Son Kale Aile
“Evlerimizde kütüphane olmalı bizi kurtaracaksa okumak kurtarır çünkü insan robot değil, duygusu düşüncesi olan bir varlık. Bu duygu ve düşünceyi anlamı hale getirecek olan da beynimizin düşünmesini sağlamak, o da okumakla, yeni yerler keşfetmekle, kendimiz ve dünyayı okumakla mümkün.”
Günümüzde medya kültürünün kontrolsüz bir biçimde aile bireylerine sirayet etmesiyle birlikte yeni yeni düşünce ve fikir rahatsızlıkları meydana çıkıyor. Hepimizin malumu olduğu üzere toplumun yapı taşı olan aile kurumunun tehlikeye girdiğini görmek endişe verici boyutlara ulaşmış durumda.
Aile kavramının basite indirgenmesi çok doğru değil. Aileyi diri tutan ve aile bireylerini de bir arada tutan bu yapının her zaman kuvvetli kalması gerekiyor. Aile kavramında anne, baba, eş, çocuk gibi değerlerin yerli yerinde sevilmesi ve sayılması gerekiyor. Eksik bırakılan ya da fazla sevgi daha sonraları çeşitli biçimlerde aile bireylerinin ruhsal bunalımlar yaşamasına da sebep olabilir. Misal, bir aile bireyine sürekli değersiz olduğunu hissettirmek ve hakarette bulunmak kendisinde çocukluk travması olarak kalabilir ve ilerde ailenin de çok gerekli olmadığı gibi bir düşünceye kapılmasına sebep olabilir. Hayatımızın her anındaki en basit olay bile aslında hayatımızın tamamını kuşatan bir eylemdir. Yani küçük diye nitelediğimiz şeyler bir başkasının hayatında fırtınalar koparabilir. O yüzden attığımız adımları düşünerek atmamız gerektiğini idrak etmek lazım.
Özgürlük düşüncesi çok fazla hâkim. Ancak mutlak özgürlük diye bir kavram yoktur. Çünkü mutlak özgürlük demek bir başkasının özgürlük alanına girmek demektir ki bir başkasının hakkına girmek gibi bir lükse sahip değiliz. Bu sebeple tamamen bir özgürlükten bahseden ve bunun hayalini kuran bireyler bu defa kural tanımayan insanlar olarak, karşımıza şımarık tipler olarak çıkabilir. Biraz keskin gidiyorum ama toplumda algıladıklarımız ile gerçekler farklıdır. Her zaman hayat bizi güler yüzle karşılamıyor, bazen gerçekleri de görmemiz lazım ki sorunları tespit edip çözüme kavuşturabilelim. Tabii aile gibi hem karmaşık olmayan hem de çok karmaşık bir yapıda ne kadar çözülebilir orası muamma. Ama geleneksel aile yapısına dönmek de pek imkânsız değil.
Mesela, günümüzde kadın erkek eşitliğinden bahsedilir. Ama bu bir yanıltmacadan ibaret. Çünkü ne olursa olsun kadın ve erkek eşit olamaz, fıtrat gereği bu mümkün değildir. Bunun yerine ne denilebilir, insan olarak kadın ve erkeğin düşüncesi önemlidir ve fikirde, düşüncede ortak kararlar verilebilir dense daha oturaklı ve doğru olur. “Yuvayı yapan dişi kuştur.” diye bir atasözü var. Kadınlarımızın bir yuvayı kurup onu şekillendirme görevinin olduğunu unutmamak lazım. Bunu zorlama bir görev olarak görmemek lazım, kadının fıtratında olan bir görev olarak görmemiz gerekiyor.
Günümüzde kadın ve erkek okuyor, bir iş sahibi oluyor ve iş hayatına atılıyor. Hayatın akışı içinde pek tabii olması gereken bir şey. Elbette kadınlarımız da okuyacak doktor, öğretmen, hemşire vb. meslek sahibi olacak. Ama bütün kadınlarımızın okuyup mutlaka bir meslek sahibi olması gerektiği düşüncesi çok doğru değil. Tabii ki erkek kadın fark etmez, fikir anlamında ve bilgi dünyasını geliştirmek amacıyla üniversite okuyabilir kendini geliştirebilir. Yine bir kadının üniversite okuması kendini bilgili hâle getirmesi, gelecekte daha bilinçli çocuklar yetiştirmesine vesile olabilir. İşte bunların farkında olarak hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa sırf zaman öldürmek ya da vakit geçirmek amacıyla üniversite okunmaz, okunmamalıdır.
