılarını aynıyla devam ettirdiklerini sıkça görürüz. Bencillik hayatın merkezinde olunca insanın gözü başkalarının dertlerini görmezlikten gelinir. İslâm’ın istemiş olduğu kardeşlik hukukunun kaybolmasının sonuçlarından biri de bu kötü durumdur. Oysa Allah Rasûlü şöyle buyurmuştu: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Mü’min, mü’min için bir binânın tuğlaları gibidir. Onlar birbirini tamamlarlar.”[2]
Yutkunup Sabredenler
Çevremizden de tanıdığımız bazı insanlar vardır. Bunların hayatları hep mahzun geçer. Seslerini yükseltmek tabiatlarında yoktur. Başlarına bir sorun geldiğinde de ondan bundan yardım istemeyi beceremezler. Birine bir dertlerini açacakları zaman o kadar eğilip bükülürler ki, ricâda bulunmak onlara azap gibi gelir. Onların hayatları hep böyle hüzünle geçer. Bu insanlar kimseye zararı dokunmayan, kendi hâlinde yaşayan, dürüstlükten başka bir şey bilmeyen temiz insanlardır. Bir arada oturduğunuzda yüreklerindeki saflığı hissedersiniz.
Lakin yaşadığımız dünyada -hele de şu dönemde- ahlâkî değerler iyice zayıfladığı için hakkının peşine düşmeyenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi az rastlanan bir durumdur. O yüzden hep çileyi çeken tarafta yer alırlar. Bununla birlikte insan böylesi insanlarla karşılaştığı zaman, dünya hâlâ ayakta duruyorsa sebebinin bu mübâreklerden olduğunu söylemekten kendisimizi alamayız. Esasında zaman-zaman böylesi hasbî insanları ziyârete giderek, maddî durumları müsait değilse yardımcı olmamız gerekir. Ayrıca çocuklarımızı da yanımıza alarak iyi insanları onlara tanıtmalıyız ve ahlâklarını örnek almalarını sağlamalıyız.
Mahviyet Sahibi İnsanlar
Çağımız şöhret ve reklam çağı olduğu için pek çok kişi sahip olduğu özellik veya yaptığı işle öne çıkararak herkesin kendisini tanımasının peşinde koşmaktadır. Özellikle de sosyal medyada gündem olmaya çırpınmakta, bunu yaparken de nefsinin peşine takılmış olduğunu, tevâzudan koptuğunu unutmaktadır. Dikkat edildiğinde görüleceği üzere, dindarlar da dâhil olmak üzere herkes kendisinin ne yapıp ettiğinin herkes tarafından bilinmesinin peşindedir. Lâkin en mahrem bilgilerini ve fotoğraflarını, şaşalı sofralardaki yemeklerini ve lüks yaşantılarını paylaşarak kendileri gibi olmayan insanları hiç hesaba katmadıklarını ve nefislerini tatmin etmenin peşinde koştuklarını unutmaktadırlar.
Mahviyet sahibi insanlar ise başka insanları da düşünerek tamahkâr bakışlardan kendilerini korumaya çalışırlar. Gösteriş peşine düşerek kulluktan ve ihlastan kopmamak isterler. Allah’ın kendilerine verdiği imkânları azgınlık aracına dönüştürmezler. Gönlü güzel bu insanlar sahip oldukları imkânlara ve makamlara rağmen yine mütevâzıdırlar, şımarmamışlardır. Yanlarında durduğunuz zaman kendinizi rahat hissedersiniz. Sizi ezmeye çalışmazlar. Bu durum Hz. Osman’ın durumuna çok benzemektedir.
Yaşamış olduğu topluma göre oldukça iyi durumda olmasına rağmen tevâzuunu ve insanlara karşı alçakgönüllü oluşunu gölgeleyen en küçük bir hareketi ve sözü olmamıştır. Yanında bulunanlara karşı imkânlarını kibir aracına dönüştürmemiştir. Bu yüzdendir ki, ahlâk ve tevâzu âbidesi insanları sayarken listenin baş taraflarına onu koymak zorunda kalıyoruz. Bu ne güzel bir zorunluluktur. Çünkü onlar rablerinin buyruklarını kendilerine rehber edinmişlerdir: “Övünüp şımarma, muhakkak ki Allah öğünüp şımaranları sevmez.”[3] “Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”[4]
Her insan gibi Müslümanlar da hayatlarının hemen-hemen her döneminde çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalırlar. Hatta “Şöyle birkaç günümü sorunsuz geçirdim.” diyen insan sayımız çok azdır. Sorun bazen sağlığımızla, bazen işimizle, bazen arkadaş çevremizle, bazen ailemizle, bazen şehrimizle bazen vatanımızla bazen de genel Müslümanlarla ilgili olur. Bir şekilde kalbimizi hassaslaştıracak ve yüreğimizi burkacak bir haberle mutlaka yüzleşiriz. Bununla birlikte yaşamayı sürdürürüz.
