Mehmet Nuri Yardım ile Röportaj
Kültür kelimesi ve kavramı için bugüne kadar dilciler, edebiyatçılar, filozoflar, sosyologlar ve farklı alanlardaki uzmanlar, çeşitli tarifler yapmışlardır. Tabii herkesin kendisine göre bir bakışı, tanımı vardır. Ben kültürü bizim geleneğe yaslanan ‘irfan’ kelimesinin karşılığı olarak düşünüyorum. Biliyorsunuz bu kelimeyi ‘hars’ şeklinde kullananlar da olmuştur. Rahmetli Cemil Meriç ‘irfan’ kelimesini çok severdi ve eserlerinden birisi Kültürden İrfana adını taşır. Batı kökenli olmasına rağmen artık galat-ı meşhur olan ve dilimize yerleşen kültür kelimesini, medeniyetin taşıyıcısı olarak düşünüyorum. Tabii bu kelimenin yüklendiği bütün sözlü ve yazılı birikim ve edebiyatımız söz konusudur. Atasözleri, deyimler, bilmeceler, masallar, ninniler, türküler, şarkılar, şiirler, destanlar ve ağıtlar bu söz lokomotifinin içinde rahatlıkla seyahat ederler. Yeter ki biz kendi özümüze, toprağımıza, ruh iklimimize sahip çıkalım.
Sanat için de benzer bir yaklaşım içinde olabiliriz. Tabii farklı sanatlar vardır ve her sanatçı, ‘sanat’ı kendi zâviyesinden görür, ona bir elbise giydirir, kılıf uydurur ve bir tanım yapar. Ben doğrusu sanat deyince sanatkârı hatırlarım, öncelikle en büyük sanatkârı, yani Cenâb-ı Allah’ı… Sergilere gidip ressamların yaptığı resimleri görüyor, hayran kalıyoruz. Üstelik takdirlerimizi sanatçıya söylüyoruz. Peki, bu koca kâinâtı temâşâ etmeyecek miyiz? Bu fevkalâde gökyüzü ve yeryüzü sergisinin Sânii’ne teşekkür etmeyecek miyiz?
Bu olağanüstü yıldızları, dağları, dereleri, ovaları, ormanları, yaylaları, tepeleri, hayvanları, bitkileri görmeyecek miyiz? Bunlara gözümüzü kapatırsak gaflete dalmış olmaz mıyız? Bunun için insanlar Allah’ı bilmek, bulmak zorunda ama sanatla uğraşanlar öncelikle Yaradan’ın haşmetini görmezlerse uğraştıkları sanatın da bir değeri, ehemmiyeti olmaz. Sanat, gözü ve gönlü eserden müessire, yani sanattan sanatkâra alıp götürmeli. Sanatkârı hatırlatmayan bir sanat, Yûnus’un tabiriyle boş bir çaba ve bir kuru emektir. Allah bizi gerçek sanatla uğraşanlardan ve “En Büyük Sanatkârı” unutmayanlardan eylesin.
Aslında bu iki kelime ve kavram hakîkaten birbirini tamamlayan, tekemmül ettiren iki aslî unsur gibidir. Biliyorsunuz genelde birlikte kullanılıyorlar. Hatta biz yıllarca gazetecilik yaptığımızda, ‘kültür sanat’ sayfaları hazırladığımızda bu iki ezelî ve ebedî âşinâyı birbirlerinden hiç ayırmadık. Sayfamız ‘kültür sanat sayfası’ydı, gazetedeki servisimizin adı da ‘kültür sanat servisi’ydi. Dolayısıyla biraz da mecbûrî bir birliktelikten bahsediyoruz. Ama birbirlerine aykırı değiller, aksine âhenk içinde yan yana duran, hatta birbirine destek olan, birbirine güç katan iki güzel meşgaledir ki, Cenâb-ı Allah herkese nasip etsin. İnsanlarımızın kültür ve sanatla uğraştıklarında daha huzurlu olacaklarına inanıyorum. Alanı, türü, tarzı fark etmez. Edebiyat, resim, müzik, hüsnü hat, şiir olabilir. Ama kültür ve sanatın bir dalıyla mutlaka meşgul olmakta fayda var. Bu meşgûliyet, insanı moralce güçlendirir, rûhuna huzur katar ve kişinin topluma daha faydalı ve verimli olmasını sağlar.