Günümüzde fedakârlık ve kanaatkârlık gibi kavramların unutulmasıyla birlikte yine aile kalesinin sarsıldığını görüyoruz. Hep daha fazlasını isteme duygusu üzerine kadın erkek çalışmak zorunda kalıyor ve geçim derdi dediğimiz kavram ortaya çıkıyor. Bakınız bariz bir misalle yazıya devam edeyim. Kadının biri asgari ücretle bir işte çalışıyor ve çocuğunu da bir bakıcı tutarak göz kulak olmasını sağlıyor ve neredeyse maaşının yarısından fazlasını da bakıcıya vermiş bulunuyor. Şimdi kariyer olarak baksak bunda bir kariyer göremeyiz, diğer taraftan bir çocuğun annesinin yanında yetişmesi ile bir başkasının yanında yetişmesi arasında dağlar kadar fark var. Bir başkasına emanet etmektense annenin çocuğuna kendisinin bakması daha güzel olmaz mı?
Nerede bahsetmiştim, şimdi anımsayamadım ama bir çocuğun aile içinde almadığı eğitimi, önce sokakta bulmaya çalışır ve sonra da okulda. Dolayısıyla sokakta sürekli birbirine özenen ve kendini aramaya çıkmış insanlar arasında elbette doğru yerde bulması biraz da kendine kalmış. Ama bir de bu düşüncede değilse sokağın rüzgârına kapılıp kaybolabilir. Okulda ise her bireye tek tek özel ilgi göstermek mümkün değildir. Bu yüzdendir ki aile içinde alınmayan her adab-ı muaşeret kuralı ilerde bazı sıkıntıların çıkmasına sebep olacaktır.
Eskiden telefon ve iletişim olanakları kıt iken haberleşmek, mektuplaşmak daha anlamlıydı, değerliydi. Konuşmak istediğimiz kişiye mektup yazar, bunun için bir zaman ayırırdık ve dolayısıyla karşınızdaki kişiye değer verirdik. Bugün ise haberleşme olanakları iyice arttı ve çok kolay olan bir telefon edip hâl hatır sormaktan, bir mesaj yazıp hasbihal etmekten uzaklaşır olduk. Yani kalabalıklar içinde bir yalnızlığa doğru sürüklenip gidiyoruz. Bunun yansımasını da evde yaşıyoruz, teknolojik nimetlerle donatılan aile bireyleri herkes kendi hâline çekiliyor ve evde derin bir sessizlik kaplıyor etrafı.
İşte aile içi iletişimsizliğin bariz bir göstergesi. Şair yazar Yavuz Bülent Bâkiler bir yazısında bahsediyordu; bir gün ailesiyle birlikte ev bakmaya gitmişler ve her şey çok güzel. Mutfak, oturma odası, salon her şey çok güzel yapılmış. Ve müteahhit firma sahibine sormuş, her şey güzel de bu evlere neden bir kütüphane yapmazsınız, demiş. Evlerimizde kütüphane olmalı bizi kurtaracaksa okumak kurtarır. Çünkü insan robot değil, duygusu düşüncesi olan bir varlık. Bu duygu ve düşünceyi anlamı hâle getirecek olan da beynimizin düşünmesini sağlamak, o da okumakla, yeni yerler keşfetmekle, kendimizi ve dünyayı okumakla mümkün.
Her şeyin daha fazlasını istemek yerine, hayatımıza anlamlı dokunuşları olacak düşünceleri benimsemek gerekiyor. Daha fazlasını değil, kararında olanı seçmek gerekiyor. Hayatımıza doğru dokunuşları yapmayı başarırsak mutlu olabiliriz. Çünkü daha fazla zengin olmak bir mutluluk ölçütü değildir. Kararında kullandığımız her şey bize doğru seçimler olarak dönebilir. İnsanî duygularımızı yerli yerinde kullanarak hareket ettiğimizde daha yaşanılabilir dünya zor değil. O yüzdendir ki dünyada tek kalemiz olan yegâne sığınak ailemizi diri tutmak mümkün.
Erol AFŞİN
YazarÜlkemizde depremin üzerinden ikinci Ramazan ayına girdik, Allah nasip eyledi ve buna erişebildik. Ramazan ayının sonrasında da yine insanların sevinçle kutladığı Ramazan Bayramına erişmiş olacağız. Öz...
Yazar: Erol AFŞİN
Hayat dediğimiz kavram birçok gizemi içinde barındırıyor. Her geçen gün yeni bir şey öğreniyoruz ya da herhangi bir kavramın idrâkine varıyoruz. Hayatın gizemini çözme hâlindeyken şaşırmıyor da değili...
Yazar: Erol AFŞİN
Duygularımızı doğru ve yerinde kullanmamız ihtiyacı tamamen insanîdir. Yaşadığımız dünya üzerinde milyarlarca insan bulunmakta ve bu da milyarlarca farklı düşünce anlamına geliyor. Dünya nüfusu arttık...
Yazar: Erol AFŞİN
Hayatımızda birçok olay gelişiyor, kimisine müdahil olabiliyoruz, kimisinde aciz kalıyoruz. Özellikle ülkemizde üç dört yıldır açıkça sıkıntısını çektiğimiz olaylar silsilesi yaşanıyor. Bütün bu olayl...
Yazar: Erol AFŞİN