Don Kişot Osmanlılarla Savaştı mı?
16.yüzyıl İspanyol edebiyatının en şöhretli ismi kuşkusuz, Don Kişot’un (Don Quijote) yazarı olan Cervantes’tir (1547-1616). Esas adı, Miguel de Cervantes de Saavedra’dır. Burada, Cervantes’in hayat hikâyesinden veya şaheseri Don Kişot’tan bahsedecek değiliz. Çok daha ilginç ve şaşırtıcı bir konudan, Osmanlı’ya karşı Haçlıların safında çarpışmasından, yaralanmasından ve sonrasında esir düşmesinden söz edeceğiz. Dolayısıyla Cervantes, sadece Don Kişot’ta, yel değirmenlerine karşı değil; Osmanlılara karşı da savaşmıştı. İşte Osmanlılarla yaşadığı, savaştan esarete uzanan serüven dolu yıllar:
Nasıl Haçlı Askeri Oldu?
1547 yılında Alcalá de Henareş’de doğduğunda, Osmanlı Devleti ile İspanya, Avrupa’da ve Akdeniz’de birbiriyle çarpışan iki rakip güçtü. Birisi İslâm’ın, diğeri de Hıristiyanlığın hamisi durumunda olan bu iki gücün hâkimiyet kurmak istedikleri çatışma alanlarından biri de Akdeniz’di.
Cervantes, Sevilla’da bir Cizvit okulunda okuduktan sonra Madrid’de üniversiteye gitti. Fakat bir kavga sırasında arkadaşlarından birini yaraladı. Hakkında tutuklama kararı çıkınca, 1569’da İtalya’ya kaçtı. 1570’de İtalya’da, Kardinal Acquaviva’nin hizmetinde çalışmaya başladı.
Bir sene sonra Osmanlılar, II. Selim zamanında Kıbrıs’ı fethetti. Bu durum, Hıristiyan âleminde büyük tepkiye yol açtı. Papa V. Pius, Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesi çağrısında bulundu. 1571 yılı İlkbaharında Papalık, Venedik, İspanya ve Malta bir Haçlı ittifakı kurdular. Bu esnada, Cervantes de Napoli’ye giderek İspanyol birliklerine yazıldı. Böylece o da Haçlı Seferine katılmış oldu.
İnebahtı Savaşı’nda Çolak Kaldı
Nihayet Osmanlılar ile Haçlılar, 7 Ekim 1571’de Akdeniz’de, İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’nda karşı karşıya geldiler. Savaşta kaybeden taraf, maalesef Osmanlılar oldu. Başta, Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa olmak üzere 20 bin civarında şehit verdiler. Donanmanın büyük kısmı (190 gemi) kaybedildi veya düşmana kaptırıldı. Buna karşılık Haçlılar ise, 8 bin asker ve 15 gemi kaybettiler.
Savaşın hayret verici özelliklerinden biri de, Cervantes’in de Haçlıların safında Osmanlı’ya karşı savaşmasıydı. Marquesa adlı İspanyol kadırgasında görevliydi. “Yüzyılların gördüğü en büyük savaş” olarak nitelendirdiği İnebahtı’da, göğsüne isabet eden iki kurşunla yaralandı. Daha da kötüsü, bir Osmanlı güllesi sol elini kopardı. Bu yüzden ileride, “İnebahtı’nın sakatı” diye anıldı. Çolak kalmanın tesirini hayatı boyunca üzerinde taşıdı.
Başyapıtı Don Kişot’un 39. bölümünde, sefere katılmasını, savaşı ve başından geçen olayları, Saavedra isimli Hıristiyan bir esirin ağzından hikâye etmiştir. Bölümün sonunda yaşadıklarını ve gördüklerini şöyle tasvir etmiştir:
“Bu uzun süre içinde başıma neler geldi size kısaca anlatacağım. Alicante’den gemiyle ayrıldım. Rahat bir yolculuktan sonra Cenova’ya vardım. Oradan da Milano’ya giderek kendime silâh ve asker elbiseleri satın aldım. Daha sonra Piamonte’de, orduya yazılmaya karar verdim.
Alejandría de la Palla’ya doğru yola çıkmak üzereyken, Alba Dükünün, Flandre’ye gitmekte olduğunu öğrendim. Fikrimi değiştirerek düke katıldım ve onun seferlerinde emri altında savaştım. Eguemon ve Hornos Kontlarının ölümlerine tanık oldum. Diego de Urbina adında, Guadalajarlı ünlü bir kumandanın emrinde asteğmen olarak bulundum.