Sanatalemi.net sitesi fakir-i pür-aksirin kurduğu bir internet sitesi idi. Sonra onu arkadaşlarla kurduğumuz Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’ne armağan ettim. Uzun yıllar ESKADER bünyesinde kültürümüze, sanatımıza, medeniyetimize hizmet etti şükürler olsun. Bir ara neredeyse günlük bir gazete gibi neşriyat yapıyordu. Bir ara 40 civarında yazarımız olmuştu ki aralarında Türkiye’de çok sevilen, şimdi ise Rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş bulunan Ergun Göze, Ahmed Yüksel Özemre, Altan Deliorman gibi şahsiyetler de vardı. Derneğimiz salgının başladığı bu sıkıntılı dönemde bazı çalışmalarına ara verdi. İnşallah ileride salgının sona ermesiyle birlikte hem sohbet toplantıları başlar hem de sitemiz yeniden açılır, edebiyatımıza, kültür ve sanatımıza hizmet vermeye devam eder.
Efendim elbette her dönemde güzel işler, kıymetli hizmetler yapılıyordur. 1970’lerde de yapılıyordu, 90’larda da, bugün de… Hakîkaten birçok alanda iftihâr ettiğimiz güzel çalışmaları görüyor, Rabb’imize hamd ediyoruz. Bir örnek vereyim: Siirt Kısa Film Yarışması düzenleniyor. Eskiden bunlar hayal bile edilemezdi. Geçmişte sinema çalışmaları sadece Antalya Festivali kapsamındaydı. Şimdi bakıyorum Malatya’da da çok güzel festivaller düzenleniyor, yurdumuzun pek çok köşesinde de…
Yani üniversitelerimiz nasıl iki üç şehirden sıyrılıp bütün vatan sathına yayıldıysa, onlarla birlikte kültür sanat faaliyetleri de Anadolu’nun neredeyse her şehrinde, her ilçesinde çok güzel bir şekilde devam ediyor. Tabii bu son bir buçuk seneyi saymamak kaydıyla. Zira şimdi salgın dolayısıyla olağanüstü bir hâl yaşanıyor. Ama ondan önce, neredeyse bütün illerimizde ve ilçelerimizde kitap fuarları düzenleniyordu. Bundan daha büyük nimet olabilir mi? Şiir toplantıları, anma ve saygı programları, yarışmalar, sergiler vs. Peki eksiğimiz yok mu? Elbette var. Mutlaka iyinin daha iyisi vardır, daha mükemmeli bulunabilir, yapılabilir. Ama önemli olan yolda olmaktır, çalışmaktır, hizmet etmek ve emek vermektir. Ben insanlarımızın ellerinden geleni yapacaklarına ve salgının bitişinden sonra kültür sanat alanında inşallah yeniden şaha kalkacaklarına inanıyorum. Rabb’im hayırlı faaliyetler nasip etsin.
Kanaatimce iyi bir seyir izliyor ama yeterli değil. Birçok şehrimizde yeni müzeler açılıyor, kitap fuarları düzenleniyor. Okullara, vakıf ve derneklere yazarlar, şairler, sanatkârlar davet ediliyor. Şüphesiz bunlar çok güzel hizmetler. Çocuklarımız, gençlerimiz sanatkârları, yazarları, aydınları tanıyor. Onlara soru soruyor, cevap alıyor, aydınlanıyorlar. Bunlar artarak devam etmeli. Ama yeni hizmetler de düşünülmeli. Meselâ her şehir bence kendi değerlerini ortaya çıkarmalı. Ozanlarını, âşıklarını, tasavvuf büyüklerini, din adamlarını, tarihçilerini, sanatkârlarını yeni nesillerle buluşturmalı. Bu çok mühim ve hayâtî bir hizmettir.
Zira gençlerimiz haklı olarak bu kıymetlerimizi duymamış, bu değerlerimizi tanımamış olabilir. Ama biz yetişkinler, o birikimi yazarak, anlatarak gençliğimize ideal kahramanlarını işaret edebiliriz. Bu kısmen yapılıyor ama tam değil. Anadolu’nun muhteşem bir geçmişi var. Bu birikimi yeni nesillerle buluşturduğumuzda biz daha sağlam bir zeminde yaşamış oluruz. Ayaklarımız toprağa değer. O zaman gençlerimiz Batı’ya özenmez, yurdu terk etmez. Aksine yerli ve millî anlayışla bu güzel ülkeye ve insanlarımıza hizmet etmek isterler. Yeter ki mânevî aşıyı yapalım, onlara ecdâdını, inancını anlatabilelim.
