Hattat Hüseyin Öksüz ile Röportaj
Kendi dilinizden kısa bir özgeçmişinizi ve yazıya başlama serüveninizi anlatabilir misiniz?
1944 yılında Konya’da doğmuşum. İlkokulu burada tamamladım. İlkokuldan sonra üç yıl hafızlığa çalıştım. Lise tahsilini Konya İmam Hatip Okulunda yaptım. İmam Hatip Okulunda 6. sınıfa gelince üniversiteye gitmeyi arzu ettiğimden lise mezunu olmam gerekiyordu. Lise 2. ve 3. sınıfları Konya Gazi Lisesi’nde tamamladım. İstanbul’da Eczacılık Fakültesine kaydoldum. 4 yıl Eczacılık Fakültesini okuduktan sonra Konya’ya döndüm. Eczacılıkta okurken bir taraftan da Hattat Hamit Aytaç Efendi’den hüsn-i hat dersleri aldım. Konya’ya döneceğimden mahzun bir şekilde hocamla vedalaşmaya gittim. Mezun oldum, memlekete döneceğim deyince dik bir sesle “Yazıyı bırakma evladım.” dedi. Ben yine anlatmaya devam ettiysem de bir kez daha “Yazıyı bırakma.” dedi.
Evliyim, ailem Konya’da, orada yaşamak mecburiyetindeyim dedim. Üçüncü kez “Yazıyı bırakma evladım. Sen mektupla yaz bana gönder, ben meşkini yazar sana gönderirim.” dedi. Sevinçten adeta uçtum. İstanbul’da Konyalı tanıdığım bir esnaf vardı. Oğulları Hasip Şenalp ve daha sonra da meşhur mimarlarımızdan Muharrem Hilmi Şenalp’ın aile adresine mektupla yazılarımı gönderdim. Çünkü İstanbul’da aynı apartmanda oturuyorduk. Hilmi o zaman çok gençti. Bana bazen “Senden önce hocanın çizdiği hatalarını ben öğreniyorum.” diye şaka yapardı. Hatta bir defasında Hilmi Şenalp benim yazıyı hocaya götürmüş. Şöyle anlatıyor: Gittim ki kapıda “Meşgulüm rahatsız etmeyin.” diye kâğıt asılı. O zaman Beşiktaş’taki Ihlamur Köşkü’ne yakın bir yerde oturuyordu. İki üç gün sonra tekrar gittim yine aynı yazı kapıda asılı durmakta. Kapıyı açıp içeri girdim ki hoca meşgul, yazıyla uğraşıyor. Beni görünce, “Gel evladım, kaç gündür bir insan yüzü görmedik, ne iyi ettin de geldin, kaç gündür kimse gelmiyor.” dedi. “Hocam, kapıda bir yazı vardı, onun için girmedim.” dedim. “Ne yazıyor evladım?” “Meşgulüm rahatsız etmeyin.” yazıyor dedim. “Öyle bir şeyden haberim yok, ben yazmadım.” dedi.
Meğer hocaya sipariş vermişler, haberi olmadan, gelen giden meşgul etmesin diye böyle bir kurnazlık yapmışlar.
Hem hat sanatının inceliklerinden hem de büyük hat ustalarından Hamid Aytaç hakkında bilgiler aktarabilir misiniz?
Benim düşünce dünyamda hat sanatı veya hattat denilince ilk hatırıma Hattat Hamid Aytaç Hocam gelir. İslâm Medeniyetinin görünen yüzünden biri olan hat sanatı Türk hattatları elinde gelişmiş, güzelleşmiştir. Üstadlarımız “Allah güzeldir, güzeli sever.” hadis-i şerifi gereğince bu güzel sanatla iştigal etmişlerdir. Hat sanatı, asırlardır Yüce Osmanlı Devleti’nin himayesi ve teşviki ile zirveye ulaşmıştı. Osmanlının tarih sahnesinde ömrünü tamamlamasıyla birlikte mimarî, musiki ve diğer güzel sanatları gibi hüsn-i hat sanatı da inkıtaa uğramış, durağan bir seyir izlemiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki harf devrimi ile hat sanatı bir müddet terk edilen bir sanat dalı olarak kenarda kalmıştır. Batılılaşmak düşüncesi sanat değerlerimizin yok sayılmasına sebebiyet vermiştir. Yaklaşık 1200 yıldır Türk İslâm medeniyetinin şaheserlerini ortaya çıkaran hüsn-i hat sanatımıza 1970’li yıllara kadar ilgisiz kalınmıştır. Son kırk yılda yeniden ilgi artmaya başlamıştır. Bunun en başkahramanı Hattat Hamit Aytaç’tır.