Flandre’ye gelişimden bir süre sonra, Papa V. Pius Hazretleri’nin girişimiyle, ortak düşmanımız Türklere karşı Venedik Cumhuriyeti ile İspanya’nın bir ittifak oluşturduklarını öğrendim. Türkler o zamanlar Venediklilere ait olan Kıbrıs’ı ele geçirmişlerdi. Bu bizim için çok acı bir kayıptı. Kralımız Majesteleri Don Felipe’nin üvey kardeşi olan Don Juan de Austria Hazretleri’nin, bu ortak donanmanın kumandanlığına getirildiği ve büyük savaş hazırlıkları yapıldığı duyuldu.
Bunu duyar duymaz içimde, bu sefere katılmak için büyük bir arzu uyandı ve bütün engellere ve verilen sözlere rağmen (çünkü ilk fırsatta beni yüzbaşı yapacaklarını vaat etmişlerdi) her şeyden vazgeçerek İtalya’ya hareket ettim. Şans eseri, Don Juan de Austria, Cenova’ya yeni ayak basmıştı ve Venedik donanmasına katılmak için Napoli’ye gidecek ve sonra da Mesina’ya doğru yol alacaktı. Sonunda bu mutlu sefere, bir talih sonucu elde ettiğim, piyade yüzbaşısı rütbesiyle katıldım.
O gün, Hıristiyanlık için sevinçli bir gündü. Çünkü bütün milletler, Türklerin denizde yenilemeyeceklerine dair olan inancın ne kadar boş olduğunu görmüşlerdi...”
Cezayirli Cengâverlere Esir Düştü
Cervantes, savaştan sonra nekahet devresini geçirmek üzere Mesina’ya gitti. Yaralarının iyileşmesinin ardından ertesi yıl tekrar Haçlı donanmasına katıldı. Korfu, Naravarin, Tunus ve Goleta’da yine Osmanlılara karşı savaştı.
İnebahtı’dan dört yıl sonra askerlikten ayrılmaya karar verdi. Ayrılma belgesini ve sivil hayatta iş bulmasına yardımcı olacak tavsiye mektubunu, Don Juan de Austuia’nın bizzat kendisinden aldı. El Sol isimli kadırgayla 20 Eylül 1575’de, Napoli’den İspanya’ya hareket etti. Aynı gemide, kendisi gibi asker olan kardeşi Rodrigo de Cervantes de bulunuyordu.
Fakat Cervantes ve kardeşinin bulunduğu gemi, Fransa’nın güneyindeki Tres Marías limanı açıklarına geldiğinde karşısında, Cezayir’den gelmekte olan Osmanlı kadırgalarını buldu. Gemi, Osmanlı adına Akdeniz’de cengâverlik yapan Cezayirli denizciler tarafından ele geçirildi. Cervantes ile kardeşi de tutsak edilerek Cezayir’e götürüldü.
İspanyol yazar, “La Galatea” ve “La Espanola İnglesa” adlı eserlerinde, geminin Osmanlı cengâverleri tarafından ele geçirilişini ve nasıl esir düştüklerini şu ifadelerle gözler önüne sermiştir: “Silah başına! Silah başına! Türkler geliyor! Bu ani alarm, gemide bulunan herkesi yerinden oynattı. Yaklaşan tehlike karşısında ne yapacaklarını kestiremeyen yolcular birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı… Gemilerin yaklaşmakta olduğu ilk anda, onları yanlış saymışız. Sonradan bizi çember içine aldıklarında gördük ki, tam tamına on beş kadardılar. İşte o zaman kurtuluş ümidimizin bulunmadığını anladık. Kendileri, Cezayir’in en yiğit denizcileriydi.”
Esaretten Kurtuluş Girişimleri
Kardeşiyle birlikte Cezayir’e getirilen Cervantes, Osmanlı kadırgalarının kaptanı, Arnavut Mami’nin (gerçekte Mehmed Reis) esiri oldu. Üzerinde Don Juan de Austuia ve Sessa Dükü tarafından Kral II. Felipe’ye hitaben yazılmış, iki tavsiye mektubunun bulunması, kendisine çok önemli bir insan gözüyle bakılmasına sebebiyet verdi. Bu yüzden, efendisi Mami, kurtuluş fidyesi olarak iki bin altın gibi yüksek bir meblâğ istedi. Cervantes, fakir bir asilzade olarak bu yüksek fidyeyi, kendisinin ve ailesinin ödemesinin imkânsız olduğu konusunda, efendisini ikna edemedi.
Kral II. Felipe’nin vekili Mateo Vazquez’e, Cezayir’den gönderdiği mektupta, kendisini kurtarmasını talep etti. Mektubun bir yerinde, “Bu ülkeye geldiğimde gözyaşlarımı tutamadım.” diyerek, çektiği sıkıntıları ve yaşadığı ruhî sarsıntıyı ortaya koydu.