Sorunlarımızın üstesinden gerek şahıs ve gerekse millet olarak gelmeye gayret ederiz. Sonra da derdin izâle olması için Allah’a duâ ederiz. Kaldı ki, sıkıntının geçmesini bekleyen insan bu beklemesinin ecrini alır. Çünkü geçmesini beklemek Allah hakkında hüsn-i zan beslemektir. Allah’a yönelik hüsn-i zan ise ibâdettir ve kişi bundan sevap alır. Bunun yanında, sorunumuzun çilesine katlanmanın karşılığının âhiret sermâyesi olarak karşımıza çıkmasını Rabb’imizden niyâz ederiz. Çünkü biz Rabb’imizin şu buyruklarını biliriz:
“Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”[5]
“And olsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”[6]
Biz Allah Rasûlü’nün şu hadislerini de biliriz:
“Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına kadar, her ne gelirse Allah bunları o Müslümanın hatâlarına keffâret kılar.”[7]
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”[8]
“Allah sevdiklerine belâ verir. Buna razı olan Allah’ın rızâsını kazanır; isyan eden ise Allah'ın gazabına uğrar.”[9]
Dayanağımız Âhiret
Biz Müslümanlar için âhiret inancı hayatımızı anlamlandıran temel inanışlarımızdan biridir. Çünkü bir zulme uğramamıza rağmen yapanın cezâsını çekmemesi, bir yakınımızı erken yaşta kaybetmemiz, maddî sıkıntılar ve sağlık sorunları içinde ömrümüzü tüketmemiz gibi durumlar sebebiyle Rabb’imizin bizleri âhirette sıkıntımıza oranla mükâfatlandırmasını ümit ederiz. Böylece hayata küsmeyiz ve sabrederiz.
Elimizden geldiğinde hayatımızı ve sağlığımızı iyi düzeye getirmek için elimizden geleni yaparız ama bir noktadan sonra yapabileceklerimiz bittiğinde tevekkülü devreye sokarak Rabb’imizin lütfuna ve rahmetine sığınırız. Bu güzel inanış sebebiyledir ki özellikle Müslüman toplumlarda intihar olayları daha az görülmektedir. Çünkü insanlar çilelerinin karşılığını rableri katında alacaklarını bilmektedirler.
Bununla birlikte âhiret inancı olmayanlar için hayat iki açıdan acıdır. Birincisi, karşılaştıkları zorluklar bellerini büker ve mânevî olarak el açacakları ve sığınacakları bir kapıları yoktur. Müslümanlar gibi duâ edecekleri rableri vardır, ama inanmadıkları için yok gibidir. Bunun yanında uğramış oldukları haksızlıklar, erken yaşta kaybettikleri yakınlar ve diğer elemler sebebiyle yıkılan gönüllerini ayakta tutacak bir dayanakları, yani âhiret inançları yoktur. Meselâ bir haksızlığa uğramışlarsa ve bunu yapan kimse yakalanamamışsa, yakalansa da hak ettiği cezâyı almamışsa, bu durum mağdur olan kişiyi çileden çıkarır. Uğramış olduğu zulmün acısı ömür boyu kalbini yakar. Bu onun yüreğinde her zaman için ağır bir yük olarak kalır.
Böylesi bir durumda Müslüman da kendisine zulmedenin yakalanmasını ve gereken cezâyı almasını ister. Lakin bu gerçekleşmezse ilâhî adâletin sahibi olan Yüce Yaratıcı’ya havâle eder, âhireti beklemeye koyulur. Bu onun gönlüne bir rahatlama sağlar. Çünkü onun Peygamber’i kul hakkının bağışlanmayacağını, dünyada helallik alınmamışsa âhirette, önce zâlimin sevaplarından alınıp mazlûma verileceğini, sevaplar yetmez ise mazlâmun günahlarından alınıp zâlimin suç hânesine yazılacağını bilir.[10]
Bahsettiğimiz durumu cenâzeler vesilesiyle çok daha net görürüz: Küçük yaştaki çocuğunu veya genç yaştaki yakınını kaybeden insanlar, kaybettikleriyle âhirette buluşacakları ve çektikleri acı sebebiyle rableri katında mükâfatlandırılacakları inancıyla ayakta kalırlar. Bu inançtan yoksun olan insanların ise dayanma güçleri çok zayıftır. Çünkü yakını ölmüş ve her şey bitmiştir. Çaresizlik içinde bunalıma düşmeleri her zaman mümkündür.