Sanata ilgisiz kalınan yıllarda Hattat Hamid Bey kalemini asla bırakmamış, geçimini temin etmek için klişecilik gibi işler yapmıştır. Hat kalemini elinden düşürmeyerek, Türk hat sanatının yeniden neşv ü nemâ bulmasına, tekrar yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Aslında ilahi iradenin tecellisinde o bir vasıta görevi üstlenmiştir. Yetiştirdiği hattatlar ve onların talebeleri onun yolunu devam ettirmişlerdir.
Hat sanatını öğrenmek isteyenin önce bu sanata gönül vermesi lazımdır. Bununla beraber 10’dan fazla şartı vardır. Şartların hepsi birbirinden mühimdir. Mutlaka bir üstattan öğrenilir. Hafız olmak isteyen birinin sadece “Elif Cüzü”ne bakarak, hoca önünde okumadan güzel bir hafız olamayacağı gibi hocasız hattatlık da mümkün olamaz. Hattatlığın en son bir şartı daha vardır; o da kişinin nasibinde olması lazımdır.
Bir hat talibi hocasından usulünce müfredât ve mürekkebât tedrisatını tamamladıktan sonra çok yazı incelemeli, doğru anlayışlı olmalı, tabiî ki istidatlı olmalıdır.
Hat sanatı merak ürünüdür. Reisü’l-Hattatîn Hacı Ahmet Kamil Efendi 90 yaşlarında iken “Şu yazıyı öğrenemeden gidiyorum, ona hayıflanıyorum.” dermiş. Her yeni gün sanat adına yeni bir başlangıç ve gelişmeye açık zaman dilimidir.
Hat eserlerinize “Konevî” imzasını atıyorsunuz. Konya’ya olan muhabbetinizin eser mi?
İcazetli hattatların eserlerinin altına imza atması gelenektendir. Kendilerini diğer hattatlardan ayıran, kendilerine has olan bu ismi ve imzasıdır. Bana “Konevî” ismini ilk defa hatırlatan Medineli hattat Ahmet Ziya Bey (Ali Ulvi Kurucu’nun kardeşi) olmuştur. (Ahmet Ziya Bey de Konya doğumludur). Daha sonra Konya’ya bir gelişinde evime gelen Hattat Hasan Çelebi, Konevî imzasını bana yazdı. Daha sonra Hattat Ahmet Ziya Bey de biraz farklı bir imza örneği yazdı. Uzun yıllardan beri yazılarıma bu imzaları koymaktayım.
İmzalarımda Hüseyin ismimi yazsam bile yine de Konevî ismini yazıyorum veya sadece Konevî ismini yazıyorum. Konya’yı çok seviyorum. Çocukluğum, gençliğim ve ömrümün çoğu Hz. Mevlâna’ya yakın mekânlarda geçti. Konyalı Şem’i Konya için şiirinde özetle şunları anlatır:
“Konya’nın kuruluşu muhabbet üzerinedir. Cennetten bir köşe gibidir. Buradan ayrılan hasrete dayanamaz, gönlü onu tekrar Konya’ya çeker. İnsanları irfan ehlidir, âlimleri umman gibidir. Toprağının tesiriyle olsa gerek suyunu içen aslan gibi her yönden güçlü kuvvetli olur. Ney ve kudüm eşliğinde Mevlevî dervişleri dönerler. Ariflerin kutbu, Rum diyarının en büyük evliyası Mevlâna Hazretleri bir Hak dostu olarak Konya’ya şeref vermiştir. Mevlâna ve onun izini takip eden gönül ehli bülbül gibi güle sevdalanmıştır. Zikir ehli âşıkları yaptıkları bu manevî meclisten zevk alırlar pişman olmazlar.
Evliyalarının sayısı çoktur, kitaplar dolusu menkıbeleri vardır. Mevlâna’nın yolunu takip edenler için burası bir gönül sancağının olduğu şehirdir. Konya’da önemli fikir ve düşünce insanlar yetişmiştir. Mevlâna’nın civarı kemal ehli insanların mekânıdır. Şems’in aydınlığı gece karanlığını gündüze çevirmiştir. Kış mevsiminde dost meclisleri hanelerle birlikte gönülleri vahdet yurduna çevirir. Ey Şem’i aşkın etrafında kanat çarpan kelebekler dönüp dururlar. Yaz aylarında Meram bölgesinde safa ve mevsimin güzellikleri gönüllere yansır.” Biz çocukluğumuzdan itibaren bu güzellikler civarında yaşadık elhamdülillah… Onun için de hat imzamızı Konevî olarak atıyoruz.
Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin Hz. Mevlâna için yazdığı beyitlerin hat levhası olma serüveni hayli uzun sürmüş, bir de sizden dinleyelim.
Hulûsi Efendi 1978 yılında Konya’ya geldiği bir gün, yanındakilere “Oğul şuradan Mevlâna Hazretleri’nin türbesini ziyaret edelim.” der. Türbe kapısından girince yanındaki İbrahim Aydoğan’a; “Oğlum cebinde kalem kâğıdın var mı?” der. O kişi hemen cebinden defterini çıkarır uzatır. Hulûsi Efendi (k.s.) bir şeyler yazar, sonra da okur:
İhtirâm eyle varup türbet-i Mevlâna’ya
Hâk-i pây ol da eriş Hazret-i Mevlâna’ya
Şems`in etrâfını devr eyleyü pervâne gibi
Cân ile bende olup hidmet-i Mevlâna’ya
Ta`zim ile dergâhına yüz koy da Hulûsî
Mazhar ol merhamet-i şefkat-i Mevlâna’ya.
Ve devamında, “İbrahim Bey oğlum, bu sözü İstanbul’da, bizim selamımızla Hattat Hamid’e (Aytaç) yazdır, levhayı şuraya astır, gelenler bu sözü okusun ve ziyaretini bu âdâpla yapsın.” diye buyurur. İbrahim Bey, baş üstüne diyerek Efendi Hazretleri’nin yazdığı sözlerin yazılı olduğu kâğıdı alır.
Yakın bir zamanda İstanbul’a gider, araştırır, soruşturur Hattat Hamid Aytaç Bey’i bulur. Sirkeci’de bir handa yazıhanesi vardır. Selam verip, içeri girer. Hocamız bir levhaya hat çekmektedir. Başını kaldırmadan “Buyurun.” der. İbrahim Bey, “Darendeli Hulûsi Efendi (k.s)’nin selamını getirdim.” deyince ayağa kalkar ve elini tutarak “Ve aleyküm selaaaam.” der. Hulûsi Efendi (k.s)’yi, sağlığını ve yaptığı çalışmaları sorar. İbrahim Bey, elindeki yazıyı ona vererek, bir levha hâlinde yazmasını ister. “Sağolsun, bizi unutmamış, emir telakki ederiz, yalnız biraz sürer, hemen istemeyin.” der. Bir miktar para vererek, levhanın yapılmasını beklemeye koyulur. Aradan epey zaman geçer, İstanbul’a gittiğinde hocaya uğrar “Daha yazamadım.” der hoca. Sonra bir duyar ki, Hattat Hamid Aytaç Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Hattat Hamid Bey’in levhayı yazamadan vefat ettiğini Hulûsi Efendi’ye söylediğinde Hulûsi Efendi: “Oğul Hattat Hamid paraya sıkışmıştı, biz onun yazamayacağını biliyorduk ama bu iş onun işini gördü. Yazı vakti gelince yazılır, yerine asılır.” diye cevap verir.
Aradan epey zaman geçer, konuyu İbrahim Bey, Vakıf Başkanı Hamideddin Efendi’ye bu hatırayı naklederek, levhayı yazdırmak istediğini bildirir. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin sözünün yerine gelmesini söyleyerek “En iyi hattatlarla görüşüp bunu yapalım.” der. Bir gün bana geldiler. Konuyu anlatınca dedim ki; “Ben Hattat Hamid’in talebesiyim, hocamın yazamadığı levhayı tamamlamak bize düşer, Hulûsi Efendi gibi muhterem bir zâtın sözlerini büyük bir zevkle yazacağım.” dedim. Talik hattıyla mail olarak yazdım. Şiirler genellikle mâil formunda talik ile yazılır. Selçuklu’dan Osmanlı’dan beri şiir mecmuaları genellikle mâil olarak talikle yazılmıştır.
Aradan bir süre geçti, levhanın hazır olduğunu söylendim, geldiler. Mevlâna Hazretleri’yle sıhriyet bağı olan Banu Hidayetoğlu adlı müzehhibe tarafından altın varakla tezhibi yapıldı. O zamanki Mevlâna Müzesi Müdürü Yusuf Benli vasıtasıyla Hulûsi Efendi Hazretleri’nin ilk işaret ettiği yere asılmış. Çok memnun oldum.
Hulûsi Efendi Vakfı sanat ve kültür alanında önemli hizmetler gerçekleştiriyor. Bunlardan biri de Hulûsi Efendi Hazretleri’nin beyitlerinin hüsn-i hat levhası olarak yazılmasıdır. Bu çalışmaları nasıl değerlendirirsiniz?
Hat levhaları dile gelip konuşsa, bir duvara asılmak ve seyredilmek ister. Geçtiğimiz yıl bayramda İstanbul’daydım. Talik icazetini aldığım hocam Uğur Dermen Bey’in ziyaretine gittim. Oturup hâl hatır ettikten sonra duvardaki levhaları ziyaret ettim. Çiçek Derman Hanım, “Hüseyin Bey, bayram ziyaretine sağolsun çok gelen gidenimiz oldu. Buralar iki gündür dolup taştı. Dikkat ettim duvardaki yazılara pek bakan olmadı. Ama siz Uğur Bey’le musafaha yapar yapmaz kendinizi levhaların önüne attınız. Bu levhalar da görülmek ve seyredilmek ister. Levhaların gönlünü aldın.” demek istedi. Levhalara gereken değeri Hulûsi Efendi Vakfı vermektedir. Takdir ediyorum. Bizim medeniyetimiz, edebiyatımız dünyada parmakla gösterilen bir yüceliğe sahiptir. Şiiriyle, mimarisiyle, musikisiyle bizim Türk-İslâm Medeniyetimiz gayet üstün bir medeniyettir. Vakıf bu medeniyetin güzelliklerini halkımızın istifadesine sunmaktadır. Teşekkür ediyorum.
Eserlerinizi müzelerde mûtenâ yerlerde görünce nasıl bir duygu yaşıyorsunuz?
Sanatçının her eseri bir evlat gibi, gelinlik bir kız gibidir. Yerine emanet edilir, ara ara ziyaret edilip, hâli sorulur. Orada bir eseriniz var. Türkiye’de, Amerika’dan Avusturalya’ya kadar dünyanın pek çok yerinde hat levhalarım var. Ülkemizde birçok cami yazılarımız var.
Bir gün Haşim Bayram Hoca tiyatro gibi bir gösteri düzenlemişti, ben de katılmıştım. “Şimdi gözlerinizi yumun bir trenin geldiğini hayal edin. Bu tren Medine’ye Hz. Peygamberimiz’in huzuruna gidiyor. Oraya eli boş gidilmez. Herkes işe yarar bir amelini, ibadetini, muhabbetini, eserini eline alsın, hediye götürmek için.” dedi. Herkes ağlaşmaya başladı. Benim de gözlerimden yaşlar süzüldü. Bütün ömrüm, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. O huzura layık bir şey bulamadım. Hâlen de o inanıştayım. Bu an beni çok etkiledi.
Bir iki gün sonra tekrar Haşim Hoca’nın yanına vardım. “Hâlâ etkisindeyim, ürperdim.” deyince, “Hocam Peygamberimiz için yazdığınız hilyeler, levhalar eserleriniz var ya.” diye beni teselli etmeye çalıştı. Evet, onlar benim ümidim ancak “Huzur-ı Peygamberi’ye takdim edecek bir eserim var.” diyecek cesareti hâlâ kendimde bulamıyorum. Eserlerim benim ümidim, ilahi rahmetten ümid kesmek yasak olduğuna göre korku ile ümit arasında yaşayacağız. Bu vesileyle Darende’yi, Somuncu Baba Dergisi okurlarını ve Vakıf Başkanı Hamideddin Ateş Efendi’yi muhabbetle selamlarım. Dualarında anılmak isterim…
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
YazarDünya kurulduğundan bu yana insanlar zaman zaman sıkıntılara, bunalımlara girmiş ve böylesine çıkmazlarda onları teselli ve irşad edecek birçok gönül ehli insan ortaya çıkmıştır. Bu dev şahsiyetlerde...
Yazar: Selçuk ALKAN
İslâm’ın Mekke dönemi…İslâm’ın gizli davet merhalesi, Peygamberimiz’e Hira Mağarası’nda ilk vahyin gelişiyle birlikte başlamış, peygamberlikten üç yıl sonra, “En yakın akrabalarını uyar.”[1] ve “Emrol...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İnsan gözden ibârettir. Göz ise Hakk’ı görebilmektir. İnsanın görme yetisi sadece baş gözünden ibâret değildir. İçe bakış, iç dünyamızı seyir ve insanın kendi gerçekliğini görmesi basîret sahibi olmay...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Kültür nedir?Kültür kelimesi ve kavramı için bugüne kadar dilciler, edebiyatçılar, filozoflar, sosyologlar ve farklı alanlardaki uzmanlar, çeşitli tarifler yapmışlardır. Tabii herkesin kendisine göre ...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