Bu konuda dertli olduğumu tahmin edersiniz. Zira popüler kültüre toplum olarak meyilli bulunduğumuz için televizyonlarda sık sık görülen üçüncü sınıf bir oyuncuyu, aktörü herkes tanıyor ama seksen yıllık ömrünü Türk şiirine adayan, hayatı boyunca aruzla mükemmel şiirler yazan Mehmet Turan Yarar’ı bırakın Türkiye’de, Ankara’da bile doğru dürüst kimse tanıyamadı ne yazık ki, onu ziyâret edemedi, fikirlerinden, eserlerinden istifade edemedi. Allah rahmet eylesin. Bizim bu fâsit dâireyi kırmamız ve bütün değerlerimize sahip çıkmamız lâzım. Ankara öyle de İstanbul tam istediğimiz gibi mi? Ne yazık ki değil. Modern şiirimizin âdeta Ahmet Haşim’i diyebileceğimiz Sedat Umran’ı da çok az kişi tanıdı, okudu, dinledi. Merhumun son yıllarındaki şiir toplantılarına beş on kişi katılıyordu. Hâlbuki herkes sözde şiir yazıyor, şiirle ilgileniyor.
Gençlerimiz iyi şair olmak istiyorlarsa öncelikle yaşayan büyük şairleri tanımalı, onlarla dostluk kurmalı, şiirlerini onlara göstermeli ve birikimlerinden istifade etmeliler. Ne yazık ki bu tam olmuyor. İnşallah bundan sonra bu yolda gayret gösterilir. Yaşayan sanatkârların, şairlerin, edebiyatçıların, tarihçilerin, klasik sanatlarımıza ömürlerini adayanların kıymeti daha çok bilinir ve onlardan istifade edilir. Yine de bu konuda aslâ karamsar değilim. Son 20-30 yılda şükürler olsun ki, birçok yaşayan sanatkârımız hakkında saygı toplantıları yapıldı. Onlara emekleri için teşekkür edildi, ödüller verildi. Ama daha fazlası yapılabilir.
Meselâ televizyonlarımız aşırı derecede siyasete angaje olmuşlar. Hâlbuki her akşam bir sanatkârı, şairi, mutasavvıfı tanıtsalar ne güzel olur. Tartışma programları gibi uzun olması da gerekmez. Her akşam yarım saat. Böylece gençlerimiz yaşayan büyüklerimizden haberdar olur. Yeni kurulan Vav TV’nin yöneticilerini kutluyorum. Bu konuda örnek bir yayıncılık yapıyorlar. İnşallah diğer televizyonlarımız da bu hayırlı, faydalı yayın şeklini örnek alır, onlar da kültür-sanat-medeniyet odaklı yayınlara daha fazla ağırlık verirler. Sanatkârları, sadece vefat ettiklerinde haber konusu yapmaktan vaz geçip yaşarken ekrana çağırıp sohbet etmeli ve topluma tanıtmalılar.
Efendim bu o kadar geniş bir konu ki, inanın bir kitap bile yazılabilir. Aklıma ilk geliverenleri sıralayayım: Bence her şehrimiz kendi kültür sanat envanterini çıkarmalı. Bu şehirde kimler yaşamış? Hangi şair ve yazarlar, sanatkârlar bu topraklarda yetişmiş? Sonra bunlar hakkında kitaplar, belgelik filmler hazırlanabilir. Bu konuda Valilikler, Kaymakamlıklar, Belediye Başkanları ve Milli Eğitim Müdürleri ile sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri üniversitelerle işbirliğine gitmeli. Toplumun eski kanaat önderleri hakkında tezler hazırlatılmalı. Evleri duruyorsa müze veya kütüphaneye dönüştürülebilir, binâya isimleri verilebilir. Şayet şehrin âlimlerinin, şairlerinin, sanatkârlarının evleri yıkılmışsa ve yerlerine yeni binâlar yapılmışsa en azından pirinç levhalar hazırlatılıp “….. bu evde doğdu.” şeklinde kısa tanıtım yazıları, biyografileri ve işaret levhaları asılabilir.
Böylece o mahallede veya sokakta yaşayan şimdiki genç nesil, eski değerleriyle bir şekilde temas kurmuş olur. Belki de çocuklarımız ve gençlerimiz onlara özenir. Onlar da ilme sarılır, kitap okumaya başlarlar. Bugünkü nesillerimize, esas kahramanlarını göstermeliyiz. Bunların dışında daha pek çok faaliyet yapılabilir. Süreklilik bakımından az önce makamlarını andığım kuruluşların idarecileri, aylık istişâre toplantıları düzenleyebilirler. Memleketin bu alandaki uzmanları, meraklıları davet edilip neler yapılabileceği konusunda kendilerine danışılabilir. Bu istişâre toplantılarının, hayırlı faaliyetlere vesile olacağı muhakkak.
Somuncu Baba, çıktığı günden beri kültür/sanat/medeniyet odaklı çalışmaların içinde olmuştur. Sayfalarında inanç ve tasavvuf yolunun aydınlık ufuklarına işaret edilirken o yolda yürüyenlerin kültürü ve sanatı, bilhassa edebiyatı ihmal etmemesi gerektiği hep vurgulanmıştır. Türkiye’nin seçkin yazarları, akademisyenleri ve şairleri bu dergimizin sayfalarında görünmüşlerdir. Dolayısıyla bu anlamda örnek dergilerimizden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Anadolu dergiciliğinde de öncü bir rolü olduğu görülüyor. İnşallah bu müsbet neşriyatı hep devam eder. Dikkatimi çeken bir husus da benim “Nesillerin Buluşması” diye adlandırdığım eski ve yeni nesilleri tanıştırma, buluşturma gayretine büyük destek vermesidir. Somuncu Baba’da bir irfan köprüsü kuruluyor. Zira dününü bilmeyen yarınından emin olamaz. Merhum Yahya Kemal bu hakîkati şu sözüyle ne güzel ifade etmiştir: “Kökü mâzîde olan âtîyim.” Evet, Somuncu Baba dergisinde de ben hem geçmişle sağlam bir irtibatı, hem de geleceğe dönük güçlü bir ilerleyişi görüyorum. Zaten milletler de mâzîlerinden, atalarından güç alarak geleceğe doğru emin adımlarla yürürler. Rabb’im, bu kutlu yolculuğu her dâim devam ettirsin inşallah.
23 Nisan 1960 tarihinde Siirt’te doğdu. Temel eğitiminden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1985’te mezun oldu.
1978’de Bâbıâli’ye geldi, basın mesleğine girdi. Değişik gazetelerde muhabir, redaktör, editör, bölüm yönetmeni oldu ve köşe yazarlığı yaptı. Hâlen Milat Gazetesi’nde köşe yazarı.
2001 yılında basından emekli olduktan sonra Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı bünyesinde çıkan Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın yazı işleri müdürlüğü görevine 15 yıl devam etti. 10 Ağustos 2006 tarihinde kültür sanat sitesi www.sanatalemi.net’i kurdu. Site, TYB tarafından 2007 yılında “elektronik yayıncılık” dalında Türkiye’nin “en başarılı sitesi” seçildi.
4 Mart 2008 tarihinde bazı yazar, şair ve sanatçı dostlarıyla birlikte kurduğu Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin Kurucu Başkanı. Ödülleri bulunan yazar, Ahmet Haşim ve Ziya Osman Saba’nın mezarlarının kayıp oluşuyla ilgili haberi (Mezarı Kayıp Şairler) dolayısıyla “2000 Yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Başarı Ödülü”ne lâyık görüldü.
Kayıp İstasyon isimli kitabı münasebetiyle de TYB tarafından 2005 yılında “biyografi” dalında “yılın yazarı” seçildi. Çok sayıda yayımlanmış kitapları vardır.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Yazarİhramcızâde’nin mensup olduğu tasavvufî gelenek hakkında kısaca bilgi verir misiniz?İhramcızâde Hazretleri, Hâlidiyye Tarîkatı’nın Mekkî koluna mensuptur. Abdullah Mekkî, Yahya Dağıstânî, Mustafa Rûmî...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hz. Hüseyin (r.a.) ve ehl-i beytten yetmiş kişinin Kerbela’da şehit edilmesi, mü’minlerin gönüllerinde onarılması mümkün olmayan derin izler bırakmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “cennet’in delikanlı...
Yazar: Fatih ÇINAR
ÖZGEÇMİŞ:1 Haziran 1970 tarihinde Trabzon’un Köprübaşı ilçesine bağlı Gündoğan Köyü’nde doğdu. İlkokulu komşu köy olan Güneşli Köyü’nde okudu. Orta ve lise öğrenimini Köprübaşı Lisesi’nde tamamladı.19...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hocam, İslâm tefekkürüne göre, ilim ve bilim arasında bir farklılık var mıdır?İyi ki böyle bir soru sordunuz. Çoğu insan ilim ve bilim kavramlarını aynı şey zannediyor ve birbirine karıştırıyor....
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