Müslümana Düşen
Mü’minin görevi, mutluluk veya üzüntü olarak her neyle karşılaşırsa karşılaşsın, hayatının merkezine her zaman Allah’ı koymasıdır. Çünkü dayanağı Allah olanı hiçbir üzüntü doğru yoldan saptırmayacağı gibi hayata küsmesine de sebep olmaz. Bunu başarabilen insanların diğerlerine göre çok daha fazla dirençli olduklarını etrafımızda görebiliriz. Nice bâdireler atlatan ve sıkıntılara mâruz kalan imanı güçlü mü’minler tanımışızdır, üzülmelerine rağmen Allah’a isyan etmemişler ve tevekkül içerisinde hayatlarını devam ettirmeye gayret etmişlerdir. Onlar bu güzel hâlleriyle başkalarına da örnek olmuşlardır.
Kaldı ki, insan karşılaşmış olduğu sorun ve üzüntü sebebiyle hayata küsecek olsa veya Allah’a isyan etse, bunun zararı sadece kendisine döner. Çünkü kalbi sürekli bunun altında ezilir ve hayatı kendisine zehir eder. Farkında olmadan belki âhiretini de hebâ eder. Oğlu askerde şehid olan bir din görevlisi hocamızın yavrusunun cenâze namazını kıldırdıktan sonra yapmış olduğu konuşmayı bu sebeple hep hatırlarım. Cemâate şunları söylemişti: “Bugüne kadar sizlere sıkıntı ve elemler karşısında hep sabretmenizi tavsiye etmiştim. Bugün sizlere nasîhat ettiğim şeyle ben yüzleştim. Rabb’im sabrımı artırsın, yavrumla bizleri âhirette buluştursun.” Bu sözler Müslümanın hayata ve Rabb’ine bakışının özetidir.
Söz Hulûsi Efendi’nin sözüdür:
Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin
Hüsn ü edebi koyup bir cân incitmeyesin
Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır
Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin
Kaynaklar:
[1] Merfu olarak aslının bulunmadığı, Gazâlî'nin Bidâyetu'l-Hidâye'sinde geçtiği söylenmiştir. Bkz. Sehâvî, el-Mekâsidu'l-Hasene, rakam: 188); Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, rakam: 614; Kârî, el-Esrâru'l-Merfûa, rakam: 70.
[2] Buhârî, 2442, 481.
[3] 28/Kasas, 76.
[4] 57/Hadîd, 23.
[5] 57/Hadîd, 22.
[6] 2/Bakara, 155.
[7] Buhârî, 5641.
[8] Buhârî, 5645.
[9] Tirmizî, 2396.
[10] Bkz. Buhârî, 6534; Tirmizî, 2418.
Enbiya YILDIRIM
YazarBatı kültürünün her şeyimizi savuran etkisi ve yaşamın bireyselleşmeye doğru hızla kaymasıyla birlikte, bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Mevlâna’nın Hocası, Seyyid Burhaneddin-i Tirmizî, 1165 tarihinde Özbekistan’ın Tirmiz şehrinde doğdu. Hz. Ali’nin soyundan geldiği rivayet edilir. İlme duyduğu ilgi yüzünden, Tirmiz’den Belh’e geçti. ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Bundan 30 yıl kadar önce ülkemizde yaşayan insanların dinlerini öğrenmek istediklerinde mürâcaat edecekleri eserlerin sayısı oldukça azdı. Mevcût kitapların pek çoğu Arap dünyasından veya Pakistan’dan...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Dünya kurulduğundan bu yana insanlar zaman zaman sıkıntılara, bunalımlara girmiş ve böylesine çıkmazlarda onları teselli ve irşad edecek birçok gönül ehli insan ortaya çıkmıştır. Bu dev şahsiyetlerde...
Yazar: Selçuk ALKAN