Cervantes ve kardeşinin esir düştükleri haberi ailelerine ulaşınca, babaları Don Rodrigo Cervantes, fidyeyi temin etmek için bütün emlâkini ipotek ettirerek borçlandı. Bulduğu parayı, papazlar aracılığıyla Cezayir’e gönderdi. Gelen para, fidyeyi karşılamadığı için Mami tarafından reddedildi. Para, sadece kardeşi Rodrigo’nun, Ağustos 1577’de serbest kalmasına yetti.
İstenen fidyeyi ailesinin ödeyemeyeceğini bilen Cervantes, ilk fırsatta kaçmaya karar verdi. İlki 1576’da sonuncusu da 1579’da olmak üzere dört kez kaçma teşebbüsünde bulundu. Ama her seferinde de başarısız oldu.
Kaçma teşebbüslerini akamete uğratan kişi, Cezayir Dayısı Hasan Paşa idi. Cervantes, her şeyi tek başına planladığını ve sadece kendisinin cezalandırılması gerektiğini söyleyerek bütün suçu üzerine aldı. Hasan Paşa, Cervantes’i cezalandırmadı; cesurca davranışını takdir ederek bağışladı. Onu, efendisi Mami’den beş yüz altın karşılığında satın aldı.
Cervantes’in esaret hayatına ışık tutan ipuçlarına yine Don Kişot’ta rastlıyoruz. Yaşadıklarını, Hıristiyan olmak isteyen Arap kızı Zoraida ile birlikte Cezayir’den kaçarak İspanya’ya gelen Saavedra’nın diliyle şöyle anlatmıştır:
“Özlemini çektiğim şeye kavuşmanın yollarını Cezayir’de araştırmaktaydım, çünkü özgürlüğe kavuşmak umudunu hiçbir zaman kaybetmedim. Başarısızlıkla sonuçlanan her kaçma teşebbüsünden sonra umutsuzluğa düşmeyip, zayıf da olsa başka ihtimaller ve çareler üzerinde duruyordum. İşte bu şekilde ömrüm, Türklerin hamam dedikleri bir hapishanede geçerken, bir yandan da hayatı çekilir hâle getirmek için kaçma hayalleri kuruyordum… Onun elinden, sadece Saavedra adında bir İspanyol askeri kurtulmayı başardı. Bu adam öyle şeyler yaptı ki, uzun süre hafızalardan silinmeyecektir. Bununla birlikte, efendisi ona bir fiske bile vurmadığı gibi, başkalarının da vurmasını istemedi. Hatta en küçük kötü bir söz dahi söylemedi.”
Nihayet Kurtuluş
Esirlerin fidyelerini ödeme işlerine aracılık eden Teslis Tarikatı rahiplerinden Juan Gil ve Antön De La Bella, 29 Mayıs 1580’de Cezayir’e geldiler. Ağustos ayında yüz esiri, fidyelerini ödeyerek kurtardılar.
Juan Gil, Cezayir’de bulunan tüccarlar ve Yahudilerden topladığı paralarla, Cervantes için istenen beş yüz altını da ödedi. Sonunda Cervantes, 19 Eylül 1580 tarihinde özgürlüğüne kavuştu. Aksi olsaydı, Cezayir’de görev süresi dolan, efendisi Hasan Paşa ve diğer esirlerle birlikte İstanbul’a gönderilecekti.
Kaynakça:
Ertuğrul Önalp, Türklerin Esiri Cervantes, Tiydem Yayıncılık, Ankara, 2009; “Cervantes’in Türklere Esir Düşmesi ve Esaretinin Eserlerine Yansıması”, OTAM, Sayı: 3, Ankara, 1992; Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası-2, Ankara, 1994.
İsmail ÇOLAK
YazarKurtuluş Savaşı boyunca bütün Anadolu, imkânsızlıklara ve şartların ağırlığına aldırış etmedi. Varını yoğunu, elinde ve avucunda ne varsa, vatanın bağımsızlığı için harcamaktan çekinmedi. Yapılan feda...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Yaşadığımız hayat içinde zaman, yenilenerek ve tazelenerek geçiyor. Ömrümüz içinde birçok değişikliği görüyor ve şaşırıveriyoruz. Elbette bunların büyük kısmı kaçınılmazdır ve insanoğlu, mecburen yeni...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
1909 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası bir subaydı; hem Osmanlı Ordusu’nda hem de TBMM’nin kurduğu Düzenli Ordu’da önemli görevlerde bulundu, birçok savaşa katıldı.Nezahat, çocukluk çağını hiç...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Mevlâna’nın Hocası, Seyyid Burhaneddin-i Tirmizî, 1165 tarihinde Özbekistan’ın Tirmiz şehrinde doğdu. Hz. Ali’nin soyundan geldiği rivayet edilir. İlme duyduğu ilgi yüzünden, Tirmiz’den Belh’e geçti. ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI